Sarıyı hüzün ile özdeşleştirenler hayatlarında ayçiçeği tarlası görmemiş olmalılar. Bir ayçiçeği tarlasının ortasına düşüp de kendisini kaybetmeyen var mı acaba? Altın huzmelerle üzerimizi saran güneş ışınlarının etkisine karşı, kimi zaman sarı şapka, kimi zaman sarı şemsiye olurken, belki de aralarındaki muhabbetten, güneşin yakıcı etkilerini süzen bir siperdir, çekici sarışın.
Güneş yüzlü ayçiçeğinin, “günebakan çiçeği, aydın çiçeği, çiğdem, devranber, devriamber, günâşık, güneâşık, günçiçeği, gündöndü, güntabak, günetapan, simişka, şakkalgan, şemşamer, vardıyan, aydede’’ gibi adları bulunmakta.
Güneşe âşık mı, aralarında sımsıcak bir dostluk mu var bilinmez kesin olan şu ki güneşe hayran. Çiçek dilinde hayranlık anlamına gelen ayçiçeği son yıllarda kesme çiçek olarak da mekânların vazgeçilmezlerinden.
Kesme çiçek, vazo, ayçiçeği denilince ilk akla gelen, Vincent van Gogh ve onun ayçiçekleridir.
Kardeşine yazdığı bir mektupta, “Biliyorsun şakayık çiçeği Jeannine’nindir, hatmi çiçeği Quost’a aittir, ayçiçeği de galiba biraz benim’’ diyen, Van Gogh, Sarı Evinde kurduğu stüdyoda yaptığı ayçiçeklerine ilişkin kardeşi Theo’ya mektubunda şöyle yazar:
“Çok sıkı çalışıyorum, bir Marsilyalının balık çorbası içerken gösterdiği hevesle resim yapıyorum; çok büyük ayçiçeklerinin yağlı boya resmini yaptığımı öğrendiğinde bu hevesime şaşmazsın herhalde. Üstünde çalıştığım üç tuval var elimde birincisi, açık renk bir geri plan üstüne, yeşil bir vazoda üç çok kocaman çiçek, 15 numara bir tuval; İkincisi, biri tohuma kaçmış, taç yapraklarını dökmüş, biri tomurcuk halinde üç çiçek, geri plan koyu mavi, tuval 25 numara; üçüncüsü, sarı bir vazoda bir düzine çiçek ve tomurcuk (30 numara tuval). Sonuncusu açık renk üstüne açık renk, umarım en güzeli olacak. Bu konuyu bu kadarla bırakmayacağım herhalde. Artık Gauguin ile birlikte kendi atölyemizde oturmayı kuruyorum ya, stüdyo için dekorasyon hazırlamak istiyorum. Hep kocaman kocaman ayçiçekleriyle… Hani, senin dükkânın bitişiğindeki lokantada çok güzel süs çiçekleri vardı ya, orada, pencerenin içinde duran ayçiçeği hep aklımda.
Bu fikri gerçekleştirirsem on iki ayrı tablo olacak; hepsi birden, sarı ve mavi üstüne bir senfoni oluşturacaklar. Her sabah şafakla birlikte bunun üstünde çalışmaya başlıyorum, çünkü çiçekler çok çabuk soluyor ve her tabloyu bir oturuşta bitirmek gerek.”
Tuvalde aşka dönüşen çiçek, edebi bir tür olan mektupta da kelimelere hayat vermiş. Bu sarı ilham perisi hakkında çeşitli efsanelerin bulunması da kaçınılmaz.
Rivayet odur ki; bir zamanlar köyün birinde bir kız yaşarmış. Güneş her gün güneş arabasıyla gökyüzünden geçerken, köylü kızı güneşe âşık olmuş. Sürekli sabahtan akşama kadar güneşe bakar. Ve zamanla ayçiçeğine dönüşürmüş. Köylü kızı güneşe olan aşkından ayçiçeğine dönüşmüş.
Bir diğer mitolojik rivayete göre, Apollon yani güneş tanrısı kırlarda gezerken, bir kızı görür ve ona âşık olur. Daha sonra kız da Apollan’a âşık olduğunu fark eder. Uzun bir süre birlikte vakit geçiren âşıklar Apollon’un birden nedensiz ortadan kaybolmasıyla son bulur. Kız, öyle âşık olmuştur ki, dizleri üzerine çökerek tanrıya yalvarır. Bunu duyan tanrı, kızı günebakan çiçeğine dönüştürür. Böylece gündüz ortaya çıkan güneşe dönük ayçiçeği, akşama kadar güneşi seyretmektedir. Akşam olduğunda ise, boynunu bükerek, güneşin tekrar çıkmasını sabırsızlıkla beklemektedir.
Anavatanı, Kuzey Amerika olarak belirlenen günebakan çiçeğini, Amerika’da yaşayan yerliler ekmek yapımında kullanıp; günebakan çiçeğinin kabuğundan kırmızı ve pembe, çiçeklerinden sarı, yapraklarından ise yeşil boya elde etmişlerdir. Ayrıca günebakan çiçeğinin tabla ve köklerini de tıbbi amaçlarla kullandıkları söylenir.
1500‘lü yıllarda İspanyol gezginleri tarafından Kuzey Amerika’dan toplanan günebakan tohumları, zamanla Avrupa ülkelerine yayılır. Önceleri dekoratif amaçla kullanılan günebakanlar, 1700’lü yıllarda ise Avrupa’da tercih edilen bir yağ bitkisi olur. 1800’lü yıllarda Rusya’ya ulaşan günebakan çiçekleri Rus Ortodoks Kilisesinin, kutsal günlerde yenmesini yasakladığı yağlı yiyeceklerin listesinde yer almaması nedeniyle hemen benimsenir. Ruslar “semeçki” adını verdiği çekirdeği milli çerez olarak kabul eder. Çeboksarı’da, Çekirdek Çitleten Babuşka heykeli bulunur.
“Çekirdek çitleme” 1917 Ekim Devrimi ile Rusya’ya yayılarak Ruslar için bir köy eğlencesi olur. Dönemin tanıkları Petrograd’da insanların mitinglerde kitle halinde çekirdek çitleyip konuşmacıları dinlediklerini anlatırlar.
Bizim toplumumuzda da çekirdek çitleme akla gelen ilk eğlencelerin başında gelse de, çevre sorunu haline gelmesi ayçiçeğinin letafetine yakışmamakta.
Ülkemize 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Romanya ve Bulgaristan’dan gelen göçmenler tarafından getirilen ayçiçeği Ege, Trakya-Marmara bölgelerinin en çok yetiştirilen bitkisi olur. Eylül sonlarına kadar görsel şöleni zirveye taşır, kadrajlarımızın olmazsa olmazıdır.
Bir sanatkâr olmak yetenek ister belki en çok da hassas bir yürek… Herkes sanatkâr olamaz, doğayı tuvale dökmesi beklenemez, lakin duyarlı olmayı başarabilir. Doğamıza ve her parçasına duyarlı olalım, ekolojik dengeyi koruyalım, çevremizi koruyalım ki sorumsuzluğumuzun bedeli felaketimiz olmasın.
Tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen, ayçiçeği misali yüzünüz hep güneşe dönük olsun…