Bir akşam üzeri grinin her tonunu sergileyen gökyüzü ile zaman tüneli yolculuğuna çıktım. Yıllar önce, bir mülakatta kendimi tek cümlede ifade etmemi istedikleri vakit: ‘’ Benim hayatımda grinin tonları yoktur. Siyah ve beyaz vardır. ‘’ demiştim. Sığ bir soruya verilebilecek sığ cevap iddialı bulunmuş olacak ki mülakatı geçtim.
Geçen yirmi yılda kaç gri ve grinin tonu ile karşılaştım, benimsedim. İlk gençlik yıllarımda öğretilmiş hararetimi şimdi tebessümle yâd ediyorum. Kim bilir hangi kişisel gelişim kitabının kaçıncı sayfası beynime kodlamıştı griyi reddetmem gerektiğini. Bunları düşünürken, zemheride yazlık pardösü ile kendimi sokakta buldum.
Biraz yürüyüş yapıp dönmekti düşüncem. Hafif hafif yağmurun çiselemeye başladığını fark ettim. Çok değil bir ay önce kıtlık, susuzluk tartışmalarının ortasında yaza kuraklık endişesi taşıyan insan an itibariyle çiseleyen yağmurdan korkar vaziyette bir taraflara kaçışıyordu. İnsanların panik hallerini gözlemledim. Ben ağır azim çevremde olup bitene derinleşirken, bir anda sağanak bastırdı.
Yalnızlığıma nispet yağmur tuttu ellerimden. Yağmura dair yazılmamış şiirlerim, yarım kalmış öykülerim, sınıfta kaldığım hayallerim vardı. Kimi zaman kalbimin derinliklerinde söylediğim şarkıyı yaşamama engel bir kader vardı. Zaferlerim, sevinçlerim, kazançlarımın da hatırı sayılırdı. Hayata dair heybemde biriktirdiklerimle şemsiyemi atıp, kendimi gökyüzünün himayesine bırakıp, rahmetin hücrelerime kadar işlemesini hissettim.
Her bir yağmur damlası ile bir parça kırgınlık, bir parça eksiklik, korkularım akıp gidiyordu adeta. Yüreğimde koru dinmeyen alevler yağmurla birleşen dualarımı bekliyordu sönmek için. Dünün neşesinin hatıraları ile canımı acıtan hüzünleri yağmur sularına bıraktım. Geleceğe dair yitmeyen umudum, her damlada dua olup döküldü yüreğimden dilime. Tefekkür ve teslimiyetin hazzı ezan sesiyle zirveye ulaştı. Bir buz kütlesi halinde camiye girdiğim vakit, yağmur, ezan, cemaat ile namaz kılabilmek, sınırsız şükür sebepleri ortasında, gözyaşlarımla ısınırken, başka bir âleme geçmiş gibi buldum kendimi.
Islak ıslak namazımı kılıp dışarı çıktığımda yağmur çoktan dinmişti. Yerini eşsiz bir rayiha, berrak bir gökyüzü ve insanın içine kadar işleyen rüzgâra bırakmıştı. Yaşadığım rahmet zahmetin şiddetini hissettirmiyordu. Bu hazzı yarım bırakmaya hiç niyetim yoktu. Biraz daha yürüyüş yapıp, bir simit alıp, gökyüzünü, kuşların dansını seyre daldım yine bir cami avlusunda. Yaş bankların üzerinde oturup, buz kütlesi bir gövde, ateşten bir ruh haliyle, kuşların rızkını toplaması, insanların akşam saatinde toparlanma telaşı, hayatın meşakkatini gözlemlerken, bir ayet geldi aklıma.
Mülk Suresi 30. Ayet:
‘’ Bir de şunu sor: ‘Suyunuz çekiliverse size yerden kaynayan suyu kim getirebilir?’ ‘
İnsan hayatını öğretilmiş hırs, yarış, ego, korku, endişe, çaresizlik ile heba ederken, ne büyük yanılgı içindeydi. Gökyüzü kurusa, bir damla yağmur akmasa kim bize su getirebilir? Bir buğday başağını topraktan çıkaracak kudretimiz var mı? Rızık, insanların kaderi, kendi ellerimizde zannı ile güç zehirlenmesi içinde gafletin kollarında yok oluyoruz.
Yağmurla yaşadığım aşkın sarhoşluğu üzerimden geçmeye başladığı dakikalarda, vücudumu tepeden tırnağa saran bir soğukla eve vardım. Sıcacık evime attığım ilk adımda, dolabımda giyinebileceğim kalın kışlıklarımın varlığı şükür sebebimken, var yokun halinden anlamazı anlatmanın yolu bu olmalı diye düşündüm.
Akabinde zatürreye yakalanmasam da şiddetli bir soğuk algınlığıyla düştüğüm vakit; yatacak sıcacık bir yatağımın olması, ocakta kaynayan bir çorbam, içimi ısıtan bir fincan ıhlamur, yataktan birkaç gün içerisinde kalkabilmek ümidi ile dermansız ağır hastalıklarla mücadele edenlere dua ettim. Bir hafta sonunda odamdaki çiçeğin kokusu burnuma geldiğinde yeni doğmuş birinin sevinciyle nefes almak başta olmak üzere, beş duyumun sağlığına binlerce şükrettim. Ve geçmiş olsun diyecek kocaman bir ailem, dostlarım, arkadaşlarım, şu an bu satırları okuyan güzel insanların, sevgi dolu varlıklarına şükrettim.
Hastalık sizlerden uzak olsun. Siz yine de pencere arkasından, sağlıkla, yağmurda tefekkür edin, şükrünüz daim olsun. Bir çocuk masumiyetinde, bir yaşlının dingin iç çekişinde, bir kediciğin sakinliğinde dışarı bakın. Pencerelerdeki yağmur damlacıklarının vitray sanatı gibi şık, parıltılı süzülüşü, ağaçların dallarından sarkan kristal huzmesi, mis gibi toprak kokusu… Derin derin nefes alıp verdikçe dıştan içe arınmışlık hissi ile doluvermek. Sıcacık evinizde yağmur altında kalan insanlara tebessümle bir dua yollamayı ihmal etmezken, size eşlik etsin bir kitap ve kahve kokusu…