Eski günlerimiz hakkında neler hissediyoruz? Hatıraların dostu hatırlamaktır. Mutluluğun dostu tutsaklıktan kurtulmaktır. Hiç bitmeyen arayış sonunda, başarı ile kendini bulan insan ne şanslıdır.
Genelde insanların güvenli limanı çocukluğudur. Çocukluğunun üstüne bir kürek toprak döküp unutmak isteyenler illaki vardır. Lakin genellikle insan çocukluğuna tutkundur. Çocukluk hatıralarına sadakatle bağlıdır. Çocukluk eşyalarını sevmeye düşkündür. Bir oyuncak, hikâye kitabı, iz kalmadıysa, kalan kocaman bir ukdedir. İnsanın doğasında, üzülünce, yalnız kalınca, çaresiz hissedince, özleyince minicik çocukluk battaniyesinin altına sığınmak vardır. Şifası da annesinin mis kokulu keki, anneannesinin ıhlamuru, babaannesinin sevgi dolu kucağıdır.
Çocukluk battaniyesi olmayan da hiç çocuk olamadığı için, yaralarından öpen biri ile karşılaşma şansı yoksa potansiyel suç eğilimli, aykırı, sevgisiz insanlardır.
Gözlerinin içi gülen bir insan görünce ilk akla gelen, mutlu ve sağlıklı bir çocukluk geçirmiş olduğudur. Gözlerinde ağır hüzünlerin izleri olan, bazen asabiyetle tepkilerini gösteren bir insanla karşılaşınca onu anlamak hiç emek sarf ettiğimiz bir durum değildir. Yerleşik toplum kültürü olarak damgalamak daha kolaydır. Mantığa ve insan tabiatına uygun olarak, sevinçler kıskanılır, acıyı kıskanan da paylaşan da olmaz.
Tüm bunların ne kadar gerçeklik payı vardır? İnsan gerçeğini tam olarak çözmek mümkün müdür ki, yargılarımız hep peşindir. Bazen acılarla, yoksunluklarla yoğrulan insanın mayası öyle güzel tutmuştur ki, tüm dünyanın servetlerine sahipmiş hissiyatı verir. Bazen de öyle sağlam maya ile yoğrulan insanlar öyle savrulmuştur ki köklerini de, kendini de yok etmişlerdir.
Aslında tüm bu belirsizlikler gerçeğe ve güvene olan özlemdir. Mutlak gerçek, mutlak iyi, mutlak kötü diye bir kavram yoktur. Kavramlar görecelidir. Mutlak olan insanın yaralarıdır. Kendini güvende hissetme isteğidir. İster dost, ister eş, ister iş arkadaşı seçin birlikte yol aldığınız insanların yaralarını tanımadığınız sürece onlarla ahengi yakalamanız güçtür. Güven tesis etmeniz neredeyse imkânsızdır. Yarasız insan var mıdır? İllaki herkesin yaralı bir tarafı vardır. Yaralara karşı bağışıklık, tedavi şekilleri, uzanan ellere verdiği tepkilerdir insanı iyileştiren ya da hastalıklı ruh haline büründüren.
Bir karşılık beklemeden, karşınızdaki insana bir çocuk hassasiyetinde iyilik yapmak… İnsanların gözyaşlarını silmek, mutlulukları için emek vermek… Sadece keder değil başarılarını alkışlamayı bilmek, kıskançlık duygusunu yenmek… Aldattığını sandığın anda aldananın kendin olduğunu bilmek… Kendine dürüst olmak…
Karşılıksız âşık olmak, karşılıksız sevebilmek, karşılıksız iyilik, güzelliğe dair ne varsa cömertçe feda edebilmek; feda ettiğiniz her şey bir gün size ihsan edilir. Hiç beklemediğiniz kaynaklardan, beklenmedik güzellikler lütfedilir. Ağladığınız kadar güler, güldürdüğünüz kadar mutlu olursunuz. İyi niyet ve samimiyetle çıkılan yolun sonunda asla hüsran olmayacaktır.
Size hediye olarak sunulan insanları hayatın akışı ve hızı içinde kaybetmeyin. Varsın insanlar hayatlarında sizi konumlandıracak bir yer bulamasın. Hayatınıza kan bağı, akrabalık, arkadaşlık olarak ama tercihlerle, ama zorunlu olarak girer insanlar, görevini yapar ve gider. Yeter ki siz değerlerinizden taviz vermeyin. Kendi değer ve konumuzun farkındalığı ile yaşam dengenizi bozmamayı göz ardı etmeyin.
Her sabah güne başladığınızda hedefiniz size uzatılan elleri fark etmek, birilerine el uzatmak olsun. Bir ‘’Merhaba’’ demeyi bile sevdiklerine sunamayan bir elin altından kusursuz sanat, muhteşem işler, eşsiz servetler geçse de o el dünyanın en sefil elidir. Uzatılan dolu elin kadrini bilmemek de ayrı bir sefalet göstergesidir.
Tutsak ettiğimiz sevgi, saygı, vefa, merhamet, kadirşinaslık, letafete dair tüm duyguları özgürleştirebilmek ve sevdiklerimizi kaybetmeden el uzatabilmek dileğiyle…