Gönül; sevgi, aşk, arzu, merhamet ve hoşgörü gibi duyguların yürekteki barınağıdır. Etimolojik olarak könül sözcüğünden evrilmiş, göğüs kelimesiyle aynı kökten türetildiği rivayet edilmektedir.
“Uslan artık deli gönül, bak gelip geçiyor ömür” şarkısını mırıldanan insanın, mahremidir gönül. Akıllanır mı, divane olarak mı devam eder bilinmez. Gönül neden sevdiğini bilmez, çünküsü yoktur. Gönül gerçekliğinde bu tarif edilememe halinden çıkış noktası; Leylâ İpekçi’de Yol Arkadaşıma Yunusça Mektuplar olarak okuyucunun gönlüne akmakta.
Okuyan ile yazanın bir olması, gönüller arasında kurulan köprüler, kelime kardeşliğine dönüşmekte. Karşılıklı olarak, kibirden uzaksa gönüller, doyumsuz bir mana yolculuğu ve muhabbet başlamakta. Vasatlıktan, algılardan kaçan okur, kendini yok olmaktan koruyacak güvenilir bir limanda huzur bulmakta.
Bilinçli okur, kimi zaman en sevmediği, sıkıcı gelen bir kitabı dahi benimsemek sorumluluğu ile okurken, sevdiği yazarın yerlisidir. O yerleşiklik haliyle her eserde ayrı bir yolculuğa çıkar. Sözcüklerle, aşk ve irfan mahallini aşar, ağıtlardan aldıkları duygu ortak, cemali de celali de edebiyatın içinde anlamlandırmaya çalışırlar.
Edebiyat, sanatın en naif alanlarından biridir. Güzel söz söyleme, güzel söz avcısı olma. Edebiyatın malzemesi insanken; aşk ile var olan insanın ana malzemesi de gönüldür. İçine dönüp, yalnızlığı ve kitabı ile demlenen insan öze dönüşle birlikte gerçek bir ilerleme kaydeder. İlerleyen insan özgürleşir.
Yâr Yüreğim Yar, kendini gerçekleştirmek isteyen, özgür insana, Yunus divanına uzanan meşakkatli lakin “emin” bir tedavi yolculuğu öneriyor.
Maddi ve manevi seferlerimizin ana teması, buluşma noktası Anadolu. Anadolu’yu burada bir coğrafi mekân değil, bir mecaz olarak kullanıyorum. Sevdiğimiz yer. Bizi seven, barındıran, içine alan yer. Sevgilimiz. Âşık ve maşukların buluşma noktası. Gözümün nuru. Mayamızın sırrı ise bizimle konuşan ve bizimle susan Anadolu’nun ümmi dili: Yunusça.
Bu gönül dilini “Yunusça” olarak tanımlıyorum. İçine girdikçe bu Yunusça hazinemizin sadece ses olarak değil, üslup, tavır, sanat ve edep olarak hayatın hemen her alanında canlı olduğunu, ama kısmen hırkasının altında bizi beklediğini fark ettim.
Geniş gönlüyle, toz toprak içinde karış karış Anadolu’yu gezerek, Fatma Ana’nın yatağında soluklanan, Semra Ana’nın gölgesinde ruhunu yoğuran, Hacer Ana’nın sofrasında ağız tadını bulan, sesleri işitmeye çalışan, ilhamı kaynağında arayan, kalbindekileri sanat diline döken Leyla İpekçi ile bizi irfan sofralarında buluşturana şükürler olsun.
Yunus Okulu talebesi olmaya talip olanlara selam olsun…
Yar Yüreğim Yar
Yol Arkadaşıma Mektuplar
H Yayınları- 237 sayfa