Hikâyelerin, efsanelerin, atasözlerinin, şarkı sözlerinin sembolü, kimilerinin dert ortağı, kimilerinin şişkin egolarını besleyen yalancı şahidi ayna… Gözlerimizi açar açmaz kendimizi karşısında bulduğumuz o büyülü levha… Kimilerinin makyajını tamamlamak için kullandığı, kimilerinin evini daha derin büyük göstermesi için duvarlarında vazgeçemediği aksesuarı, kimileri için de karşısına geçip kendisi ile yüzleşme cesaretine sahip olduğu, suretin ötesinde manalar yükleyebildiği bir tecelli gâh…
Mitolojide su; gören gözler için benliğin derinliklerini gösteren bir ayna, tefekkür nesnesidir. Yaratılmışların kendini ilk algıladığı, seyre doyamadığı kadim bir aynadır su… Efsaneye göre:
Ekho bir gün bir avcı görür, Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho kendine âşık olanlara aldırmazken, avcıya âşık olur. Ancak avcı bu sevdaya karşılık vermez, ilgilenmez. Bu durum Ekho’yu derinden yaralar, üzülür ve günden güne eriyerek ölür. Vücudu bugün ‘’Eko’’ dediğimiz yankılara dönüşür. Bu duruma kızan Tanrılar avcıyı cezalandırmaya karar verirler. Ava çıkan Narkissos bir dere kenarına gelir, su içmek için eğilir, daha önce görmediği bu güzellik karşısında büyülenir. Kendi suretine âşık olur. Artık ne su içebilir, ne yemek yiyebilir. Günden güne erir ve ölür. Bedeni nergis çiçeklerine dönüşür. Narsisizm temelleri bu efsaneye dayandırılabilir.
Eskiçağ Anadolu’sunda, önemli bir medeniyet olan Hitit mitolojisinde Istustaia ve Papaia adında iki yeraltı tanrıçası insanların kader iplerini elinde tutup eğirir. Bu tanrıçaların elinde ayna ve iğ vardır. ‘’Biri iği tutar, diğeri geniş aynalar tutar. Ve kralların yıllarını örerler. Ve yılların sınırı ve hesabı yoktur.’’ Şeklinde mitoslarda geçen tanrıçalar o dönemdeki aynaların kutsiyeti hakkında günümüze ışık tutar.
Eski Türklerde dini ayinleri yöneten kamların ayinlerinde ayna önemli bir rol üstlenmiştir. Aynanın yardımı ile kam fala bakar, geleceği söyler, dertleri tedavi ederdi. Ayna hastalıklara sebep olan ruhların görülmesi ve hastalığın sonucunu öğrenmek için araçtı. Örneğin Taciklerde çocuğun yastığının altına nazardan, korkudan, kötü güçlerden emin olması için ayna konulması geleneği bu inançtan gelmektedir.
Osmanlı’ya gelindiğinde ayna madde ve mana olarak değişik kavramlara sembol olmuştur. Divan Edebiyatında aynanın parlaklık ve aydınlığıyla sevgilinin yüzü, gerdanı, sinesi arasında benzerlik kurulurken; Narkissos gibi sürekli aynaya bakmak, kendini beğenmek dinsizlikle eşdeğer görülürdü. Toplumda günlük yaşamın da önemli bir parçası olan ayna; bir erkeğin bir kadına verebileceği en güzel, makbul hediye olarak görülmekteydi… ‘’ Sana alacak senden daha güzel bir hediye bulamadım.’’
Mesnevide Mevlana ayna temsilini örnek verir. Hz Yusuf’u ziyarete giderken birisinin ona ayna hediye götürdüğü ‘’ Senin güzelliğine layık bir şey bulamadım aynaya bakıp kendi güzelliğini gördükçe beni de hatırlarsın.’’ Demeye getirdiğini anlatıp, şunları söyler Mevlana: ‘’ Varlığın aynası nedir? Yokluk. Varlık yoklukta görülebilir, bir yerde yokluk, noksanlık var mı? Orası bütün sanatların, hünerlerin aynasıdır.’’
Ayna bilen ile bilinenin birliğini simgeler. İbn Arabi’ye göre; insan yaratılana kadar âlem cilasız bir ayna konumundadır. İnsan bu aynanın cilasıdır. İnsan-ı Kamil ve onun kalbi en kuşatıcı, en parlak, en düzgün ayna konumundadır. Bütün âlem bu aynadan suret alır. Diğer insanlarda bu aynaya bakarak suretini görür. Bu anlamda ‘’ Müslüman Müslümanın aynasıdır.’’
Aynanın karşısına geçtiğimiz anda dış suretimize ve parlaklığımıza yüklediğimiz anlam kadar, benliğimizi tanımaya çalıştığımız, tefekkür nesnesi olarak derinleştiğimiz kadim bir levha anlamı da yükleriz. Aynanın saflığı, parlaklığı gönlün vasfıdır. Gönle hadsiz suretler aksedebilir. Gönül aynasının hududu yoktur. Parlayan gönüller parlayan yüzlerde tecelli eder. Gönüllerimizi adamakıllı cilalayıp, gök gibi temiz, pak, saf hale getirmek… Hırstan, hasislikten, kinden arınmak…
Ayna tarih boyunca önemli anlamlar yüklenmiş, sonsuzluğu simgelemiştir. Sonsuza kadar da devam edecektir.
‘’Güzel bir aynadan kendini seyreden sonsuzluktur.’’ Diyen Halil Cibran aynanın sırrı ve sonsuzluğu hakkında felsefi bir boyut katıp bizi felsefi olarak ta düşünmeye sevk etmektedir…