Valsın bütün dünyayı kasıp kavurduğu en popüler dönemlerini yaşadığı 19. Yüzyıl başlarında Osmanlı Sarayı’na konuk olarak Fransız bir müzisyen gelir. Ağırlama görevi Dede Efendi’ye düşer. İki müzik adamı bir araya gelince müzik ile ilgili söyleşi başlar. Bir ara Fransız müzisyen, valsın anavatanından çıkmış olmanın gururu, cesareti ile biraz da küçümser tavırda Dede Efendi’ye sorar:
-Siz valsı hiç duymadınız mı? Bildiğim kadarı ile vals Osmanlı’da bilinmiyor. Bu konuda bir eseriniz var mı?
Dede Efendi biraz canı sıkılarak:
-Bu vals nasıl bir şeydir Üstadım? Bir örnek verebilir misiniz? Belki biliyoruzdur.
Bunun üzerine müzisyen kemanıyla en popüler parçalardan birini çalar. Dede Efendi dinler ve ardından
-Tamam, Azizim, şimdi hatırladım. Biz bu valsı yüzyıllardır biliyoruz. Arşivimde bir örneği olacaktı. Müsaade ederseniz bir bakıp notaları getireyim.
Ve Dede Efendi konuğunun yanından ayrılır, çok kısa dakikalar içerisinde ‘’Yine Bir Gülnihal Aldı Bu Gönlümü’’ adlı parçayı besteler, notaya geçirir, Fransız müzisyene getirir, çalmaya başlar. Fransız müzisyen duyar duymaz kıskançlık yanında mahcupluk duygularını da yaşar. Son darbeyi alır Dede Efendi’den:
-Biz valsı yıllardır biliriz ama kulağımız daha gelişmiş müzik zevklerine alışkın olduğundan bunu pek kullanmayız.
Tarihimize ve sanatımıza sahip çıktıkça, öz bahçemizde dolaşıp, hazinelerimizin kıymetini bildikçe; büyük sanat ve medeniyetimizin hasımları bozguna uğrayacaktır. Yeni model arayışları içinde kaybolurken; milli değerlerimize sahip çıkmamız, korumamız, sevmemiz, yorumlayıp, anlamamız ve insanlara anlatmamız, hoşgörü, sevgi adına, ecdadımıza vefa adına, bizlerin vazifesi. Ardında bıraktığı üç yüz bestesi ile ruhlarımıza şifa olan Dede Efendi’yi doğum gününde yâd ederek bir nebze vazifeden pay alabilmeyi umuyoruz.
Hicri: 10 Zilhicce 1191/ Miladi: 9 Ocak 1778’de dünyaya gelen musikimizin Itrî’den sonra en büyük bestekârı Hammâmizade İsmail Dede Efendi’nin babası geçimini hamam işletmeciliği ile sağladığı için kendisine ‘’ Hammâmizade’’ denilmiştir. Bestekârlığının yanı sıra Neyzenliği ve ses sanatçılığı ile de ünlüdür. Müzik yeteneği ve sesinin güzelliği çok küçük yaşlarda dikkat çekince Uncuzade Mehmet Efendi’den özel dersler almıştır. Yenikapı Mevlevihane’sinde şeyhi Ali Nutki Dede’ye bağlanmış; yirmi iki yaşında iken 1001 gün süren Mevlevi çilesini tamamlayıp ‘’ Dede’’ olmuştur. Çilede iken ilk bestelediği şarkı ile Padişah III. Selim’in dikkatini çekmiş art arda gelen besteleri ile devrin gözde bestekârları arasına girmiştir. Yüksek saray görevlerinden padişah musahipliğine ve müezzinbaşılığa atanmıştır. Sarayda fasıllara katılırken bir taraftan da öğrenci yetiştirerek Klasik Türk Musikisine; Zekai Dede, Dellalzade İsmail Efendi, Eyyubi Mehmet Bey gibi büyük bestekârlar kazandırmıştır.
Dede Efendi; sarayı, camileri, dergâhları, kırları, aşkları, eğlence ve hüzünleri ile tarihimizin güçlü çağından aldığı renkleri, musikisiye ahenkli bir şekilde yerleştirmiştir. Türk musikisine bağlı kalmış, Sultan Abdülmecid döneminde Batı Musikisine ciddi alaka gösterilmesinden derin üzüntü duymuştur. İçtenlik ve akıcılığa önem vermiştir.
‘’ Ey büt-i nev-edâ olmuşum müptelâ’’ Hicaz Semai eseri… Oğlunun vefatından duyduğu üzüntü ile evlat acısını bestelediği ‘’Bir gonca-femin yâresi var ciğerimde’’ gibi bizi bizden alan besteleri ile hayat damarımız olan, yerini hiç yitirmeyecek; yıllar geçtikçe daha iyi anlaşılıp, anlatılacak olan Dede Efendi’nin Sultanahmet Akbıyık’taki evi restore edilmiş, bir tutam huzur arayan ziyaretçi ve hayranlarının hizmetine sunulmuştur.
Mah yüzüne aşıkanım
Taze bitmiş gülfidanım
Efendim nazlı cânânım
Seni gayet sevdi canım
Severim yoktur yalanım
Hoş edalı nazik peri
Görenler olur müşteri
Canım versem vardır yeri
Seni gayet sevdi canım
Severim yoktur yalanım