RÖPORTAJLAR
  • İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
    İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
  • Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
    Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
  • İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
    İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
  • Nâzım Tektaş ile Mülakat
    Nâzım Tektaş ile Mülakat
  • Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
    Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
  • Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
    Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
  • Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
    Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
  • İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
    İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
  • İhsan Kurt ile Mülakat  
    İhsan Kurt ile Mülakat  
  • Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)
    Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)

Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
Eklenme Tarihi: 10 Mayıs 2022, Salı 20:00 - Son Güncelleme: 10 Mayıs 2022 Salı, 20:00
Font1 Font2 Font3 Font4



Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
Mehmet Nuri Yardım

 

 

Şair ve yazar Aydil Erol ömrünü Türk kültürüne, edebiyatına, diline ve musikisine adadı. Değerlerimize sahip çıkan üstat yazar, yazmaya devam ediyor.

 

İrfanımızın çınarlarından olan Aydil Erol’un ömrü, basın yayın organlarında yanlışları düzeltmekle geçti. Çok tirajlı gazetelerde, anlı şanlı yayınevlerinde mesai yaparak yapılan hataları sessiz ve mütevazı bir şekilde tashih etti. Maişetini musahhih olarak temin ederken Türkçeye çok güzel şiirler, denemeler, hoyratlar ve portre yazıları armağan etti. Araştırma ve biyografi kitapları hazırladı. Aydil Erol büyüğümüz, muhtelif konular hakkındaki sorularımıza cevap verdi:

         

 

Efendim ‘mektepli’ değil ‘alaylı’ bir edip ve şair olarak yetişme yıllarınızdan bahseder misiniz? Nasıl bir muhitte yetiştiniz? Kitapla, okumayla, şiirle, nesirle ilk ünsiyetiniz nasıl başladı, nasıl devam etti? İlk okuduğunuz kitaplar hangileriydi, ilk sevdiğiniz ve bağlandığınız yazar ve yazarlar kimlerdi?

 

Edebiyat Fakültesi’ni bitiren kaç eli kalem tutan var?.. Bana güç gelenlerden biri kendimden söz etmektir. Alçak gönüllülük gayretine kalkışmadan, övünme basitliğine düşmeden,  sevgili okurlarımızı sıkmadan konuşmak isterim. Babam gezdirici sütçü olmasına rağmen okuyan bir insandı. Dinî ve millî kültürü kuvvetliydi. Ham sofu değildi. “Yobaz, dini anlamayandır”, derdi. Ağabeği İnebolu-Abana-Bozkurt dolaylarında “Keserci Hafız” diye anılan Fahri Altan da gerçekten bir din bilginiydi… Kemalettin Tuğcu komşumuzdu. Nesrin Sipahi, Vecdi Bingöl, “Dünyaya koro şefi olarak gelen” Adnan Ataman babamın müşterileriydi. Usta Fasılcı Sami Özkanlı (Münip Utandı’nın kaynatası) da sonradan komşumuz oldu. Babamın son derece saygı gösterdiği Kerime Hatun Camisi (Yukarıki Cami) imamı, ak sakallı, nur yüzlü İsmail Efendi’nin Özkanlı’yı müziğe teşvik ettiğini babamdan birkaç yol dinledim.

 

TERZİLİK OKULUNA İSTEKSİZ GİTTİM

İlkokulu Çengelköy’de bitirdim. Beyoğlu Erkek Orta Terzilik Okulu’na istemeyerek gittim. 1951 yılında Beşiktaş’ta Derya Kaptanı Barbaros Hayreddin Paşa’nın türbesi önünde tramvaydan atladım. Sen misin atlayan!.. Birkaç gün sonra elim ayağım tutuldu. Altı yedi ay kadar yürüyemedim; günlerce ağrı çektim. Cennetmekân Abdülhamid Han Hazretleri’nin yaptırdığı Şişli Çocuk (Etfal) Hastanesi’nde Dr. Nuri Sandıkçıoğlu iyileştirdi. Kendisini rahmetlerle, minnetlerle anmaktayım. Yeniden yürümeye başladığım gün, dünyaları verseler o denli sevinmezdim. İyileştikten sonra, istemeyerek gönderildiğim okulu isteyerek bıraktım ama, okumayı değil… Sahte “çürük raporu” alanlar, (nasıl alıyorlarsa!..) nasipleri varsa utansın!.. Askerlik yapamadığıma hâlâ yanıyorum. Yirmi küsur yıl trikotajcılık yaptım:

 

Hatırlayabildiğim: Cahit Okurer’in İdeal Milliyetçilik. Hilmi Ziya Ülken’in Aşk Ahlâkı, Nüvit Özdoğru’nun Türkçemiz (bu şaheser varisleri yüzünden basılamıyor), çeşitli şiir kitapları, musiki dergileri vb.

 

Yirmili yaşlardaydım. Tanrım esirgenlik versin, Cağaloğlu’nda. Nihâl Atsız’ın Türk Ülküsü kitabını gördüm. Yaptığı etkiyi sorarsanız, bir varil benzini tutuşturmuş gibi oldum.

 

Büyük bir aşkla (çılgınlıkla da diyebilirsiniz) müziğe başladım. Üsküdar’da Neyzen Niyazi Sayın, Kanunî Turgut İçten, Kudümzen Hurşit Ungay’ın yönettikleri musiki derneğine, Beylerbeyli Kemençeci Besteci Hasan Fehmi Mutel’in derslerine devam ettim. Tophane’de Kadirihane’deki (Beyoğlu Mevlevihanesi’ne 16 yaşında Kudümzenbaşı olan) Hobcuzâde Şakir Çetiner’in, Şeyh Gavsi Erkmenkul’un (Mevlid’in bestelisini bilen tek kişiydi: o eser de onunla gitti.) meşklerine de gittim. Hayatta şeyh olarak bu ikisini tanıdım; üçüncüsünü bilmiyorum-bilemiyorum… O yıllarda “Mersedesli şeyhler”, abuk sabuk vakıflar türememişti…. Her ikisi de kelimenin tam anlamıyla edip ve bilgin kişilerdi, örnek insanlardı. Bir gün Şakir Hoca’nın annesi şunları söyledi: “Günümüzün gençliğine acıyorum… Bizim nesil her şeyin iyisini, hasını yedi; ya şimdikiler?!” Rahmetli, bu günkü hormonlu, bilmem neli; merdiven altı yiyecekleri, hamburgerli-tamburgerli, uyduruk nesneleri görseydi, dünyada sayılılardan olan mutfağımızın eloğullarınca işgaline şahit olsaydı herhâlde çıldırırdı… Rabbim rahmet eylesin.

 

KİMLER OKUNMALI?

 

Bir gazetede veya dergide neşredilen ilk şiir veya yazınız hangisiydi? Size nasıl tesir etti, yazı hayatınız nasıl devam etti?

 

Yıl: 1958. Milliyet gazetesinde bir tartışma vardı: Türk Musikisi mi Batı Müziği mi? Başlık entel-dantel söyleyişiyle ‘Alaturka mı Alafranga mı?’ da olabilir.

 

Burada uzunca bir paragraf açacağım, kusura kalınmaya: Bu Alaturka sözü beni çıldırtıyor… Türk’ün yaptığı esere “Türk tarzı” denir mi Allah aşkına?!! Mozart’ın Türk Marşı’na denebilir. Hele bir de Oratorya (kilise müziği) var… Neymiş “Yunus Emre Oratoryası” imiş… Elin oğluna özenmekten ne zaman ve nasıl kurtulacağız?.. Bu konuda Cinuçen Tanrıkorur’un Müzik Kimliğimiz Üzerine ile İsmail Hakkı Özkan’ın Türk Musikisi Nazariyatı (hiç değilse girişi), Mimarlıkta Nasıl Aldatıldığımız Selman Can’dan, Batının Doğu Politikasının Ahlâken İflâsı Ahmet Rıza Beğ’den. Sömürgeci Batının Barbarlık Tarihi Hayri Yıldırım’dan. Avrupa Türkiyesi’ni Kaybımız Yılmaz Öztuna’dan, Türk Tarihinde Meseleler Atsız Hoca’dan, Gökçek Türkçemizin özellikleri-güzellikleri Arif Nihat Asya’dan, o güzelim eserleri varisleri yüzünden basılamayan Hikmet Birand, Portre’nin yazarı Yusuf Ziya Ortaç vb. mutlaka okunmalıdır, demekten kendimi alamıyorum…

 

Üstad Sadettin Heper bir soru üzerine Türk Musikisi’ndeki en küçük usûlün “3 zamanlı Nim Semaî” olduğunu yazdı. Ben de “Hayır, dedim, 2 zamanlı Nim Sofyan”. Heper şöyle cevap verdi;  “2 zamanlı Nim Sofyadır diyenler varsa da başvurduğumuz kaynaklarda böyle bir şeye rastlayamadık.”

 

Bunun üzerine, kaynak olarak adını şimdi hatırlayamadığım bir musiki dergisindeki “Derik saçın örmezler” Gaziantep türküsünü gösterip. şunu yazdım:

 

“Size bir şey vermediğine göre, başvurduğunuzun ‘kaynak’ değil, ‘Terkos musluğu’ olduğu anlaşılmaktadır.”

 

Adıma bakarak genç olduğumu tahmin eden Heper daha dikkatli ifade kullanmamı salık verdiler…

 

 

İlk basılı eseriniz? Bu kitaba ne zaman kavuştunuz? Muhakkak ki, en çok sevindiğiniz günlerden biri olmalı. Bu kitap hangisiydi? Sizde ve çevrenizde nasıl bir tesir uyandırdı?

 

İlk kitabım Şarkılarla Şiirlerle, Türkülerle ve Tarihî Örneklerle Adlarımız (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Ankara,1989, 1992; Turan Kültür Vakfı, İstanbul 1999, Çağrı Yayınları İstanbul 2010).

 

18 bin kişi adı bulunan, alanında Türk Dünyası’nın en kapsamlı eseri olan Adlarımız için ehliyetli kişiler şöyle dediler: “Türkiye’de bu güne değin böyle bir çalışma yapılmadı.”

 

Adlar konusundaki çalışmalarımdan dolayı 2002 yılında Türk Dil Kurumu’nun adlar koluna üye alındım.

 

Makale, fıkra, mâni, horyat, rubai, tuyuğ, nefes, koşma, tuyuğ, özdeyiş dallarında yazmaya çalıştım. Kimi şiirlerim bestelendi.

 

Yayınladığım şu dörtlükten sonra, (Yeniçağ 15.2.2003, Ufuk Ötesi, Nisan 2003) “Karen Fogg Çocukları” deyimi basında geniş yankı gördü:

      

Yediler sucukları,

Giydiler gocukları.

Memleketi satıyor

Karen Fogg çocukları…

         

Aradan 20 yıl geçmesine rağmen ne yazık ki değişen hiç bir şey yok…

 

 

YAZI YAZDIĞIM GAZETE VE DERGİLER

 

Yazı yazdığım organlar: Karakedi (2. çıkışı), Millî Yol, Toprak, Tarla, Ötüken, Kardaşlık (Bağdat, İstanbul). Türkiye (1972), Defne, Tercüman, Devlet, Yeni İstanbul, Bâbıâlide Sabah, Son Havadis, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Türkeli, Kurultay, Büyük Kurultay, Yesevi, Ayyıldız, Büyük Doğu, Türk Folklor Araştırmaları, Dil, Azat, Polemik (Ankara), Şafak (Tekirdağ). Alkış (Kahramanmaraş), Bilgi, Türk Dili, Türk Kültürü, Türk Edebiyatı vb.

 

1974 yılının sonbaharında Uzanlar’ın (Yeni) İstanbul gazetesinde köşe yazarı olarak gazeteciliğe başladım (10 ay kadar). 6 Haziran 1975-6 Eylül 1991 tarihleri arasında Tercüman gazetesinde düzeltmen olarak çalıştım. 1977-1978’de Hergün’de yaklaşık 10 ay Aydoğdu Ersin imzasıyla günlük fıkra yazdım. Aynı gazetede 18 Ocak 1978’de Hammamizâde İsmail Dede Efendi’nin Akbıyık’taki evinin onarılıp Dede Efendi Müzesi hâline getirilmesini teklif ettim. Meseleye Perihan Balcı Hanımefendi sahip çıkıp işi gerçekleştirdi. 1977’den beri kullandığım köşe başlığı olan Bam Teli’nin zaman zaman taklit edilmesi, beğenildiğinin göstergesi değilse nedir?

 

Türkçüler Derneği ile Turan Kültür Vakfı’nın kurucu üyelerindenim. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesiyim, Sürekli Basın Kartı sahibiyim. 1983’te Bahar Erol ile evlendim; iki oğlum oldu: Doğuhan, Batuhan. Bahar adını görenler “Bahar, Aydil Ağabeğ’in başına vurmuş” dediler. Nişanımız 2 Nisan, eşimin doğumu 2 Ekim, doğumum 25 Mayıs, nikâhımız 25 Ağustos.

 

YAYIMLANAN KİTAPLARIM VE HAZIR DOSYALAR

 

Yayımlanan kitaplarım:

Horyatlar (İstanbul,1990, 2000)

Mehmed Âkif Ersoy (Hikmet Yayınları, İstanbul 2002)

Ahmet Haşim (Hikmet Yayınları İstanbul 2002)

Bam Teli (Ufuk Ötesi, 2005, Akıl Fikir Yayınları İstanbul. 2018)

Âşık Veysel Şatıroğlu (IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2007)

Nutuk Sözlüğü (Bilgeoğuz, İstanbul, 2011)

Siyâsetnâme Nizâm’ül Mülk (Hazırlayan: Aydil Erol), Milenyum Yayınları İstanbul 2015)

Bir Destan Adam Ömer Seyfettin I, II (Akıl Fikir Yayınları, İstanbul 2020). III. cilt basılacak.

 

Yayıma hazır olanlar: Aydil Erol’dan Dosta Düşmana Karşı, Türk Kadını, Erken Dökülen Yapraklar, Yazılarım, Şiirlerim, Alplar Erenler Şehitler Diyarı Kastamonu (Derleme değil, telif 100’ü aşkın mâni var)

                

VAHİM DİL HATALARI

 

Zannediyorum yayınevlerinde en çok bulunmuş, gazete ve dergilerde çok çalışmış gazetecilerimizdensiniz. Bilhassa tashih konusunda büyük hizmetleriniz oldu. Pek çok kitabı tashih ettiniz. Birçok gazetenin ve yayınevinin tashih servisinde musahhih olarak çalıştınız. Sizinle bu konuyu konuşmuştuk. Çok faydalı bir görüşme olmuştu. Bundan yaklaşık 20-30 yıl önce iyi kötü yine de gazetelerde tashih, sonradan bozulan adıyla düzeltme servisi vardı. Gazeteler daha az hatalı çıkıyordu. Şimdi görebildiğim kadarıyla sadece bir gazete musahhih çalıştırıyor. Künyelere bakıyorum. Az tirajlı bir gazetede sadece musahhih var. Basınımızın artık bu servise ihtiyacı kalmadı mı? ‘Dil yâre’miz ne âlemde? Şifa buldu mu?

 

Sevgili Yardım, bilindiği gibi Şevki Beğ’in bu Hicaz şarkısındaki “dil yâresi”yle “gönül yarası” kastediliyor: “Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz / Dünyada gönül yâresine çâre bulunmaz.”

 

Ne kadar acıdır ki bu gün her iki dilimiz de yâreli… Görüntülü basında da, yazılı basında da Türkçe hatalarından geçilmiyor. Sinirlenmeden, öfkelenmeden, tansiyonunuz yükselmeden bir haber okumak veya dinlemek mümkün olmuyor. Sanki bir cahiller ordusunun istilâsıyla karşı karşıyayız… İngilizce, Fransızca, yok bilmem nece bilen aranır da nedense Türkçe bilen aranılmaz.  Türkçe bilen aranıldığını gördünüz mü, duydunuz  mu?….Yanlışları toplayacak olsak ciltlere sığmayan bir kitap olur… Müsaadenizle birkaç örnek vermek isterim:

 

Kaleminden kan damlayan bir fıkracı: “inkıta ile sekte aynı köktendir”… “Kıbrıslı Türk soydaşlarımız”, “Kâbe’nin çevresini tavaf etti.”,  “şâyân-ı enteresan”,“kaza geçiren geminin 65 mürettebatı”, “çukur yüksekti”, “toplu katliâm”, “denizden koma hâlinde çıkarılan adam yarı baygın yatıyordu” vb…

 

Bilgi yanlışları da ayrı bir felâket ve rezalet… “Büyük bir tesadüf eseri bu yıl Kurban Bayramı Hac mevsimine rastladı.” Bunu duyan Selçuk Uysal, gözlerinde alaylı bir gülümseme olduğu hâlde şöyle dedi: “Güvenilir kaynaklardan aldığım habere göre, bu yıl Oruç, Ramazan’a rastlıyormuş.” .“Hz. Hatice, Peygamberin amca kızıdır” diye yazan, sonra da inkâr eden din görevlisi,  “Dr. Rıza Nur’un Sinop’ta [Taksim Süğlün Palas] öldüğünü keşfeden” (tamburcu tarih müverrihi); Osmanlı Meclis-i Mebusân Reisi Ahmed Rıza Beğ’in  “Çengelköy Talimhânedeki köşkünü” Taksim’deki Talimhâne’ye  taşıyan, Beyoğlu ile Pera’yı ayrı yerler sanan  bilgiç yazar, “Nevzat Atlığ korosundaki flütler” [neyler]. “Dede Efendi’nin [Itrî’nin] Segâh Tekbiri”, “Osmanlı Ordusu’nun belkemiği yeniçeri” (!!!)… “Yavuz” ile “Selim”i iki ayrı kişi sanan, “Osmanlı tarihinin başlangıcında” (!) İkinci Murad’ın, kendisinden yüzyıl sonra yazılan bir şaheser olan Bâbürnâme’yi okuduğunu  sanan anlı-şanlı yazardan mı bahis açsam?.. Sultan Üçüncü Mahmud’u keşfettikten sonra bakan olanı mı söylesem,  “Polisin yaptığı ameliyat” [operasyon]’ı mı anlatsam? “Türkiye’de 60 milyon Fenerli olduğunu” yazan spor yazarı, “Eski yazıyı bilmeyen” koca koca mücahitler. İftardan sonra belden aşağı fıkralar anlattığı söylenen, “İlhan adı ‘İvan’dan gelir” deyip ilimsel-bilimsel-filimsel keşfiyatta bulunan bay müteşayih efendi hazretleri bu millete iftira etmekten utanmıyor: “Türklerde cinsî sapıklık olduğunu Gökalp Türkleşmek İslâmlaşmak Muasırlaşmak adlı kitabında yazmıştır.” Adı geçen kitabın hiçbir baskısında öyle bir deli zırvası yoktur… [Böyle harikalarla dolu mektubunun fotokopisi elimdedir.] “Diyalektik nedir?” diye soran aslan sosyalistler; “Darbukanın nefis bir es işaretiyle başlayan o cânım fasıl heyetleri” . “Türk Musikisinin Rast’ı (makam) ile Batı Müziğinin Valsi (usûl) aynı şeydir” deyû keşifte bulunan köşe yazarları…”Bu millet mütefekkir yetiştiremez” keşfinde bulunan mütecenninler, “Tanzımat’tan beri memlekette şehit yok!” diye zırvalayanlar, “Âkif İslâm’ı anlamamış, satıhta kalmıştır” diyen yâve-gûlar. Düşecek cemrenin resmini çekmek için Sarayburnu’nda saatlerce bekleyen haberci adayı. Her türlü rezaleti işleyip millete ahlâk-fazilet dersi vermeye yeltenenler… Nedim’in mezarı ile Nâbî’ninkini karıştıran edebiyat tarihçileri, “Nefes lâdini edebiyattır” diyenler; Hece vezniyle Aruz veznini ayıramayan, “Cinassız horyatlar da vardır” buyuran Türk edebiyatı profesörleri, Adile Ayda gibi bir insanın Edebiyat Fakültesi’ne alınmaması için kıyametler koparanlar… “Türkler hiçbir zaman millet olamamış, amorf bir topluluktur” diye zırvalayan mümtaz prof.lar, vb… “Sa’ysiz bu mertebe cehl olmaz / Cehlin ol mertebesi sehl olmaz” diyen şair haksız mıdır?

 

 

Yayınevleri de gazeteleri takip ediyor sanki. Onlar da maşallah artık pek musahhih istihdam etmiyor. Yazarlardan ‘tashih edilmiş metin’ bekliyorlar. Yayıncılarımız bilmiyorlar ki, yazar musahhih değildir. İstediği kadar titiz bir yazar olsun yine de gözünden kaçan hatalar olabilir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

 

Katılmamak elde mi?.. Tercüman’ın patronu Kemal Ilıcak “Musahhih yazısını düzelttiğine göre yazardan üstündür.” derdi de, aylığa gelince… Hemen şunu söyleyeyim: Tashih bölümünden geçmeyen bir gazeteci veya yazar eksiktir; orada kalan da kısmetsiz.

 

TANIŞTIĞIM ŞAHSİYETLER

 

Sizin yetişme döneminde çok iyi bir çevre ile irtibat kurduğunuzu ve meşhur birçok kıymetli şair, yazar, gazeteci, yayıncı, kültür adamı ve mütefekkir ile dostluklarınız bulunduğunu biliyoruz. Onlardan ismen anmak istedikleriniz kimlerdir, bilhassa hatıralarından bahsetmek istediğiniz bir şahsiyet var mı?

 

Olmaması mümkün mü!.. Büyük bilgin Hafız Yusuf (Hafız Yusuf Cemil Ararat), Nihâl Atsız, Arif Nihat Asya, Prof. Dr. Nihat Çetin, Prof. Dr. Muammer K. Özergin, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof. Dr. Nevzat Atlığ, Devlet Sanatçısı Necdet Yaşar, İTO Başkanı Niyazi Adıgüzel, Can Kulaksızoğlu, İlhan Egemen Darendelioğlu, Komando Mustafa (Mustafa Ok), Yücel Hacaloğlu, Cahit Atasoy, Yılmaz Öztuna,  Prof. Dr. Durali Yılmaz, Prof. Dr. Mertol Tulum, Prof. Dr. Bilge Ercilasun, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Kâfiye-Prof. Dr. Suphi Saatçi, Nazım Terzioğlu; Saygın, Erşad Hürmüzlü; Prof. Dr. Dursun Yıldırım, Okşan-Selçuk Uysal, Tülay-Hilmi Satıcı, Bahri Yüzlüer,  Prof. Dr. Enis Öksüz, Prof. Dr. Kâmil Turan, Prof. Dr. Turan Yazgan, Necdet Sevinç, Saadet Pınar Yıldırım, Yağmur-Buğra Atsız kardeşler, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan,  Prof. Dr. Orhan Gedikli, Yağmur Tunalı, Şâban Gülbahar; Dr. Nezih, Erdoğan, Gündoğdu Saruhan; Prof. Dr. Mevhibe Coşar, Zeki Gezer, Cihat Özönder, şoför Kâmil ağabeğ, Dr. İzzettin Şadan, ressam Nezih İzmiroğulları, Ali Gümüş, Zafer Atay, Günvar Otmanbölük, Refik Özdek, Rauf Tamer, Şerif Şölen, Üstün İnanç, örnek işerlerimizden Turan Çakıroğlu, Sezai Ünlü, Turgut Keskingören, Gürhan Atan, Fahri Ersavaş, Dr. Abdulkadir Sezgin, şairliğini inkâr eden Abdülkadir Karataş, Mehmet Sayan, Mehmet Serez, Erbil Ünal Hoca. Dr. Süleyman Şenel, Eray Cömert, İclâl Akkaplan. Hayri Engin, Fatih Müftüsü iken yitirdiğimiz Salih Güneş, Erol Ülgen, Av. Şahin Zenginal, Av. Tuğrul Önder, Osman Akkuşak, Fethi Erhan. Fethi Alikoç. Celal İçten, Şakir Öztel, Şaban Kurt, Fatma Ersem Yargıcı, Nurcan Altunterim, Emine Karabulut, Fehmiye Demirci, Oğuzhan Cengiz, ilim ve irfan ocağı Kubbealtı Fotokopi Hanifi-Ahmet Kayan vb.

 

Adana’da malî müşavir Hasan Hüseyin Çulhaoğlu vardı. Gören “Altaylar’dan gelmiş” diye yemin edebilirdi…Türkiye’de bilmem kaç çeşit etnik tip keşfedenlerin kulakları çınlasın (daha iyisi sağır olsun, sığırlar!..) Bir yerde karşılaştık. “Ben seninle konuşmam” deyince sordu: Neden?..”Neden olacak Atsız Hoca’yı bile yanıltan değil misin?..” Güldü… Gerçek bu ama gel de onun bunun çocuklarına anlat!

         

Unutmadan söyleyeyim: Nihâl Atsız ile Arif Nihat Asya hocalarımın üzerimdeki hakları ödenir gibi, inanılır gibi değildir. Lâf aramızda Atsız Hoca’nın “iyi şair oldu”, Nevzat Atlığ’ın “küçük dev adam”, Arif Nihat Asya’nın “Sanatını saygıyla ve umutla selâmladığım Aydil Erol’a” diye kitap imzaladığını, Hafız Yusuf Hoca’nın ölümünden sonra Süleyman Süleymangil, Hocanın benim için “Müeddep çocuk” dediğini anlatınca şöyle söyledim: “Ders bitti,” Yağmurluğumu giyeceğim sırada elimden alıp şöyle dedi: “Ben tutacağım, sen rahat giyeceksin. Ne varmış bunda, büyüklük, küçüklük!” Mantıken haklı ama, aramızdaki yaş farkı babamın o günkü yaşı kadar, bu kadar alçakgönüllüğe de pes:  Babam 57, ben 25 yaşımdaydım, Yusuf Hoca da 82. Böyle bir davranış karşısında kim olsa hizaya gelir.

 

Bir gün sordu: “Sigara içiyor musun?”. “İçmiyorum” desem o gün için yalan olacaktı. “Yakmayayım, saygısızlık addediyorlar.” dedim, aldığım cevap “İslâm’da azamet memnu” oldu. O, benim bir sigaramı içtiyse, ben Hoca’nın bir paket sigarasını içmişimdir. El öptürmeyişinin sebebini sorunca şunu dedi: “Hadis var: Müslümanın Müslümanla musafahası el öpmek gibidir.”

 

Yusuf Dursun, Türk Edebiyatı dergisinde az, öz, gayet güzel kitap tanıtımları yapıyor, zaman zaman da kitaplardaki tashih hatalarından yakınıyordu. Horyatlar kitabımı şöyle imzaladım:

 

Kitaplar tashih dolu

Yakınır Yusuf Dursun.

Bunda da tashih varsa

Bırak, tanıtma, dursun!..

 

Yusuf Hoca da bir horyatla cevap verdi:

 

“Ay dilim, ay dilim,

Güneş gözüm, ay dilim.

Günüller göyündürür

Horyatıyla Aydil’im…”

 

 

KEMAL ÇAPRAZ DOSTLARIN HASI

 

Genç yaşta kaybettiğimiz rahmetli Kemal Çapraz ile büyük bir dostluğunuz, muhabbetiniz olduğunu biliyorum. Çıkardığı Ufuk Ötesi gazetesinde ona destek oldunuz. Kemal Çapraz ve Hayri Ataş, Şerafettin Aybars sizin için Aydil Erol Armağanı’nı hazırladılar. Bir nebze de bu dostlardan ve umumiyetle dostluklardan bahseder misiniz? 

 

Çapraz kıskançlık nedir bilmezdi. Bir arkadaşının aylığı beş kuruş artmış olsa, kendi aylığı beş milyon artmış gibi sevinirdi. Yukarıdaki üçlü, dostların hasıdır… Ufuk Ötesi’ne gittiğim günlerden birinde “Ooooh bee!” deyince sordu: “Yine ne oldu? Sevinmenin sebebi ne?” Nasıl sevinmeyeyim, seni sevmeyen birini gördüm… O yaratığın adını söyleyince gülerek şöyle dedi: “Birkaç yıl önce işten çıkarıldı. Engel oldum. Senin iyilik yaptığın aleyhinde konuşuyor.” dediler.

 

Adamın birine falancı seni çekiştiriyor, demişler, “Mümkün değil, o benim arkamdan asla konuşmaz.” Dinleyenler şaşkın şaşkın itiraz etmiş: “Olacak şey değil.” Adamcağız gülerek devam etmiş: “Aleyhimde niçin konuşsun!.. Ben ona iyilik etmedim ki…”

 

İlmî, edebî ve kültürel sohbetlerin, toplantıların yapıldığı mekânları sevdiğinizi biliyorum. Bugüne kadar pek çok mekânda bulundunuz. Bu mahfillerde kimlerle tanıştınız, görüştünüz? Sonradan bu şahsiyetlerle irtibatınızı devam ettirdiniz mi?

 

Hayatta olanlarla devam etti. Çengelköy Kültür Derneği; Türkçüler Derneği Üsküdar Ocağı, Kadıköy Ocağı; Türk Balıkadamlar Kulübü, Kerkük Vakfı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Türk Ocağı, Türk Edebiyatı Vakfı, Avrasya Bir Vakfı, Kırım Türkleri Derneği, Dârüzziyâfe, Ozanlar Kahvesi; “günde beş yol hükümet darbesi yapıldığı, on yol da kabine kurulduğu” söylenilen Marmara Kahvesi. Küllük’e yetişemedim.

 

“HERKES ELİNDEN GELENİ YAPSIN”

 

Adlarımız isimli eseriniz çok değerli bir çalışma. “Adlarımız ünümüzdür; geleceğe sözümüzdür.”[Ali Budak] diyerek yola çıkmış ve bu kıymetli eseri vücuda getirmişsiniz. İsimlerimizin hikâyesini Bâbıâli Sohbetleri’nde anlatmıştınız. Kanaatimce bu sahada yapılmış en kapsamlı eserlerden biridir. Neşredildikten sonra hakkında çok değerli yazılar da yazıldı. Eser defalarca tabedildi. Size ulaşan pek çok intiba, görüş vardır. Bu eser çerçevesinde bir hatırayı lütfeder misiniz? Adlarımız-İsimlerimiz konusunda yeni bir çalışmanız var mı?

 

Bende olmayan ad görürsem not ediyorum, Yolbaşçılarımızdan rahmetli İsmail Gaspıralı şöyle der: “Herkes elinden geleni yapsın!”

 

Hoyrat veya horyat Türk şiirinin çok güzel birimlerinden. Siz de pek çok hoyrat yazdınız. Önce şunu sorayım hoyrat mı, horyat mı? Çünkü ikisi de kullanılıyor?

 

İkisi de doğru ama ben Hoyratın ikinci anlamından dolayı Horyat demeye bakıyorum,

 

Hoyratların çok sevilmesinin sebebi sadece kısa oluşları mıdır? Rubai veya beyit gibi… Yoksa başka tesirler de var mı?

 

Klasik edebiyatımızın Rübaisi, halk edebiyatımızın Horyatı.  Horyat,  “mum kimin yanan Kerkük”ten başka Şanlıurfa’da, Elazığ’da, Can Âzerbaycan’da da var. Biz Kerkük Türklerinden  öğrendik. Yahya Kemal gibi güç beğenir şair bile horyatın görkemi karşısında feveran eder: “Bu insan sözü olamaz!..”

 

Elazığlı heyetin Beyatlı’ya okuduğu horyatlardan biri:

 

Dünyasına

Güvenme dünyasına

Dünya benim diyenin

Dün gittik dün yasına        

 

Bugüne kadar kaleme aldığınız hoyratların ve şiirlerin sayısını hatırlıyor musunuz? Tamamı kitaplaştı mı, yoksa kitaplaşmayı bekleyenler de var mı?

 

Horyatların bir bölüğü kitaplaştı.

 

ATSIZ, ROMAN YAZMAMI İSTEDİ

 

Denemeleriniz, araştırmalarınız ve hikâyeleriniz… Biraz da nesir dünyanızı konuşsak mı? Şiir ve nesir birlikte gidebiliyor mu, yoksa biri ağır mı basıyor?

Hiç hikâye yazmadım. Lâf aramızda “Atsız Hocam, roman yazmamı” istedi… Ne yazık ki beceremedim.

 

Sizin biyografi kitaplarınız da çok kıymetlidir. Mehmed Âkif’i, Ahmet Haşim’i, Âşık Veysel’i yazmıştınız. Sonra Ömer Seyfettin’in hikâyelerini derlediniz. Yeni çalışma olarak tezgâhınızda ne var?

 

Cevabı yukarıda “yayına hazır olanlar”da verildi. Ömer Seyfettin, o kısacık ömrüne onca eseri nasıl sığdırdı: ne zaman okudu, ne zaman yazdı?.. Akıl alacak şey değil…

 

Bam Teli’nde tanıdığınız, sevdiğiniz ve kendileriyle dostluk kurduğunuz şairler, yazarlar, musikişinaslar, ilim adamları ve münevverler var. Bu eseriniz de çok sevildi. Devamı var mı acaba?

 

Kalanları Yazılarım adıyla toplamak niyetindeyim.

 

“Aydil Erol’un Bütün Hatıraları”nı bugüne kadar hep merak ettik ve bekledik. Çünkü ilgi çekici pek çok hatıranız olduğunu biliyoruz. Bir kısmı Bam Teli’nde yer aldı ama tamamını müstakil bir kitapta okuyabilecek miyiz?

 

Cevabı 14. soruda verildi.

 

Biliyorsunuz bendenizin Kedinâme adlı bir kitabı çıktı. Merak ediyorum acaba edebiyat kültür câmiasının ‘Aydil Abi’sinin de kedisi var mı? Veya geçmişte, meselâ çocukluk/delikanlılık yıllarında kedisi oldu mu? Adı neydi? Yoksa bu sevimlileri uzaktan mı seviyorsunuz? Evcil hayvanlarla, can dostlarımızla arası nasıldır?

 

Pek kısa bir süre kedimiz olmuştu. Bahçesiz evde evcil hayvan bakmak güç sanırım.

 

Allah bağışlasın Doğuhan ve Batuhan adlı iki oğlunuz olduğunu biliyoruz. Onları bize tanıtır mısınız? Kaç yaşlarındalar, evlendiler mi, ne iş yaparlar? Babalarının yolundan gidiyorlar mı? Sanatla/edebiyatla araları nasıldır?

 

Doğuhan 11.3.1985 doğumlu, grafiker. Bilgisayar cambazı diyebilirim.  Batuhan 10 Kasım 1986’da dünyaya geldi; bir şirkette dış ticaret sorumlusu. Birkaç yabancı dili kendi gayretleriyle öğrendi. Çok şükür ikisi de Türk olduklarının şuurunda… İkisi de ne yazık ki hâlâ        mücerret..

 

Koronavirüs salgınından sonra İzmir’e oğullarınızın yanına yerleştiğinizi biliyoruz. Acaba İstanbul’a ne zaman gelmeyi düşünüyorsunuz? İstanbul’daki dostlarınız sizi özledi. Bu hasret ne zaman bitecek?

 

Bilindiği gibi “Pederle mâder olup bahâne/Sevketti kaza beni cihâne” denilen yeryüzü sürprizlerle doludur. Efeler Diyârı’na evcek göçeceğimizi düşte görsem inanmazdım. Özlemin ne zaman biteceğini ise Görklü Tanrı’m bilir.

 

İstanbul Çengelköy doğumlusunuz. Hayatınız Dersaâdet’te geçti. Şimdi İzmir’desiniz. İki şehrin mukayesesini yapmak ister misiniz? İstanbul’un gönlünüzdeki yeri farklı mı? Yahya Kemal gibi “İzmir’in [Ankara] en güzel tarafı İstanbul’a giden yoludur.” diyor musunuz?

 

Hani küçük çocuklara sorarlar: “Anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?” Yamuk yumuk yapılaşmadan, ruhsuz, kimliksiz betonlaşmadan aziz İstanbul da payını aldı… İstanbul Efendisi denilen nezaket anıtlarını göremedim. Her bir karışı şehitlerimizin mübarek kanlarıyla sulanmış bu aziz topraklar arasında ayırım yapılabilir mi?.. İman ve ideal adamı rahmetli Mehmed Âkif’in “cennet vatan” deyişi ne kadar  güzel, ne kadar da haklıdır.

 

Mizaha, nükteye, fıkraya, hicve meylinizi biliyorum. Fakirin de nükte kitapları çıktı. Bu sahada bir eksiklik olduğu ileri sürülebilir mi? Günümüzde nükte fakiri olduğumuz söylenebilir mi? Konuşmalarımızda, sohbetlerimizde, hatta hitabelerimizde artık pek fazla nükte yapılmıyor. Bu hâl, kültür eksikliğinden mi kaynaklanıyor? Nüktedanlık bitti mi artık?

 

Nasrettin Hoca’yı, İncili Çavuş’u, Türk Galib’i, Sabir’i, nice nice şairleri, yazarları vb.yi yetiştiren bu memlekette nüktedanlığın biteceğini sanmıyorum.

 

Bir yazınızda Erken Dökülen Yapraklar adlı henüz yayınlanmamış bir çalışmamızdan bahsediyorsunuz. “Gelimligidimli, son ucu ölümlü dünya”ya 50 yaşından önce veda eden âşina çehreler [yüzü aşkın] bunlar. Bu kitap bitti mi, günışığına çıkacak mı?

 

Hazır olmasına hazır. Yayınlanması ya kısmet!…

 

Unuttuğum, ihmal ettiğim ve sorulması gereken bir sual varsa lütfeder misin, hem vekâlet hem asalet sizdedir efendim.

                    

                      El hakir, ve’l fakir, pür taksir

                              Mehmet Nuri Yardım

                              27 Şubat 2022.

 

Ey bana hasta yatağında iken iş bulan sevgili Yardım; Vekâleti bilemem, asalete gelince soylulukta seninle aşık atabilecek kişi bulmak kolay mıdır?

 

İlgine, bilgine, emeğine, vaktine sonsuz teşekkürler…

 

(Milat Gazetesi, 10 Nisan 2022)

 

                        

                         

 

 

 

 


Bu haberlerde ilginizi çekebilir!