Yol hikâyem, adına türküler yakılan Fırat Nehri’nin sevkulceyş noktalarından biri olan kayısı diyarında başladı. Hititler ’den Selçuklu ’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine uzanan tarihi süreçte uygarlıkları bağrında besleyen, uğruna savaşlar verilen binlerce yıla şahitlik etmiş kadim bir şehir Malatya.
Lise yıllarımda, yaklaşık üç yıl bir Ege kasabasında Misak-ı Milli ruhunun beşiği olan topraklarda yaşamayı tecrübe ettim. Üç yılın bitiminde geri dönecektim. Doğduğum şehir, doyduğum şehir olacaktı ve iş hayatına orada adım atacaktım.
Küçüklükten Yeşilçam Sinemalarının İstanbul’u bilinçaltında yer yapmıştı mutlaka. Küçük yaşlardaki hayranlık ilerleyen yaşlarda tarih bilinciyle birleştiğinde aşka dönüştü. İstanbul bir kent değildi, çok özel ruha sahip ayrıcalıklı bir şehirdi.
Kurum içi eğitimlerin uzun olması, İstanbul’da olması için can atarken; çok bunalıp yorulunca Cuma mesai bitimi kendimi havaalanında bulurdum. Lale dönemi olunca, lalelere gider, nefessiz kalınca nefesin olur, martı özlersin, deniz, cami, bir saray hatta tramvay sesi. Yaz olunca adalar gözünde tüter. Bozası, profiterolü, kahvesi, muhallebisi kendine has lezzetleri, tarihi yeme içme yerleri…
İstanbul’a gitmek, uçan bir halıda büyülü bir şehre iniş yapmak gibiydi benim için. Her defasında aynı heyecan, aynı mutluluk… Artık bu şehirde yaşıyor olduğum halde giriş çıkışlarda aynı duyguları çok canlı yaşamaya devam ederim. Dönüş saatleri yaklaşınca bir annenin evladından ayrılması, aşığın maşukunu geride bırakması gibi ağır bir acı çöker yüreğime. Uçak saatini kaçırmak için her defasında dua ederdim. Bir uçuş esnasında herkes uçağa alınmıştı, bilet işlemi yapılırken tamam sorun yok kapı kapandıysa demiştim, görevli neredeyse çeke çeke beni uçağa götürmüştü. Yetişkin ergen hallere düştüğüm de olmuştur bu sevda uğruna.
Napolyon der ki: ‘’ Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.’’ Bin altı yüz yıl başkentlik yapmış, sürekli kozmopolit, sekiz bin yıllık tarihe adını kazımış bir şehir İstanbul. Şehirlerin kraliçesi, sultanı. Bizans’tan Osmanlı’ya her dönemde yöneten hükümdarlar, padişahlar şehre ne katabilirim, değerlerini nasıl korurum zihniyeti ile yaklaşıp büyük bir medeniyet yoğurmuşlar tarih içinde. Medeniyetler kavşağı İstanbul’a bakmadan Paris’te yaşayan birisi Mısır’ı göremez. Aynı şekilde Kazakistan’da yaşayan biri İstanbul’a bakmadan İtalya’yı göremez. Şarkın ve garbın arasında köprüdür İstanbul.
Bir şehirde doğmak ile oralı olunmuyor. Şehirlerin ruhları vardır. O ruhu anlayabiliyorsanız, şehrin sunduklarını içselleştirip kendinizi buluyorsanız orası sizin yuvanızdır. Turistik amaç dışında, kardeşimin memuriyeti vesilesi ile çok şehirler gezdim, yaşadım, yollar devam ediyor. Lakin yolların sonu hep İstanbul’a çıkıyor. Ruhumun yoğrulduğu şehir…
Vuslat neticesinde Tarihi Yarımada’da yaşamak nasip oldu. İlk yıllarda plaza hayatı, kent yaşamının temposuna uygun, kapitalist bir meslek icra etsem de kentli ile şehirli arasında sıkışmış hayatım şu an edebiyat ve sosyoloji ile huzura erdi. Otomatik geçişli kapılar, yetişmek zorunda olunan toplantılar, hedefler, sorumluluklar karşısında İstanbul’un dünya kenti yüzü ile tanışmış olursunuz. İstanbul’da bir yıl çalışan insan öncesinde yirmi yıl çalışmış dahi olsa meslek icra ettim diyemeyeceğini anlar. Doktora programlarını arkasında bırakacak, güçlü bir hayat okuludur bu kent. Ya hızına uyum sağlar başarırsınız, ya da seksen yıl burada yaşasanız da verdiklerini alamamış nafile bir ömrün sahibi olursunuz.
Şehir insana kimlik verir mi evet veriyor. Heybemde biriktirdiklerimle; gözlemlemek, anlamak, farkındalık yaşamak bu okulda beni başarılı kılacaktı. Bu şehir kimliğimi tamamlamama imkân verdi, güç verdi, ruhumu yeniledi. Bir anlamda kendimi gerçekleştirdim demek mümkün.
Kentli kimliğimden emekliye ayrılıp şehirli olunca, şehir sözlere dökülmeyen seslerini fısıldamaya başladı kulaklarıma… Kültürünün belirleyici etkileri dışında doğa denilen bir boyut var ki, bu şehrin ağaçlarına âşık olmamak mümkün değildir. Her bir köşesinde özel arkadaşım ağaçlar oldu. Gölgesinde dört mevsimi takip ettiğim, dokunup, sarılıp dertleştiğim, yapraklarını kurutup sakladığım, zamanla adlarına yazılar yazdığım.
Caddenin kalabalığından bunalıp bir sokağa sapıp, ilerledikçe mahalle aralarında sizi neyin karşılayacağını bilmemek şehrin gizemi ve size sunduğu bitmeyen sürprizleridir. Bazen beklenmedik şekilde muhteşem bir deniz manzarasına açılır yollar, bazen yüzyıllık bir kiliseye, bazen tarihi bir konağa… Kurulan bir semt pazarı dahi sırtını ya bir kiliseye, ya bir camiye ya da külliyeye dayar. Pazar alışverişi olur size zevk. Pazar arabası elinizde merak edip o kalabalıkta bir mahalleye dalar, dolambaç gibi yollar sizi nereye çıkarır bilmezsiniz. Bir cami avlusu bulunca sizi mutlaka merkezi bir caddeye ulaştıracağı güveni ile keşif bitmez. Pazar arabası bir tarafta siz bir tarafta, dakikalarca fotoğraf çekip, yazı yazarsınız, herkes için bir iki saat olan alışveriş neredeyse tüm gününüzü alır.
Güneş en güzel İstanbul’da doğar. Kubbelerin, minarelerin tepelerine yansıyan ışıklar, denizle birleşince ya ressam ya şair olmak istersiniz. Deniz bir tek İstanbul’da sizinle konuşur. İlkbaharda capcanlı bir mavi patiska, sonbaharda grinin tonları ile hüznünüzü paylaşan, kışın kar yağdığı zaman çok istisna denk gelen beyaz bir örtü.
Taşı toprağı altın derlermiş; nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen, cebini doldursa da ruhuna hiç yatırım yapmamış gecekondu göçmenleri, mülteci göçleri, tüm kozmopolit yapısına karşı hoyratça kullanılıp, yıpratılmaya çalışılsa da o güçlü bir kraliçe, sultan ilelebet tüm dünyanın gözlerini kamaştırmaya, yüreğini hoplatmaya devam edecek. Bizler onun hizmetkârı olarak ona karınca misali de olsa hizmet etmeye çalışıp, ona zarar verenlere karşı her daim kendi ölçeğimizde savaşacağız. Bu savaşın galibi olmayacak. Ne İstanbul hak ettiği değeri görecek, ne de değerinden taviz verecek. O her koşulda tüm asaleti ile var olacak. Ömür, başka bir İstanbul olmadığını anlatmakla geçecek; şehirli olmayı öğrenemeyenlere karşı.
Işıkların ve kubbelerin sultanı, senin gökyüzün altında geçen bir saat bir ömre bedeldir.
Yorgunluk ve sıcak birbirine karışmışken kahvemi istetip yazınızın içerisinde kendimi istanbul caddelerinde dolanırken buldum kaleminize sağlık 🙂