RÖPORTAJLAR |
Şair, yazar ve ressam Ahmet Efe, “Ömrümüzün her döneminde kutsal dinimize hizmet etmek, kültür ve medeniyetimize katkı sağlamak ve bu uğurda eserler vermek zorundayız.” diyor. Ahmet Efe şair, yazar, ressam, kapak tasarımcısı, minyatürcü, fotoğraf sanatçısı, yayıncı, çocuk edebiyatçısı… Osmanlı’da sanatkârlar arasında yaygın olan ‘hezarfen’ sanatkârlar zümresinden. Yakın dostlarına göre bunlardan önce bir gönül insanı, bir muhabbet ehli, bir yol arkadaşı… Kalemiyle, kelamıyla, fırçasıyla sözüyle mensup olduğu milletin değerlerini öne çıkaran iyi bir edip. Paylaşmayı seven bir rint adam. Yıllar önce Bâbıâli Sohbetleri’nde konuşmasını dinlemiştik. O sohbetin tadı hâlâ damağımızda. Yürek diliyle konuşmanın hâli bir başkadır elbette. Ahmet Efe büyüğümüzle hayatını, yetişme dönemini, ilk sanat heveslerini, edebiyat, sanat ve kültür âlemini, kitap dünyasını konuştuk. Sizi bu mülakat ile baş başa bırakıyorum:
Efendim sizi yakından tanımak istiyoruz. Bize edebiyat ve sanatla ilk tanışmanızın hikâyesini anlatabilir misiniz? Tabii çocukluk yıllarınızdan itibaren…
1955 yılında Kayseri’de doğdum. İlköğrenimimi babamın memuriyeti dolayısıyla Anadolu’nun çeşitli ilçelerinde sürdürüp 1967 yılında parasız yatılı imtihanını kazanarak Ankara İmam Hatip Okulu’na girdim. 1973-74 öğretim yılında buradan mezun oldum. O yıllarda İmam Hatip Okulu mezunlarını üniversite imtihanlarına girdirmiyorlardı. Bu sebeple fark derslerini verip Ankara Keçiören Lisesi’nden de mezun olmuştum. Sonra Ticari İlimler Akademisine girdim. Bu arada evlenmiş ve memuriyet hayatına başlamıştım. Uzunca süre Ankara ve Konya’da yaşadıktan sonra İstanbul’a geldim. Şimdi bu kadim şehirde ikamet ediyor ve kendi çalışmalarımı sürdürüyorum. Çocukluk ve gençlik yıllarımın verimli ve bereketli geçtiğini söyleyebilirim. Bir müftünün oğlu ve dokuz kardeş arasında büyümüş biri olarak sayısız mutluluklar yaşadım. Rahmetli babam ve evlatlarının iyi yetişmesi için her türlü gayret ve fedakârlığı göstermiş sevgili annem sebebiyle huzurlu bir çocukluk dönemi yaşadım. Ağabeyim, ablalarım, küçük kardeşlerim vardı. Ömrümüz boyunca birbirimize sarıldık ve hemen hiçbir gün aramızda dargınlık, küskünlük yaşanmadı. Rahmetli babam bizim dinî terbiyemizle yakından ilgilenmiş ve her birimizin mümince bir hayat yaşaması için elinden gelen bütün gayreti göstermişti. Anacığım biraz genç yaşta vefat etti ama onun yol göstericiliğini unutmamız mümkün değildir. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun.
Babanızın “Fetâvâyi Hindiyye” isimli 16 ciltlik büyük fıkıh kitabının mütercimi Mustafa Efe olduğunuzu biliyoruz. Bir çocuğun yetişmesinde babaların ve annelerin rolü önemli. Biraz aileden bahseder misiniz? Özellikle telif ve tercüme eserleri bulunan babanızın üzerinizdeki tesiri büyük görünüyor. Ailede sanatla ilgilenen başkaları var mıydı? Sizi desteklediler mi?
İlk sorunuzu cevaplarken de bahsettiğim gibi babam bizim hayatımızın şekillenmesinde büyük paya sahip muhterem bir insandı. Kendisini iyi yetiştirmiş, ülkemizin seçkin İslâm âlimlerinden dersler alıp, ilmiye icazeti kazanmıştı. Önceleri imamlık, vaizlik gibi görevlerde bulunmuş ve girdiği imtihanları kazanarak müftü olmuştu. Kütüphanesi daha çok Arapça eserlerle dolu olduğu gibi tercüme ve telif eserlere de büyük ilgi gösterir ve her çıkan kitapla ilgilenirdi. Çocukluk çağımdan beri evimizde hep ilim, kültür ve medeniyetimizle ilgili konular konuşulur, kitaplar elden ele dolaştırılır, babamın ortaya attığı sorular cevaplandırılırdı. O zaman zaman, dinî ve edebî yarışmalar da açarak bizi ödüllendirirdi. Kendisi de şiir yazar ve bazı dinî bilgileri bu vesile ile nakletme yolunu tercih ederdi. Nitekim eserlerinden bir kısmı manzum şekilde kaleme alınmıştır. Onun sanat ve edebiyata ilgisi bizim için gerçekten yol gösterici olmuş, daha sonraki çalışmalarımıza öncülük etmiştir. Aile ortamının çocuklar üzerindeki etkisi elbette tartışılamaz. Bu hususta kendimi bahtiyar saydığımı söylüyorum. Yüce Allah’ın lütuf ve keremi sayesinde böyle bilgi ve anlayış sahibi bir aile içinde yetişme imkânı buldum. Büyük şairlerimize ait pek çok şiiri ilk kez sevgili ağabeyimin kendisi için hazırladığı defterler içinden okuyup ezberlemeye çalıştım. Şiire, resme ve edebiyatın diğer türlerine ilgim her geçen gün daha da arttı ve ilk kitaplarım henüz Ankara İmam Hatip Okulu’nda öğrenci bulunduğum yıllarda yayınlandı. Bir yarışmada derece alan iki hikâyem pek güzel resimlenerek neşredildiğinde sanki dünyalar benim olmuş gibiydi. Bu yıllar içinde zaten şiirler yazıyor, çeşitli dergi ve mecmualara gönderiyordum. Yazdıklarımın hemen hepsinin neşredildiğini görüyor, çok seviniyordum. İyi bir arkadaş çevrem vardı. Değerli ağabey ve kardeşler arasında bulunuyor, birlikte pek hayırlı çalışmalar yapıyorduk. Sadece şiir sanatı ile ilgili haftalarca süren sohbetlere katılmış, dönemin kıymetli şairleriyle bir arada bulunma fırsatları yakalamıştık. Merhum Arif Nihat Asya, Mehmet Çınarlı, Gömülü Çoban Faik Eryıldız, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Abdurrahim Karakoç ve şimdi isimlerini sayamadığım büyüklerimden pek çok şey öğrendim.
Ben 1970’lerden beri şiir ve desenlerinizi Pınar dergisinden hatırlıyorum. Biraz o çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Ankara İmam Hatip Okulu’nda tahsilimizi sürdürürken o dönemde yayınlanan edebî dergi ve mecmualarını da takip ediyor ve daha çok Pınar adıyla neşredilen aylık bir sanat ve edebiyat dergisi ile yakın ilişki içinde bulunuyorduk. İlk şiir, yazı ve desenlerim o dergide yayınlanmıştı. Yıllarca süren beraberliğimiz hayatımızın daha sonraki yıllarında da etkisini sürdürmüştür. O güzel dergilerin her sayısının ayrı bir hatırası olduğundan hâlâ kütüphanemizin başköşesinde yerlerini koruyorlar.
Sevilen, sayılan ve takip edilen bir sanatkârsınız. Sanatın ve edebiyatın bir eğitimi olmalı mı, çırak usta münasebeti kurulmalı mı? Yoksa bazen insanlar kendi yollarını rahatlıkla çizebilir mi? Mektepli mi, alaylı mı olmak iyi?
Usta çırak ilişkisinin ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Ancak bu daha çok “zanaat” dediğimiz işlerde geçerli olsa gerek. İş “sanat” dediğimiz mevzuya gelince biraz değişiyor. Elbette her işin kendisine göre belirli kuralları vardır ama bana göre bir sanatçı zanaat sahiplerinden biraz ayrı yerde durur. Onun kendine göre bir bakış, anlayış ve çalışma şekli vardır. Burada amatör veya profesyonel ayırımı yapmak doğru olmaz. Herhâlde mühim olan amatör ruh ile profesyonel iş ortaya koymak olmalıdır. Ben herhangi bir yerden icazet almadığı hâlde dünya çapında isim yapmış pek çok sanatçı ismi sayabilirim. Pek çok tahsil görüp, nice mektepler bitirdiği hâlde geride hiçbir önemli eser bırakmamış sayısız kimse gelip geçmiştir dünyadan. Bu sebeple alaylı, mektepli ayırımı yapmak istemem. Mühim olan eserdir.
Çocuk edebiyatına ağırlık verdiniz. Kandil Yayınları’nı kurdunuz, burada çocuklarımız için kitaplar yayımladınız. Kandil Yayınları’nı ne zaman, nerede ve kimlerle kurdunuz? Kaç yıl devam etti, kaç kitap yayımladınız. O dönemle ilgili olarak anlatmak istediğiniz hususlar var mı veya bazı hatıraları paylaşabilir misiniz?
Daha ilk gençlik çağlarında iken çocuklar için yazdığım hikâyeler kitaplaştığında bu konuyla ilgilenmeye karar vermiş ve o dönemlerde milli ve manevi değerlerin işlendiği kitaplara ekmek ve su gibi muhtaç gördüğüm çocuklarımız için çalışmalara başlamıştım. Yüce Allah’ın lütfu ile TRT Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalıştığım 1979 yılı içinde Diyanet İşleri Başkanlığı –o yıl, Unesco tarafından “Çocuk Yılı” ilan edildiğinden- bana bir çocuk dergisi çıkartma teklifi yapmış, ben de bunu hemen kabul edip TRT’den Diyanet İşleri Başkanlığı’na geçerek orada Derleme Yayın Müdür Muavini olarak vazifeye başlamıştım. Diyanet Çocuk Dergisi önce üç ayda bir daha sonra da aylık olmak üzere neşredilmeye başladı. 1983 yılına kadar 40 sayı neşredilen bu derginin her sayısında el emeğimiz, göz nurumuz oldu. Bu yıl içinde yine çocuklar için bir yayınevi kurulması teklifi ile gelen İhsan Arslan ağabeyin kıymetli davetine uyup memuriyetten istifa ederek “Kandil Yayınevi”nin kuruluşuna katıldım. Her türlü alt yapıya sahip bu yayınevinde 100’den fazla çocuk kitabı neşrederek hayırlı bir faaliyet sürdürmeye çalıştık. Şiir, hikâye, masal, ansiklopedi çalışmaları yaparak çocuk yayıncılığında bir çığır açmaya gayret ettik. Nitekim bizden sonra bu çalışmalar daha da çoğalarak kendi kültür ve medeniyetine susuz yavrularımız için pek kıymetli eserler neşredildi. Kandil Yayınevi ilgilileri olarak ayda bir neşredilen Kandil Çocuk dergisini neşretmeye başladığımız sırada yeni bir gazete işine girişildi. Bizim için çok zorlu bir altı ay daha başlamış oldu. Zaman gazetesinin ilk günlerinden bahsediyorum. Onun sahipleri arasında Kandil Yayınevi’ni birlikte kurduğumuz ağabeyimiz de vardı. Sonra değişik ve hayli karmaşık olaylar sebebiyle gazeteden ayrılmak zorunda kaldık. Kandil Yayınevi de eski etkinliğini yitirdi ve bir süre sonra faaliyetine son verdi. Böyle bir macera işte…
İNSANOĞLU EN MÜSTESNA CANLI
Çok kıymetli resimlerinizi sanatseverlere ulaştırıyorsunuz. Kültürümüzü yansıtan, medeniyetimizi aksettiren ve emek mahsulü resimler bunlar. Kitaplarınızın bir kısmının kapaklarını ve içlerini de siz resimlediniz. Öte yandan şiirleriniz, hikâyeleriniz, denemeleriniz ve romanlarınız var. Edebiyat ve resim sanatları arasında kaldığınızı düşünüyor musunuz? Hangisi sizin dünyanızda daha fazla yer tutuyor? Edebiyat mı, resim mi? Veya ikisi birlikte mi?
Bazı arkadaşlar bir konuda ihtisas yapmanın daha iyi olacağından bahisle, “Keşke hiç resim isine girmeseydin, keşke sadece şiirle meşgul olsaydın, keşke bu kadar farklı alanlarda uğraş vermeseydin…” gibi sözler etmişlerdir ama bana göre belki iyi niyetle söylenmiş bu sözlerin pek bir anlamı görünmemektedir. İnsanoğlu yüce Allah’ın özgür yarattığı en müstesna canlıdır. Onun rızası dışına çıkmadığı sürece her işle meşgul olabilir, her yere gidebilir ve elbette sanat ve edebiyatın her türüyle meşgul olabilir diye düşünüyorum. Nitekim bu özgürlük alanından istifade ile her zaman gönül huzuru duymuş, her vakit sevdiğim işlerle uğraşma imkânı bulmuşumdur. Şiiri, hikâyeyi, romanı ne kadar seviyorsam iyi bir resmi, minyatürü, bir hat tablosunu da o kadar seviyorum. Bu sebeple pek çok afiş, kitap kapağı, desen, minyatür ve değişik tekniklerle resimler yapmaya çalıştım. Çeşitli kişisel sergiler açıp, karma sergilere iştirak ettim. Bunların değerlendirmesini gelecek kuşaklar elbette yapacaktır. İnşallah ismimizin hayırla anılmasını sağlayacak ürünler ortaya koymuşuzdur. Mühim olan öldükten sonra yaşamak değil mi? Ve elbette hepsinden daha önemlisi yüce Allah’ın hoşnutluğu değil mi? İnşallah işlerimizi rızasına uygun sayar diye dua ediyorum.
Eserlerinizi bilen, seven ve takip edenler olarak sizi Bâbıâli Sohbetleri’nde dinledik. Fikirlerinizden, duruşunuzdan istifade ettik. Size göre sanatkâr takipçileriyle zaman zaman bir araya gelmeli mi? Yoksa sadece eserini ortaya koyup kenara mı çekilmeli?
Doğrusu kendi iç dünyamda yalnızlığı, inziva ve uzleti tercih etmekteyim. Kalabalık toplantılardan, uzun süren sohbet ve cemiyetlerden pek hoşlandığımı söyleyemem. Bu sebeple sosyal ilişkileri zayıf bir kimseyim. Geniş bir arkadaş çevrem olmadığı hâlde kendimi hiç yalnız hissetmiyorum. Her vakit, “Yapılacak bunca iş varken…” mazereti arkasına sığınıp, fayda sağlamayan toplantılardan kaçınıyorum.
Şiir, yazı ve resim çalışmalarınızla özellikle muhafazakâr camiada sevilen ve hürmet edilen bir isimsiniz. Türkiye’nin diğer yazar ve ressamlarıyla birlikte çalışmalarınız olmuştur. Bu şahsiyetleri sizin gözünüzle tanımak istiyoruz. Biraz basın ve sanat hatıralarınızı merak ediyoruz. Mesela yaşayan usta ressamlardan Gürbüz Azak ile tanışıklığınız var mı? Veya başka isimlerle…
Her ne kadar yalnızlığı tercih etsek de nice toplantılara iştirak etmek, şiir şölenlerine katılmak durumunda kalmışızdır. 67 yıllık ömrümüz içinde pek çok şair, yazar ve sanatkârla tanışma imkânı da bulduk elbette. Kendime göre bir liste de tanzim etmiş, tanıdığım ve sohbet ettiğim ünlü kimseleri ve bazı hatıraları yazmışım. Kimler yok ki listede… Gürbüz ağabeyi de tanıyorum. Ankara’da bulunduğum yıllar içinde sık sık İstanbul’a geliyor ve kendisiyle görüşüyordum. Sonra meşhur çizerlerimizden Şahap Ayhan, Hamit Yüksek, Hasan Karal, Haşim Vatandaş, Halil Kaya, Kasım Özkan, Orhan Akçan, Adnan Çınar, Ahmet Yozgat ve daha nicelerini tanıma imkânı buldum. Gürbüz Azak ağabeyin birkaç çizgi-roman çalışması bizim Kandil Yayınları arasında kitap olarak da neşredilmiştir.
MEDENİYETİMİZE KATKIDA BULUNMALIYIZ
Ufuk açıcı yazı ve resimlerinizde bir bakıma medeniyetimizi odak noktaya alıyorsunuz. Yazar bu konuda sorumluluk duymalı mı? Yani sanatçı, toplumu yönlendirmek ve doğru bildiği yöne doğru çekip götürmek durumunda mı?
Bizim anlayışımıza göre insanoğlu yeryüzüne boşa gönderilmemiş, pek mühim görevler icra etmek ve yüce yaratıcısına kulluğunu göstermek için var edilmiştir. Öyleyse asıl olan inanç ve imandır. Bu sebeple “Hayat, iman ve cihattır!” denilmiştir. Cihadın, ele silah alıp savaşmaktan ibaret bir şey olmadığı malumdur. Kişinin inancı uğruna giriştiği her eylem cihat sayılır. Hakiki kulluktan daha yüce bir cihat da yoktur. Bu sebeple ömrümüzün her döneminde kutsal dinimize hizmet etmek, kendi kültür ve medeniyetimize katkı sağlamak ve bu uğurda eserler vermek zorundayız. Bu kabulleniş sonrasında üretilen her eser elbette toplumu bir şekilde yönlendirecektir. “Sanat sadece sanat içindir!” gibi kof bir anlayışı kabul etmiyor, bunu söyleyen kimselerin bile aslında kendi inanç ve düşüncelerine hizmet için çalıştığını görüyoruz. Sözgelimi dünyanın büyük sanatçıları olarak kabul edilen yazar, şair yahut ressamların eserlerine baktığınızda açıkça bir din ve inancın propagandasının yapıldığını fark edersiniz. Hem nasıl olur da bir sanatçı kendi aile, çevre ve toplumundan uzakta ve onların karşısında durabilir ki? Bütün bunlar kendiliğinden ve zaruri bir seyir içinde oluşup gider. Hiç kimse kendini kandırmasın. Her sanatçı inanç ve kişiliğini ortaya koyar. Evrensel dediğimiz her sanat eseri onu üretenin din ve inancından bağımsız değildir. Hem bize göre evrensel olmanın yegâne yolu fıtratın ne olduğunu anlamak ve ona göre hareket etmekten geçer. İslâm’ı tanıyıp kabul etmemiş hangi sanatçı evrensel olabilir ki? Kendi yaratıcısını tanımayan bir adamın yaptığı hangi işin insanlığa faydası olabilir ki? Kuru gürültü ve reklamlarla hiçbir gerçeğin üstü örtülemez.
Bugüne kadar pek çok uluslararası ödüller aldınız, sergiler açtınız. Muhtelif gazete ve dergilerde yazılarınız, çizgileriniz yayımlandı. Şunu merak ediyorum. Ailede sizi takip eden var mı? Efe Ailesi’nde yeni sanatkârlar yetişiyor mu?
Yüce Allah’a tekrar tekrar hamd ederim ki çocuklarım ve dahi torunlarım da ilim, sanat ve kültürle iç içe bir hayat yaşamaktadır. Büyük oğlum Mustafa Cemil Efe Türkiye ve dünyaca tanınan bir hattat olarak nadide eserler üretmekte ve talebeler yetiştirerek hizmetini yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Küçük oğlum akademik faaliyet içinde olup, Hadis ilminde doktorasını tamamlamak üzere… Bir torunum üniversite imtihanlarında Türkiye üçüncüsü olduğu hâlde İlahiyat Fakültesi’ni tercih etmiş, aynı zamanda Hukuk tahsili de görmektedir. Bir başka torunum İslâm sanatları konusunda yüksek lisansını sürdürmekte, bir diğeri de resim ve tezhip sanatıyla ilgilenmektedir. Evlat ve torunlarımın bizden çok daha faydalı ve kıymetli eserler ortaya koyacağına inancım tamdır. Yüceler yücesi Mevlâmız bütün yavrularımız gibi onların da yol ve bahtlarını açık eylesin.
TARİHÎ DİZİLER FAYDALI
Malazgirt’ten Söğüt’e, Söğüt’ten Viyana’ya gibi eserlerinizde Selçuklu ve Osmanlı dönemleri işleniyor. Kendi geçmişimize son yıllarda büyük ilgi var. Tarihi ele alan filmler, romanlar çok yazılmaya başlandı. Kitap fuarlarında konusunu tarihten alan kitaplara rağbet çok. Toplumda tarihe büyük alaka var. Bu bir bakıma mazimizle buluşma, barışma olarak adlandırılabilir mi? Galiba biz ecdadımızı yeni yeni keşfettik, ne dersiniz?
Doğru bir tespitte bulunuyorsunuz. Gerçekten uzun yıllar boyunca biz kendi kültür ve medeniyetimize yabancılaştırılmış, pek çok değerinden uzakta bırakılmış bir toplumuz. Birileri bizi ecdadımızdan ve onun eserlerinden fersah fersah uzaklaşmış mankurtlar hâline getirmeye çalışmıştır. Atalarına ve bilhassa İslâm’ı temsil ettiği bilinen Osmanlı’ya düşmanca yaklaşan zümreler bizim onların haklı mücadelelerini öğrenmemize fırsat vermemek için her yolu denemişlerdir. Ne var ki hiçbir hakikatin üstünü örtmek mümkün değildir. Yalan söyleyen tarihin mumu ancak yatsıya kadar yanacaktır. Tarih ve onun gerçekleriyle ilgilenmek geleceğin kurulması aşamasında en önemli duraklardan biridir. Bu sebeple gerçeğe uygun yazılmış eserlere olan ihtiyacımız suya ve ekmeğe olan ihtiyacımız gibidir. Son yıllarda konuyla ilgili olarak çekilen film ve dizilerin de faydalı olacağını düşünüyor ve bu tür çalışmaların artarak devamını diliyoruz. Bizde daha nice kahramanlık hikâyeleri, nice büyük destanlar ve insanlığın felahına sebep olacak mevzular vardır…
Dinî, tarihî ve edebî eserler neşrettiniz, edebiyatın muhtelif türlerinde eserler kaleme aldınız ve birçok ödül aldınız. Ödüllerin sanatçıyı teşvik etme, moral verme gibi bir misyonu olduğu söylenebilir mi?
Ödüllerin bilhassa genç sanatçıları teşvik ettiği söylenebilir. Bu sebeple faydalı olduğunu da kabul ediyoruz. Elverir ki değerlendirme kurulları görevlerini samimiyet ve hakkaniyet içinde yapsınlar!
Hançer, Bilgin ile Kayıkçı, Bir Savaş Oyunu, Dağdaki Oyuncak, Define, Dünyaya Gülmek, Sönmeyen Yıldızlar, Uçurtmam Kuşlardan Güzel, Çölde Kanat Sesleri, Hançer ve Sis adlarıyla neşredilmiş hikâye kitaplarınız var… Hikâyeye diğer türlerden daha fazla zaman ayırdığınızı söyleyebilir miyiz?
Pek çok hikâye kitabımız yayınlandı. Bu doğrudur ama yeterince okunup istifade edildiği konusunda biraz karamsarım. Türkiye’mizde zaten kitap okuma alışkanlığı az görünüyor. Bir de medyatik olmadığınız zaman eserleriniz kıyıda köşede kalarak okuyucusuna ulaşamıyor. İnşallah diğer çalışmalarımız gibi bu kitaplar da çokça basılıp çocuklarımız ve genç insanlarımıza ulaşır diye düşünüyorum. Bir edebi tür olarak ‘hikâye’nin önemini biliyoruz. Mühim olansa bu türleri birbirinden ayırmadan faydalı olmaya çalışmaktır. Bütün ırmaklar bir denizde birleşmek üzere akmaz mı?
Şiir de vazgeçemediğiniz edebî bir tür. Çok kıymetli şiirleriniz var. Bir kısmını Veda, Can Gazeli, Hüma, Bir Yalnız Ağaç, Hasretin Yedi Rengi, Işığın Yüreği, Zümrüdüankayı Arayan Çocuk, İğdeler Çiçek Açınca isimli kitaplarda topladınız. Daha sonra yayınlanan Bütün Şiirleri kitabınızda bu eserlerin tamamı bir araya mı getirildi? Türk şiirinin bugünkü hâli hakkında neler söylemek istersiniz? Bir de şunu merak ediyorum. Genç şairler, muhteva ve şekilde gelenekten yeterince yararlanabiliyor mu?
Şiire karşı çocukluk döneminden beri büyük ilgi duymakta olduğumu daha önce de söylemiştim. Edebî türler arasında onun muhakkak ki başka bir yeri vardır. Bütün Şiirleri adıyla yayınlanan kitap içinde daha önceki yıllarda neşredilmiş kitaplarımız bir araya getirildi ama yazılmış birçok şiir de maalesef bu eser içine konulamadı. İnşallah yeni baskıları yapıldığında okuyucu daha fazla şiirimizle karşılaşacaktır. Bunların bir kısmını seslendirerek küçük klipler hâline de getirdik. İsteyen kardeşlerimiz YouTube’da bunları bulup dinleyebilir. Türk şiirinin bugünkü hâline dair çok fazla şeyler söylemek durumunda değilim. Her dönem kendi büyük şairini ortaya çıkarıyor zaten. Aradan zaman geçmesi gerek. Biz Yûnus Emre gibi bir şairi bile vefatından asırlar sonra tanıyabildik. Doğrusunu söylemek gerekirse bu dönemde serbest şiir denilen akıma fazla rağbet gösterilmiş ve gelenekten hayli kopulmuş durumda. Bunun neler getirip götürdüğünü ise yine zaman gösterecek. Ben kendi adıma -bazı serbest şiirler de yazmış olmama rağmen-, aruz ve hecenin üstünlüğünü kabul ediyor ve geleneğin bir şekilde takibini tercih ediyorum.
Çocuk edebiyatının en başat türlerinden olan “masal”a da çalışmalarınızda geniş yer verdiniz. Keloğlan Keleşoğlan, Ağacın Rüyası, Anadolu Masalları, Gökkuşağındaki Salıncak, Kafdağındaki Adam, Masal Rüzgârı, Minyatürlerle Dünya Masalları, Tuzaktaki Kaplan gibi eserlere imza attınız. Masalın çocuğun yetişmesindeki rolü nedir? Bugün anneler artık çocuklarına masal söylüyor mu? Bu sözlü kültür yaşıyor mu, yaşatılması için neler yapılmalı?
Daha önceki yıllarda Hece dergisi için masal hakkındaki düşüncelerimizi açıklayan bir yazı kaleme almıştım. Oradan birkaç paragraf naklederek sorunuza cevap vermiş olayım inşallah.
“Pedegoglar masalların çocuk eğitimindeki önemi üzerinde durmuş ve bu konuda yapılması gerekenleri ayrıntılarıyla açıklamışlardır. Jan Jak Russo gibi kapitalizmin temellerine atmış düşünürlere rağmen, aklı başında herkes, içinde kötülerin cezalandırılıp iyilerin mutlu sona kavuştuğu masalların, çocuk eğitiminde mutlaka kullanılması gerektiğini belirtmişlerdir. Hatta bu amaçla yapma masallar yazılmış, çeşitli eserler kaleme alınmıştır.
Masallar da ninniler gibidir. Kendiliğinden doğmakta; olmazları oldurup, gülmezleri güldürüp, acıları dindirmektedir.
Görülmüş güzel rüyalar gibidir masallar…
Acılı gönlü sevindirir, sıkıntıları giderir, zalimden öç alma duygusunu doğurup adaleti sağlar. Onda, hiç bir küfür, haksızlık ve ayrımcılık olmaz. Bir yoksul köylü kızı ile padişahın oğlu bir arada, padişah, fakir bir dervişin dizi dibinde ondan nasihat dinlemektedir. Çevre alabildiğine geniş ve ruha dinginlik verecek kadar uçsuz bucaksızdır. Nerede olduğu bilinmeyen ve pek de merak edilmeyen bir “Kafdağı” vardır ve her şey alabildiğine coşkun yaşanır orda. Bizi sınırlayan “zaman” da inanılmaz şekilde genişlemiştir masallarda; bir anda çağları aşar, bin yıl öncesine yahut sonrasına sıçrarız. Bütün bunlar özgürlüğün, hürriyetin, sonsuzluk arzusunun içimizde aldığı biçimdir işte. Bu yüzden masal, hayatın en gerçek yanıdır!
İnsan, hangi toplum içinde ve hangi coğrafyada doğmuş olursa olsun temiz, pak, nezih ve masumdur. Yaratılıştan gelen bu safiyet daha sonra aile, okul, çevre ve toplum tarafından emilip yok edilmekte, sığınılacak limanlar birer birer kaybolmaktadır. İyilik isteğinin yerini bencillik, yardım isteğinin yerini menfaat ilişkileri doldurmakta, hürriyete açılan kapı sık sık kapanmaktadır. Tam bu yerde azgın dalgalar arasında bir kurtuluş gemisi gibi belirir masal ve yaşı otuzu bile geçmiş olsa bütün çocukları acılarından kurtarır!”
ŞER GÜÇLER ÇALIŞMALARINI SÜRDÜRÜYOR
Yûnus, Bilal’in Çiçeği, Bozkır Yılanı, Son Av, Köse Mihal, Küçük Deli, Kutlu ile Melinda, Buz Kırığı, Zenâdika, Heyâkil, Sayyad ve Ceylan romanlarınızdan bazıları. Bunların bir kısmında günümüze ciddi göndermelerde bulunuyorsunuz. Buz Kırığı romanınızda bir sahte mesihin hikâyesini anlatıyorsunuz. Ben bilhassa Heyâkil isimli romanınızla 15 Temmuz ihaneti arasında bir bağlantı kurdum. Biliyorsunuz Türkiye’nin iç ve dış düşmanları hep olmuştur. En son FETÖ’nün teşebbüsüyle kanlı 15 Temmuz İhaneti’ni yaşadık. Dış ülkeler boş durmuyor. Hudutlarımızda PKK eliyle bölücü devlet kurmaya çalışan emperyalist ülkeler var. Size göre Türkiye’miz böyle bir durumda iken çağın tanığı olan aydınlara, bilhassa sanatçılara ne gibi görevler düşüyor? Vatan sevgisini genç nesillere aşılamak için neler yapılabilir?
Son yıllarda roman çalışmalarına ağırlık verdiğimi söylemeliyim. Bu türün kendine özge ayrıcalıkları da var. Kişi meramını çok daha geniş bir perspektif içinde ve daha derin surette anlatabiliyor. Çoğu tarihî roman tarzında kaleme alınan bu eserler aslında üstü örtülü bazı gerçeklere ışık tutma amacı taşımaktadır. Bilhassa Buz Kırığı, Zenâdika ve Heyâkil romanları, dinin istismarı ile gerçekleştirilen yıkımın büyüklüğünü ortaya koymak isteyen çalışmalardır. İnsanı derinden yaralayan şey de budur diye düşünüyorum. Birileri yüce İslâm’ın öğretilerini bozmak ve bir mümin olarak en kutsalımız olması gereken dinimizi istismar etmek suretiyle kendi bozuk inanç ve ideolojisini kabul ettirme yolunu tercih etmiştir. Tarihte benzerini çok yaşadığımız ilhad hareketleri ve zındıklıkla mücadele pek önemli bir görevdir diye düşünmekteyim. Bir milleti çökertmenin en kısa yolunun onun din ve inancını yıkmaktan geçtiğini bilen şer güçler çalışmalarını “modernizm”, “yenilikçilik” vb. adlarla da sürdürmektedir. Bu tür çalışmaları eleştirmek ve ihaneti ortaya koymak gayesiyle kaleme aldığımız Zenbil, Mihenk ve Tasvir isimli kitaplarımız neşredilmiştir. Adını verdiğimiz romanlar ve diğer kitaplarımız teyakkuz hâlini korumamız gerektiğine işaret ediyorlar ama yeterince okunup istifade edildiğini zannetmiyorum. Bizim yakın arkadaşlarımızın bile bu eserlerden haberdar olmaması gerçekten üzücü… Medyatik bakış açılarının değişmesi dileğiyle…
Son olarak edebiyat ve sanatla ilgilenmek isteyen gençlerimize ve meraklı yetişkinlere tavsiyelerinizi alabilir miyiz? Ne yapsınlar, nasıl hareket etsinler?
Herhalde çok okumak gerekiyor. Çok seyretmek yerine, çok okumak… Genç kardeşlerimize her zaman söylediğimiz gibi ilim ve kültür yolunda gayret göstermeleri gerek. Bunun yegâne çaresi de okuma alışkanlığı kazanarak kitap sayfaları arasına gömülmektir. Yüce Allah’ımızın ilk emrinin de “Oku!” olduğunu düşünerek hareket etmemiz lazım. Okumanın soylu bir erdem olduğu bilinci yaygınlaşırsa cehalet ediğimiz en büyük bela üzerimizden savuşup gidecektir. Bana göre, yazması gereken herkes yazacak ve elbette vazifesini yerine getirecek. Lakin herkesin yazar olması da gerekmiyor. Önemli olan iyi bir okuyucu olmak diyerek sözümü tamamlamak isterim.
Ahmet Beyefendi sorularıma vereceğiniz cevaplar için çok teşekkür ediyorum. Allah razı olsun.
Ben de size teşekkür ederim. Allah’a emanet olasınız.
SANATA VE EDEBİYATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR
1955 yılında Kayseri’de doğdu. 1974 yılında Ankara İmam-Hatip Lisesi ve 1979 yılında Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldu.
Yedi yıl kadar Diyanet İşleri Başkanlığı ve TRT Genel Müdürlüklerinde memur olarak çalıştı. 1983 yılında çocuk kitapları neşreden Kandil Yayınevi’nin kuruluşuna katıldı. 13 sayı süren Kandil Çocuk Dergisi’ni yönetti. Çok sayıda çocuk kitabı neşretti. 1985 yılında Türkiye Yazarlar Birliği’nce, 2014 yılında ESKADER tarafından çocuk edebiyatı dalında yılın yazarı seçildi. Milli Eğitim Bakanlığı’nca düzenlenen şiir yarışmasında ve çeşitli kurum ve kuruluşun açtığı yarışmalarda ödüller aldı. Bazı şiir ve hikâyeleri ilköğretim ders kitapları içine girdi. Çeşitli gazetelerde, kültür, sanat, edebiyat ve çocuk edebiyatına dair yazı ve şiirler yayınladı. Gençlik, Çerağ ve Ankâ dergilerinde editörlük ve yayın yönetmenliği yaptı. Çocuklara yönelik kısa ve uzun metrajlı televizyon filmleri çekti. Senaryo yazarlığı ve yönetmenlik yaptı. Çeşitli radyo ve TV programları hazırladı. Hat, tezhip, minyatür ve ağaç işçiliği ile ilgili müstakil sergiler açtı, karma sergilere katıldı. 2009 yılından itibaren çalışmalarını İstanbul’da sürdürmekte olan Ahmet Efe evli ve üç çocuk babasıdır.
Şiir, hikâye, roman, deneme, ansiklopedi ve biyografi dallarında yayınlanmış 100’den fazla eseri bulunuyor.
Yazarın çocuklara yönelik bazı eserleri şunlardır:
Çocuklar Güle Benzer / Çocuk Edebiyatı Antolojisi -1- (Nur Yayınları)
Çiçek Yağmuru / Çocuk Edebiyatı Antolojisi -2- (Nur Yayınları)
Kafdağı Uzak Değil / Çocuk Edebiyatı Antolojisi –3- (Esra Yayınları)
Işığın Yüreği / Şiir (Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları)
İğdeler Çiçek Açınca / Şiir (Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları)
Ellerin Üşümesin / Şiir (Seha Yayınları)
Zümrüdüankayı Arayan Çocuk / Şiir (Nar Yayınları)
Uçurtmam Kuşlardan Güzel / Hikâye (Çocuk Vakfı Yayınları)
Gökkuşağındaki Salıncak / Hikâye (Nar Yayınları)
Dağdaki Oyuncak / Hikâye (Kandil Yayınları)
Bir Savaş Oyunu / Hikâye (Nar Yayınları)
Kafdağındaki Adam / Hikâye (Nar Yayınları)
Tarih ve Kahramanlık Hikâyeleri / Hikâye (Akçağ Yayınları)
Üç Kandil / Roman (Kandil Yayınları)
Bilal’in Çiçeği / Roman (Seha Yayınları)
Son Av / Roman (Nar Yayınları)
Cepheye Koşmak / Piyes (Diyanet İşl. Bşk. Yayınları)
Sultan Fatih’in Düşü / Piyes (Nar Yayınları)
Atlar Nerede Kışlayacak / Piyes (Esra Yayınları)
Keloğlan Keleş Oğlan / Masal (Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları)
Ağacın Rüyası / Masal (Nar Yayınları)
Minyatürlerle Dünya Masalları / Masal (Nar Yayınları)
Beydebâ Masalları / Masal (Nar Yayınları)
Çocuklar ve Gençler İçin İslâm Ansiklopedisi / Ansiklopedi (Akçağ Yayınları)
Çocuklar ve Gençler İçin İslâm Büyükleri Ansiklopedisi / Ansiklopedi (Akçağ Yayınları)
Çocuklar ve Gençler İçin Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi / Ansiklopedi (Akçağ Yayınları)
Çocuklar ve Gençler İçin Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi / Ansiklopedi (Akçağ Yayınları)