RÖPORTAJLAR
  • İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
    İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
  • Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
    Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
  • İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
    İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
  • Nâzım Tektaş ile Mülakat
    Nâzım Tektaş ile Mülakat
  • Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
    Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
  • Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
    Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
  • Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
    Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
  • İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
    İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
  • İhsan Kurt ile Mülakat  
    İhsan Kurt ile Mülakat  
  • Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)
    Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)

Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
Eklenme Tarihi: 5 Şubat 2022, Cumartesi 16:03 - Son Güncelleme: 5 Şubat 2022 Cumartesi, 16:03
Font1 Font2 Font3 Font4



Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
Muaz Ergü

 

DİBACE.NET YAYIN YÖNETMENİ MUAZ ERGÜ’NÜN SORULARINA CEVAPLAR – Mehmet Nuri Yardım

 

Dibace.net isimli internet sitesini kuran ve yöneten edebiyatçı Muaz Ergü’nün mizah eksenli sorularına verdiğim cevaplar sitede yayımlandı. Mizah kitaplarımla ilgili sorular ve cevaplar şöyle:

 

Tarihimizin Güleryüzü, Edebiyatımızın Güleryüzü, Mizahin İzahı, Tebessüm Hakkımız kitaplarıyla tarihimizin, edebiyatımızın çok farklı bir yönünü ele alıyorsunuz. Ciddiyetleriyle, öfkeleriyle dünyayı titreten devlet adamlarımızın, tarihî şahsiyetlerimizin, asık suratlarıyla tanıdığımız edebiyatçılarımızın gülen, güldüren yönlerini okuyucuya gösteriyorsunuz. Siyasi ve edebî yönden kendini ispatlamış şahsiyetlerin şakalarını, latifelerini, esprilerini, büyük emekler sonucu biraraya getirmişsiniz. Nereden aklınıza geldi böyle bir fikir? Böylesine zorlu bir çalışmaya nasıl karar verdiniz?

 

Yazar biraz da toplumun nabzını tutabilendir, gerektiğinde durumdan vazife çıkarabilendir diye düşünüyorum. Hepimiz insanlarımıza karşı mesulüz, vatandaşlarımıza, milletimize hizmet etmekle sorumluyuz. Aksayan bir yön, eksilen bir husus, zayıflayan bir meselemiz varsa bunun üzerinde durup düşünmek ve mümkünse derde deva olmak, çare bulmaya çalışmak zorundayız. 1999 Depremi Türkiye’de büyük acılara, derin yıkımlara sebep olmuştu. Yıkıntılar altında kalıp vefat edenler, evleri ve işyerleri yıkılanlar, yakınlarını kaybedenler… Gerçekten büyük sarsıntıydı. Sadece binalar değil yürekler de yıkıldı. Televizyon ekranlarına yansıyan sahneler hepimizin içini yaktı. Bir de buna ekonomik kriz ekleninde insanlarımızın yüzünde keder ve üzüntü hâkim oldu. Elbette felaketler insanı üzer, kahırlar adamı yorar ama netice itibariyle hayat devam ediyor. Biz ümidimizi kaybetmemeli, yaşama sevincimizi yitirmemeliydik. “Tebessüm sadakadır.” buyuran en büyük insanın, Hazreti Peygamberin ümmetiydik. Üstelik Nasreddin Hoca gibi dünya çapında bir dehayı yetiştirmiştik. Bir mizah kitabı hazırlamam gerektiğini düşündüm. Ama bu kitapta bizim edebiyatımız gülümsemeli, kültürümüz tebessüm etmeliydi. Şairlerimizin, yazarlarımızın, kültür, fikir ve sanat adamlarımızın fıkraları bir araya gelmeli, bu çalışma okuyana moral vermeliydi. Kütüphanelere gittim, kaynaklara ulaştım, hatıratları okudum ve sonuçta Edebiyatımızın Güleryüzü ortaya çıktı. Kitap, üç yıllık yoğun bir çalışmanın ardından vücut bulmuştu. Ummadığım büyük bir ilgi ile karşılaştı. Okuyanlar beğendiler, tebriklerini ilettiler ve iyi bir çalışma ortaya koyduğumu söylediler. Bu alaka, sadece basın ve edebiyat camiasından değil akademik dünyada da görüldü. Tabii “Marifet iltifata tâbidir.” sözüne uygun olarak bu tebrikler ve takdirler beni teşvik etti. Açıkçası yüreklendirdi. Çalışmalarımı derinleştirdim ve hemen ardından Tarihimizin Güleryüzü kitabını hazırladım. İlk kitapta edebiyatçılar varken, ikincisinde tarihçiler daha ağırlıklı oldu. Bu kitaplar ardarda baskılar yaparken üçüncü kitap olarak Mizahın İzahı’na yoğunlaştım. Onun da tabedilmesinden sonra bu çalışmalara biraz ara verdim. Ama bir konuda zihnen yoğunlaştığınızda artık o meseleler sizi bırakmaz. Hakikaten edebiyatımızın mizah dünyası, âdeta yakama yapıştı. Neredeyse okuduğum her kitaba bu yönüyle, yani mizah penceresinden baktım. İlk üç mizah kitabım Çağrı Yayınları tarafından neşredilmişti. Bugünlerde Akıl Fikir Yayınları’ndan Tebessüm Hakkımız isimli dördüncü mizah kitabım çıktı. Yine nüktelerden meydana geliyor. Tabii bu çalışmaları isme göre alfabetik olarak hazırlıyorum. Diyelim ki Osman Yüksel Serdengeçti’nin fıkralarını merak ediyorsunuz. İçindekiler bölümünde “O” harfinden bunu hemen bulabiliyorsunuz. Diğer şair ve yazarların nüktelerine de bu şekilde kolaylıkla ulaşılabiliyor. Bu çalışmaları yaparken şunu gördüm. İnsanlar âdeta mizaha susamış, nükteye hasret kalmıştı. Mizah kitaplarıma gösterilen ilginin ve sevginin temelinde bunu gördüm. Daha önce de şüphesiz bazı mizah kitapları vardı ama bunlar ya çok eski müelliflerin lisan olarak biraz ağır olan metinlerinden meydana geliyordu veya daha ziyade belden aşağı esprlierin toplandığı, biraz da ideolojik anlayışla hazırlanmış kitaplardı. Dolayısıyla bunlar pek makbul görülmemişti. Ama hazırladığım mizah kitaplarında hem ciddi ve çok fazla işitilmemiş nükteler var hem de bu nüktelerin düşündüren fonksiyonları fazla. Bir kitapta yüzlerce nükteyi okuyup gülen okuyucu aynı zamanda derin düşüncelere de dalabiliyor. Bu bakımdan mizah kitaplarım, okuyucu tarafından muhabetle karşılandı. Şimdi beşinci bir kitabı hazırlıyorum. Kısmet olursa 2022 yılı içinde neşredilecek. Yine de “Ya Nasip!” diyelim. Hayırlısı ise tabedilsin, okuyucuya ulaşsın; mizah ve kültür dünyamıza katkıda bulunsun.

  

Nükte, latife, şaka kelimeleri ne anlama geliyor? Açıklar mısınız?

 

Kitaplarımın önsözlerinde bu konuları geniş şekilde işliyorum. Batıda daha ziyade humor, ironi veya espri kelimeleri kullanılıyor. Osmanlı’da nükte ve latife ağırlıklı olarak yer bulmuş. Günümüzde ise fıkra kelimesi daha yaygındır. Tabii bir de hiciv vardır. Bütün bunlar bir parça birbirlerine benzer. Aralarında nüanslar vardır elbette. Ama temel amaçları insanları güldürmek veya en azından teebssüm ettirmektir. Bir de ince bir tenkitte bulunmaktır. Yalnız Batı’nın fıkraları ile bizim nüktelerimiz arasındaki temel fark şudur: Bizde fıkralar güldürücü olduğu gibi düşüdürücüdür de… Nasreddin Hoca’nın fıkraları buna en güzel örnek. Hocamız sadece güldürmüyor, aynı zamanda düşünmeye de sevkediyor. Dolayısıyla aklımıza gelmeyen hususları, bu fıkraları dinlerden daha iyi idrak edebiliyoruz. 

 

Mizah bir toplum için gerekli bir şey midir? Neler söylersiniz?

 

Mizah toplum için elbette gereklidir. Hem de çok lüzumludur, mübrem bir ihtiyaçtır. Sebebine gelince kutuplaşan insanları mizah yumuşatır, gerginleşen toplumu  teskin eden yine mizahtır. Bilirsiniz kavgaya dönüşebilecek bazı tartışmalar, bazen yerinde bir nükte sayesinde barış ve huzur ortamında dönüştürülebiliyor. Dolayısıyla mizah cemiyet için bir müsekkin gibidir. İnsanları teskin eder, rahatlatır. Daha ahenkli ve keyifli bir hayat yaşamalarını sağlar. Gülen, gülebilen insanlar daha mutludur. Gülen yüzümüz, atasözlerimize ve deyimleimize de yerleşmiştir. Bunun için bal satan asık suratlı esnaf yerine turşu satan güleryüzlü dükkân sahipleri tercih edilmiştir. Velhasıl mizah önce ailede, sonra da eğitimde, sosyal ve kültürel hayatta mutlaka olmalıdır. Elbette herkes lâyıkı veçhile güzel fıkra anlatamayabilir. Zira bu da bir kabiliyet işidir. Ama bu işi çok iyi yapan insanlarımız aramızda mevcuttur. Dünde vardılar bugün de varlar. Onlar bu görevlerini hakkıyla yapmalı ve gerilen insanları, anlatacakları nükteler ve fıkralarla rahatlatmalıdırlar.

 

Geçmiş zamanlardaki mizah anlayışımız, nükte kültürümüz hakkında neler söylersiniz?

 

Geçmişteki mizah anlayışımız, şüphesiz bugünle mukayese edilemez. Çünkü büyük bir medeniyetin, üstün bir kültürün ve renkli bir edebiyatın mizahı da çok zengin olur. Öyle bir toplumumuz vardı ki padişahı da nükte yapar çobanı da… Veziri de mizahtan hoşlanır esnafı da… Böyle bir toplum yekvücut olur, insanların birbirlerine bağlılıkları,  dostlukları ve muhabbetleri giderek ziyadeleşir. Tabii bu, biraz da okumayla alakalı bir husus. Çok okuyanların mizah dünyası  çok daha geniştir. Bugün siyasetçilerimizin de, eğitimcilerimizin de, edebiyatçılarımızın da, hatta aydınlaımızın da mutlaka mizahla barışmaları ve gülmeceyle ünsiyet kurmaları gerekir. Mizaha aşina olanların daha bir müsamahalı olduğu aşikâr. Nükte anlatabilen öğretmenlerin öğrencileriyle çok daha rahat bir diyalog kurdukları kesindir.

 

Beni arayan bazı öğretmenler, bilhassa edebiyat muallimleri, dersleri işlerken bu kitaplardan faydalandıklarını, hatta derse başlamadan önce seçtikleri nükteleri öğrencilere anlattıklarını söylüyorlar. Dersleri bu şekilde daha verimli işlediklerini belirtiyorlar. Bu olumlu durum doğrusu beni pek çok sevindiriyor. Demek ki amaca ulaşılmış bulunuyor. Daha mütebessim bir toplum meydana getirmek için eğitimcilere, çocuk yazarlarına, üniversite hocalarına, ilk ve orta öğretim öğretmenlerine büyük görev düşüyor.

 

Mehmet Nuri Bey kitaplarınızda padişahların, sadrazamların, şeyhülislâmların, şairlerin, müelliflerin, âlimlerin, komutanların ve diğer meslek mensuplarının birbirleriyle veya başkalarıyla yaptıkları zarif nükteleri, sevimli latifeleri ve seviyeli esprileri biraraya getirip bizlere sunuyorsunuz. Hazırladığınız metinlerdeki şahısların şaka, latife, espri anlayışlarında yakaladığınız ortak noktalar var mı? Burdan hareketle tarihî Türk Mizahı hakkında neler söylenebilir?

 

Evet Muaz Bey, dediğiniz gibi Ahmed Yesevi’den Mustafa Kutlu’ya gelene kadar yüzlerce şairimiz, yazarımız, müellifimiz, mütefekkirimiz seviyeli mizahı tercih etmişler, aile ortamında da rahatlıkla anlatılabilen nükte ve fıkraları dostlarıyla paylaşmışlardır. Üstelik bu nükteler zekâ ürünüdür. Yani vasatın çok üstündedir. Mutlaka tebessüm ettiren bir yönleri vardır ve bununla da kalınmaz düşündüren rollerini de görürüz. Mizahın bu gücünü keşfeden eski fıkra muharrirleri, yazılarında bolbol fıkra anlatmışlardır. Bugün de seçkin köşe yazarlarımız, gazete yazılarında bazı nükteleri okuyucularına aktarıyorlar. Böylece ağır konuları yumuşatabiliyorlar. Çetrefil meseleler çok daha rahat ve anlaşılabilir bir şekle bürünebiliyor.

 

Ünlü devlet adamlarımızdan, komutanlarımızdan örnek nüktedanlar kimlerdir diye sorsak, bize neler söylemek istersiniz?

 

Osmanlı padişahlarının büyük bir kısmı nüktedandır. Cumhuriyet’ten sonra da mizaha önem veren siyaset adamları vardır. Bunlardan bilhassa Osman Bölükbaşı, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve Yıldırım Akbulut’u anmalıyım. Günümüzde de Binali Yıldırım iyi bir nüktedandır. Yer yer iğneleyici konuşmalarıyla, tebessüm eden ve milleti güldüren bir kişiliğe sahiptir. Diğer siyasetçilerin de mizahın gücüne inandıkları söylenebilir ama bunu bizzat uygulamak ayrı bir keyfiyettir. Keşke bütün siyaset ve devlet adamlarımız konuşma ve hitabelerinde nüktelere daha çok yer verebilselerdi. O zaman inanıyorum ki toplum daha çok rahatlayacak, kutuplaşma da hâliyle azalacaktır. Bugün böyle psikilojik bir rahatlamaya ve âcil tedaviye şüphesiz ihtiyacımız vardır.

 

Türk mizahında aklınıza gelen ilk isimleri sayın desek, bunlar kimler olur?

 

Kaleme aldığım dört mizah kitabında binlerce isim var. Ahmed Yesevi’den başlayıp günümüzde Mustafa Kutlu’ya kadar pek çok şair, yazar, müellif, mütefekkir, mutasavvıfın nüktelerine yer veriyorum. Şüphesiz bu durum bizim kazancımız, övüncümüzdür. En büyük hazinelerimiz inanın mizah vadisinde saklıdır. O defineyi bulup keşfetmek ve hayata geçirmek durumundayız.  Doğrusu bu alanda öne çıkan matbuatımızın eski fıkra muharrirleri çok sevilmişlerdir. Hemen Ahmet Rasim’i, Refi Cevat Ulunay’ı, Reşat Ekrem Koçu’yu, Burhan Felek’i hazırlıyoruz. Bugün de basınımızda bazı köşe yazarları işledikleri ağır konuları bazen mizahla süslüyor, daha anlaşılır ve hafif bir hâle getirmeyi başarıyorlar. Geçmişte güldürücü bir güce sahip bulunan karikatürlere de çok yer ve değer verilmiştir. Bugün basınımızda artık karikatüre yer verilmiyor. Hâlbuki bir zamanlar neredeyse bütün gazetelerin ilk sayfalarını renkli karikatürler süslerdi. Üstelik bu karikatürleri Türkiye’nin meşhur karikatür ustaları çizerdi. Ne yazık ki basın medyaya dönüşürken, tashih servisi ve tefrika romanlarla birlikte karikatürler de sırra kadem bastı. Hâlbuki toplum içinde büyük bir boşluğu dolduruyordu bu karikatürler. Amiyane ve belki de argo tabirle söyleyecek olursak, siyasetten yorulan ve gerilen toplumun gazı, büyük ölçüde bu çarpıcı karikatürlerle alınıyordu.

 

Edebiyatımızda mizah anlayışı çok gelişmiş olan şahsiyetlerden örnek verebilir misiniz?

 

“Son iki asır içinde en büyük nüktedanlarımız kimlerdir?” diye sorarsanız şöyle cevap verebilirim. Öncelikle şair ve yazarlarımız arasında Mehmed Âkif, Süleyman Nazif, Eşref, Neyzen Tevfik, Ahmet Haşim, Refik Halit Karay, Ercüment Ekrem Talu, Necip Fazıl Kısakürek ve Osman Yüksel Serdengeçti’yi en iyi mizahçılarımız arasında sayabiliriz. Ama diğer bir çok edebiyatçımız da mizahı sevmiş ve kabiliyetleri ölçüsünde nükte yapmışlardır. Bazı ediplerimiz ise hikâye ve romanlarında mizaha geniş yer vermişlerdir. Fazıl Ahmet Aykaç gibi bazı şairlerimiz ise mizahi şiirleriyle çok sevilmişlerdir.

       

Son zamanlarda asabı bozuk, sinirli, gergin bir toplum hâline geldik veya getirildik. Gelinen bu durum hakkında neler söylersiniz?

 

Çok haklısınız. Elbette bu aşırı grginlik, gereksiz ve anlamsızdır. Ama bunu özellikle isteyenler var. Sürekli muhalif tavır geliştiren, ilişkileri zehirleyen, her zaman kavga çıkarmaya hazır bir kesim var. Bunların amacı belli. Ülkede kaos meydana getirmek! Bunun için sürekli olarak sağa sola sataşmayı tercih ediyorlar. Diyalog kurmak yerine saldırmayı seçiyorlar. Ben bu tavrı kasıtlı, kötü amaçlı görüyorum. Aslına toplumu germek, kimseye fayda sağlamaz. Aksine böyle bir durum, o kışkırcıların aleyhine olur. Bu çarpık düşünceye sahip olanların bir kısmı sosyal medyayı da bu kötü amaçları için düşüncesizce ve insafsızca kullanıyorlar. Argonun ötesinde küfür ve hakaretlerle insanların kişilik haklarına hücum ediyorlar. Elbette kötü niyetlerinden şüphe edilmez. Allah’tan yüce gönüllü halkımız ve erdemli insanlarımız, bu azgınların militan davranışlarına yüz vermiyor. Şüphesiz tenkit herkesin hakkı, siyasiler de, yönetimde olanlar da, hükümettekiler de rahatlıkla eleştirilebilir, hatta edilmelidir de. Ama siz o tenkitte haddinizi aşarsanız, hakaret ve küfürlere tevessül ederseniz bu sefer toplumun büyük tepkisini çekersiniz. Üstelik hukuk yoluyla da sizden hesap sorulur. Hiç kimsi diğerinin fikrini benimsemek, görüşünü paylaşmak zorunda değildir. Ama hiç kimse de sosyal medya siperinin arkasına yatıp ‘Nasılsa kimse görmüyor!” diyerek sağa sola hakaretler yağdıramaz. Bu, insanlığa sığmadığı gibi Müslüman Türk ahlakına ve yapısına da asla uygun değildir. Şükürler olsun ki son zamanlarda alınan bazı kanuni tedbirlerle bu mesele çözülme yoluna girmiş bulunuyor. Ben geniş manada fikir hürriyetinden yanayım. Herkes düşüncesini serbest bir şekilde söyleyebilmeli, yazabilmelidir. Ama iş hakaret/küfür boyutuna gelince de en ağır cezaların uygulunması taraftarıyım. Ki edepten yoksun olan bu ruh hastası kişiler, gençlerimize ve çocuklarımıza kötü örnek olmasınlar. Milletimiz hoşgörülüdür ama sınırları da kollar. Aşırı yollara sapanları asla tasvip etmez. Onlarla arasına uzak bir mesafe koyar. Hatta kesin ve keskin bir tavır geliştirir. İnsanlıktan çıkan bu kişilerin yüzüne dönüp bakmaz bile.  Bunu böyle bilmek lazım.

 

Bugün sosyal medyada komedi adına, mizah adına içinde hiç zekâ parıltısı barındırmayan, insanın zaaflarıyla dalga geçen, komiklik adına küfürlerin rahatlıkla kullanıldığı, belden aşağı vuran bir anlayışla karşı karşıyayız. Oysa nükteler ve latifeler, içlerinde zekâ parıltıları barındırır, zarafet içerir. Şimdiyse aşağılama, nefret, hor görme söz konusudur. Sizce bu mizah anlayışının nedeni ne olabilir?

 

Çok haklısınız. Size aynen katılıyorum. Maalesef espri yapacağım diye başkalarına hakaret edenleri görüyoruz. Mizah yaapacağım derken komik, hatta rezil durumlara düşen ve hesap verme durumuna gelenlere de hayretle rastlıyoruz. Elbette insan ne konuştuğunu bilmedi, ağzından çıkanı kulakları duymalı. Tartıp ölçülmeden kelimeler rastgele kullanılmaz. Zira bazen kelimeler, birer mermiye dönüşebiliyor ve karşı tarafı ciddi olarak sarsabiliyor. Konuşursunuz ama her kelimenin hesabını vereceğinizi de unutmamanız gerekir. Bazıları bu tuhaf, anlamsız, hatta çirkin sözlerini deha sonra “maksadını aşan” ifadeler olarak tevil yoluna gidebiliyor. O zaman maksadını iyi bileceksin kardeşim, haddini aşmayacaksın, sınırını geçmeyeceksin. Biz bu ülkede, dünya lideri olarak kabul edilen bir genel başkanın annesine bile terbiyesizce hakaret etmeye yeltenen çirkin politikacıları gördük. Rezilliği görebiliyor musunuz? Başka bir ülkede olsa böyle bir adama değil parti başkanlığı, muhtarlık bile yaptırmazlar. Başkalarını hor görenler, insanlara belden aşağı saldıranlar, zarafetten uzak bir şekilde konuşanlar elbette bunun hesabını hem bu dünyada hem de Müslüman olduklarına inanıyorlarsa öte dünyada vereceklerdir. Dolayısıyla ne konuştuğumuzu, hangi kelimeleri kullandığımız iyi bilmeliyiz. Bu konuda seçici olmalıyız, kelamlarımıza ve kelimelerimize hassasiyet göstermeliyiz. Aksi takdirde rezil rüsva olma ihtimali yüksektur. Allah kimseyi bu durumlara düşürmesin. Esasında akl-ı selim sahibi olursak bu tür vartalara düşmeyiz, korkunç hatalar işlemeyiz. Daha makul bir şekilde hayatımızı devam ettirebilir, mesleğimizi icra edebiliriz. Ani heyecanlarlala, hesapsız ve kontrolsuz öfkelerle yazacağımız yazıların, yapacağımız konuşmaların başımızı ağrıtabileceğini, ceza almamıza sebep olabileceği hatta hapse düşürebileceğini asla unutmamalıyız.

 

Son olarak neler söylersiniz?

 

Bakın nerden başladık, nerelere geldik. Şüphesiz konuşabilmek Allah’ın bir lütfu… Yazabilmek de öyle… Ama biz konuşmalarımıza ve yazılarımıza dikkat etmezsek, bir edep sınırı içinde bunları kullanmazsak o lütuf, bizim için kahra dönüşebilir. Onun için bol bol okumalıyız.Tenkitlerimizi zarif şekilde yapmasını öğrenmeliyiz. Bazen bir atasözü, bir deyim ile de meramımızı anlatabiliriz. Mizahtan en geniş şekilde yararlanmalıyız. Belki biraz yadırganacak ama inanın elimde olsa hazırladığım Edebiyatımızın Güleryüzü, Tarihimizin Güleryüzü, Mizahın İzahı ve Tebessüm Hakkımız’ı, okullarda okutulmak üzere konulmasını beklediğim “Mizah” dersine yardımcı ders kitapları olarak seçerdim. Niçin? Daha hoşgörülü, güleryüzlü, mütebessim, erdemli, anlayışlı bir toplum hâline gelebilmemiz için mizaha çok ihtiyacımız var da ondan. Çocuklarımız ve gençlerimiz eski ve yeni bütün değerlerimizi tanısınlar, onların güleryüzlü dünyalarıyla tanışsınlar ve daha geniş ufuklara doğru yelken açsınlar isterdim. Peki sadece öğrencilerin mi bu muazzam dünyaya ihtiyaçları var? Elbette hayır! Esnafımızın da, memurlarımızın da, öğretmenlerimizin de, sivillerimizin de, askerlerimizin de, politikacılarımızın da, yöneticilerimizin de, devlet adamlarımızın da, çobanlarıızın da kısacası toplumun bütün kesimlerinin Türk zekâsını gösteren, insani yönleriyle gelişmiş olan üstün mizah anlayışımızı daha çok benimsemesine ve hayatlarında tatbik etmelerine büyük ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç da ancak mizahı bilmekle, mizah kitaplarını okumakla mümkün olabilir. İnşallah toplumun bütün katmanlarının daha güleryüzlü olduğu bir huzur iklimini ve hak ettiğimiz mutluluk mevsimini yaşarız. Ben insanlarımızın bu olgunluğa ve fazilete sahip olduğuna inanıyorum.

 

Muaz Bey, bugüne kadar benimle en az 40-50 röportaj yapıldı. Ama bunlar genel konuşmalardı. İlk defa siz sadece mizah kitaplarım için böyle bir mülakatı gerçekleştirmiş bulunuyorsunuz. Bu hassasiyetinizden dolayı size çok teşekkür ediyorum. Dünyada bütün mazlumları koruyan, yeryüzünde acı çeken bütün insanlara kol kanat geren Türkiye’nin, bahtının her zaman güleceğine yürekten inanıyorum ve buna dua ediyorum. Çünkü bizim insanımız, buna ziyadesiyle lâyıktır. Acı çeken insanların ıstırabını yüreğinde hisseden vatandaşlarımız her zaman mutlu olmaya en lâyık olanlardır. Allah her zaman yüzümüzü güldürsün, bahtımızı açık etsin. Düşüncelerimi geniş şekilde ifade etme imkânı verdiğiniz için size de çok teşekkür ediyorum. Ömrünüz sağlıkla, huzurla, başarıyla, kitapla ve tükenmeyen bir neşeyle geçsin inşallah! Var olasınız. Bir de son temennim şu olsun. Keşke İstanbul’da tamamen mizah kitaplarından, karikatür albümlerinden, mizah dergilerinden ve mizah gazetelerinden oluşan bir “MİZAH KÜTÜPHANESİ” kurulsa. Böyle bir kütüphane araştırmacılar için de büyük kolaylık sağlayacak, belki de yeni araştırma ve çalışmaların yapılmasını sağlanacaktır. İstanbul’da kurulacak ve kaynakların bir araya getirileceği bu kütüphaneden sonraki ikinci kitaplık da bence büyük nüktedan Nasreddin Hoca’nın şehri Akşehir’de açılmalı ve mizahı seven halkımızın istifadesine sunulmalıdır.

 

MEHMET NURİ YARDIM

 

Edebiyatçı, yazar, gazeteci. 23 Nisan 1960 tarihinde Siirt’te doğdu. İlk ve orta tahsilinden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1985’te mezun oldu. 1978’de Bâbıâli’ye geldi, basın mesleğine girdi. Değişik gazetelerde muhabir, redaktör, editör, bölüm yönetmeni oldu ve köşe yazarlığı yaptı. Hâlen Milat Gazetesi’nde köşe yazarı. 2001 yılında basından emekli olduktan sonra Kubbealtı Akademisi Kültür Sanat Vakfı bünyesinde çıkan Kubbealtı Akademi Mecmuası’nın yazıişleri müdürlüğü görevine 15 yıl devam etti. 10 Ağustos 2006 tarihinde kültür sanat sitesi www.sanatalemi.net’i kurdu. Site,  TYB tarafından 2007 yılında “elektronik yayıncılık” dalında Türkiye’nin “en başarılı sitesi” seçildi. 4 Mart 2008 tarihinde bazı yazar, şair ve sanatçı dostlarıyla birlikte kurduğu Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’nin Kurucu Başkanı. Ödülleri bulunan yazar, Ahmet Haşim ve Ziya Osman Saba’nın mezarlarının kayıp oluşuyla ilgili haberi (Mezarı Kayıp Şairler) dolayısıyla “2000 Yılı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Kültür Sanat Başarı Ödülü”ne lâyık görüldü. Kayıp İstasyon isimli kitabı münasebetiyle de TYB tarafından 2005 yılında “biyografi” dalında “yılın yazarı” seçildi. Son olarak Yeni Dünya Vakfı’nda Perşembe günleri “Bâbıâli Enderun Sohbetleri”ni düzenliyordu. Birçok kitabı yayıma hazırlayan, diziler düzenleyen yazar, Mihrabad Yayınları’nın da kurucu yayın yönetmeni. Yardım, 1 Mart 2020 tarihinden itibaren evinde çalışmakta ve kitap çalışmalarına devam etmektedir. Fatih Kerem (1990) ve Ömer Faruk (1995) isimli iki oğlu, Ahmet Alp (2019) ve Ebrar (2021) adlı iki torunu bulunuyor.

 

Yazarın farklı yayınevlerinden çıkan kitapları şunlardır: 

 

ARAŞTIRMA-İNCELEME: Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları, Edebiyatımızda Hüzün, Halk Türkülerinden Seçmeler, İstanbul’un 100 Yayınevi, Karagöz ve Hacivat, Kediname, Türk Mânileriden Seçmeler, Türk Ninnilerinden Seçmeler, Yûnus Emre Seçme Şiirler, Ziya Osman Saba Sevgisi, Kediname, Yazı Masası. BİYOGRAFİ: Cahit Öney, Kayıp İstasyon, Mustafa Necati Karaer’e Armağan (ortak), Ömer Seyfeddin, Refik Halit Karay, Safiye Erol, Sait Faik Abasıyanık, Yahya Kemal Beyatlı, Ziya Nur Aksun Kitabı (ortak), Ziya Osman Saba, Cancağızım Ömer,  İstiklal Marşı’nın Bülbülü Mehmed Âkif Ersoy.

 

ÇOCUK KİTAPLARI: Çocuklar İçin İslam Tarihi (44), Doğu Klasikleri (10 kitap), Romancı Olacak Çocuklar, Şair Olacak Çocuklar, Yazar Olacak Çocuklar, Çocuk romanı: Yıldızlarla Uyumak. DENEME: İstiklalden İstikbale, Malazgirt’ten Mavi Vatan’a. HİKÂYE: Sefertası, Halim Selim Efendi. MİZAH: Edebiyatımızın Güleryüzü, Tarihimizin Güleryüzü, Mizahın İzahı, Tebessüm Hakkımız. PORTRE: Aşina Çehreler, Unutulmayan Edebiyatçılar, Kalem Efendileri. RÖPORTAJ: Romancılar Konuşuyor, Şiirimizden Portreler, Bâbıâli’de Hayat, Kelam ve Kalem.

 

1 Ocak 2022.

 


Bu haberlerde ilginizi çekebilir!