Genç Memur-Sen ile YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) ortaklığıyla düzenlenen Kudüs Akademisi programı devam ediyor. Öncelikli amacı gençlerimizde Kudüs bilincini inşa ve ihya etmek olarak belirleyen akademide, bölgede yaşanan olaylar; tarihsel, dini, hukuki, politik ve sosyolojik açıdan da ele alınıyor. Sosyal medya aracılığıyla yapılan derslerin ilk konuşmacısı Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez idi. Yüzyılın başında kurulan Kudüs İslam Konseyi’nin 16 üyesi bulunduğunu belirten Görmez, kısa bir zaman önce kendisinin de konseye dahil olduğunu belirtti. Soru-cevap bölümünde Mescid-i Aksâ’nın minberinden irad ettiği hutbenin kısa hikayesini anlattı. Gençlerin, Kudüs konusuna ilgisinden dolayı çok mutlu olduğunu söyleyen Görmez aşağıdaki hususlar üzerinde durdu. Ders esnasında aldığım notları paylaşıyorum.
Kudüs Bilinci
Kudüs bilinci, kutsal ve mukaddes bilincidir. Tevhid bilincidir. Sadece toprak veya mabed bilinci değil özgürlük ve ümmet bilincidir. Kudüs bilincini Müslümanlar taşımaya devam ederse her yer vatan olur.
Burada şu soruyu soralım: Kudüs bizim neyimiz olur ve ne ifade eder? Bizim için neden bu kadar önemlidir? İlk kıble olmasından dolayı mı ya da Peygamber Efendimiz buradan miraca yükseldiği için mi bu kadar önem arz eder yoksa başka nedenler var mıdır? Peki inancımıza göre bir şeyin kutsal, değerli veya mukaddes olup olmadığını nasıl tespit ederiz?
Nasıl bir insan olmamız gerektiğini, Allah ile, kainat ile ve insan ile ilişkimizin nasıl olması gerektiğini tanzim eden dinimizin tarih sahnesinde olması için olmazsa olmazları vardır. Bunları şöyle ifade edebiliriz:
Mûtekadat: İtikata dair hususlar, inanç değerleri. Burada Allah’a iman, mead yani ahirete iman, nübüvvet yani peygamberlere iman gibi maddeler vardır. Bir de iman esaslarında olmasa bile hemen yanında ve arka planında yer alan yüce değerler vardır ve bunlar arasında tevhid, insan onuru ve şerefi, adalet, ahlak gibi kavramlar vardır.
Mukaddesat: Dinin kutsal kabul ettikleri. Kutsalı sadece El-Kuddüs olan Allah C.C. belirler. Kabe’nin kutsal olduğunu sadece Allah söyler bize.
Şeâir: Müslüman olma ve kalma bilincini oluşturan, diri tutan simgeler. Şuur kökünden gelen şeâir; Müslüman olma ve kalma bilincimizi diri tutan bazı simgeleri, mekanları, zamanları, olayları ve ibadetleri ifade eder. Mesela ezan, Arafat, tavaf, say, safa ve merve, Cuma namazı, bayram, dinimizin şeâiridir.
Kudüs ve Mescid-i Aksâ bir taraftan itikat, bir taraftan mukaddesat bir taraftan da şeâir konusudur. Sevgili Peygamberimiz Kudüs’ü ziyaret etmemiz konusunda bizi teşvik etmiştir. Kudüs bir mülkiyet davası değil ilahi emanet davasıdır. Bütün peygamberlerin davasıdır. Fizik ile metafiziğin buluştuğu bu yerde Peygamber Efendimiz, peygamberlerle buluşmuş, İsra ve Mirac ile bu kutsal emaneti üzerine almış ve ümmetine de emanet olarak bırakmıştır. Peki bu kadar metafizikten uzaklaşılan, sekülerleşen, sorgulamaların arttığı bir dünyada soracaksınız şimdi, neden Kudüs ve Mescid-i Aksâ hem itikat, hem mukaddesat hem de şeâir konusudur? Bunu nereden çıkarıyoruz.
O zaman kitabımız Kur’an-ı Kerim’e dikkatlice bakalım.
Kur’an-ı Kerim’de Kudüs ve Mescid-i Aksâ
Kur’an-ı Kerim bir şeyin kudsiyetini ifade etmek için üç kavram kullanmıştır. Bunlar; mukaddes, mübarek (bereketli) ve haram (hürmetten gelir) kavramlarıdır. Mescid-i Haram demek hürmeti çiğnenemez mescid demektir. Kur’an-ı Kerim’de 70 ayette dolaylı olarak Kudüs’e atıf vardır. 5 ayette ise şeksiz şüphesiz Kudüs ve Mescid-i Aksâ ifade edilmiştir. A’raf 7/137; İsra 17/1; Enbiya 21/71, 81; Saffât 37/113; Sebe 34/18’de “Bâreknâ fîhâ ve bareknâ havlehu” ifadeleri ile Kudüs ve Mescid-i Aksâ mübarek kılınmıştır. Yunus Suresi’nde “Mübevvee Sıdk” ifadesi ile kastedilen de Kudüs’tür. Sadakatli sığınağımız yahut sadakati/sıdkı bulmak için sığındığımız yerdir Kudüs. Ve diğer bir ifade “Arz’ul mukaddes”tir ve mukaddes yer diye tarif edilen yer, Kudüs’tür. Kur’an-ı Kerim bu ifadelerle bizde bir Kudüs bilinci oluşturmayı hedefliyor. Bu arada İslam’ın Kudüs davası, buranın ırkçı bir kavmin arz-ı mev’udu değil bütün insanlığın arz-ı mukaddesi olmasını temin etmeye yöneliktir.
Bu ayetlerin ışığında İsra Suresi ilk ayet-i kerimesine bakalım. Bu ayete ve diğer başka ayetlere baktığımızda farklı bir tablo daha çıkıyor ortaya. İslam inancının en karakteristik özelliklerinden bir tanesi Adem’den Hatem’e kadar bütün peygamberlere iman etmeyi, eşit derecede iman etmeyi farz kılmış olmasıdır. Mirac’dan hediye gelen ayette (Amenerrasulü) şöyle ikrar ederiz: “Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandılar. “O’nun elçileri arasında ayırım yapmayız” dediler. Bir gün birisi sordu Peygamberimiz’e: “Ya Rasulallah seninle, senden önceki peygamberlerin farklarını anlatır mısın bize?” Ebû Hüreyre"den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Benimle benden önceki peygamberlerin durumu, bir ev inşa eden kimseye benzer. O kimse evi güzelce yapıp mükemmel hâle getirmiş fakat bir köşede sadece bir tuğla yeri boş kalmıştır. İnsanlar bu evi dolaşırlar, ona hayran olurlar ve fakat herkes şöyle der: Keşke şu tuğla da konulmuş olsaydı.” Resûlullah sözlerine şöyle devam etmiştir: “İşte ben o tuğlayım. Ben peygamberlerin sonuncusuyum.”
Allah Rasulü’nün peygamberlerle ilişkisini ve peygamberî tevazuyu anlatan muhteşem bir hadis. Peygamberliği Hazreti Adem’le başlayan, Hazreti İbrahim ile devam eden ve kendisiyle kemale eren bir nübüvvet evi ve kendisini de o evin bir tuğlası olarak tavsif ediyordu. Faziletleri bakımından peygamberler arasında fark olabilir ama iman konusunda fark yoktur. Biz bütün peygamberlere iman ederiz. Der ki Efendimiz: “Ben atam İbrahim’in duasıyım, kardeşim İsa’nın müjdesiyim, annem Amine’nin rüyasıyım.”
Bizim böyle bir peygamberlik tasavvurumuz vardır. Bu açıdan baktığımızda Kudüs’ün ilk fatihi Hazreti Davud, İslam peygamberidir. Mabedi inşa eden Hazreti Süleyman, İslam peygamberidir. Mabedde kendisini hizmete adayan Zekeriya Aleyhisselam, Yahya Aleyhisselam İslam peygamberleridir. İmran ailesinin mabede adadığı Hazreti Meryem Kur’anın mübarek kabul ettiği yüce bir kadındır. Dikkatinizi bir şeye çekmek isterim. Bunu İsviçre’de papazların bulunduğu bir toplantıda ifade ettiğimde çok şaşırmışlardı. Türkiye’deki camilerin %80-90’nın mihrabında bir ayet vardır. O ayet Al-i İmran Suresi’nin 37. ayetinde şöyle geçer: “Zekeriyyâ onun bulunduğu yere, mâbeddeki odaya (mihraba) her girdiğinde yanında (yeni) bir rızık bulur.” O mihrab, Kudüs’tür. Mihrab, harb kökünden gelir ve insanın özgürlüklerini elinden alanlarla savaşını ifade eder. Mihrabta duranın arkasında namaza durmakla her türlü kötülükten ve fahşadan uzak duracağımızı ve her türlü kötülük ve zulüm ile savaşacağımızı ilan ederiz. O mihrab, Mescid-i Aksâ’dır, Kudüs’tür. Aynı şekilde bu bölgede (Beytüllahm) dünyaya gelen Hazreti İsa İslam peygamberidir. Kavmini Firavun’un zulmünden kaçırıp buraya getiren Musa Aleyhisselam İslam peygamberidir. Geldiğinde Filistin’de Filistinliler vardı. Bu hadise yüzyıllar sonra Avrupa’da ırkçılıkla karşılaşan Yahudilerin Filistin’e gelip, işgal edip buranın sahibi olan halka zulmetmesine gerekçe kılınamaz. Yeri gelmişken söyleyeyim. Siyonizm 2’dir. Hristiyan ve Yahudi siyonizmi vardır ve hangisinin hangisine yön verdiği tartışılır.
İsra Suresi’nin ilk ayetinde Allahu Teala şöyle der: “Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” Öncelikle ayeti yorumlayalım. “Ey Peygamberim, sen Allah’ın peygamberi de olsan, sen Mescid-i Haram’ın sâkini de olsan, senin oradan çıkıp hikmetli bir gece yolculuğuna çıkman gerekiyor. Bu gece yolculuğu nereye? Mescid-i Aksâ’ya… Burada mescid yalnız dört duvarı olan mekanı ifade etmez. Secde edilen yer demektir ve Mescid-i Aksâ peygamberlerin secdegâhıydı. “Ayetlerimizi göstermek için” ifadesi miracı işaret etmektedir. Bu ifadeyi, Necm Suresi’nin ilk ayetleri ve sahih hadislerle mukayese ettiğimizde miraca işaret ettiğini görüyoruz.
İsra Suresi’nden yola çıkarak yine şunu diyebiliriz. İki yürüyüş vardır. Birisi yatay diğeri dikey yürüyüş. Yatay yürüyüşlerin adı isra, dikey yürüyüşlerin adı miraçtır. İsra olmadan miraç olmaz. Hikmetli gece yolculukları olmadan miraçlara çıkılmaz. Ey İslam ümmeti! Yücelmek mi istiyorsunuz, miraca çıkmak mı istiyorsunuz o zaman yolunuz Mescid-i Aksâ’ya varmadan miraca çıkamazsınız. Tıpkı Peygamberiniz, Mescid-i Haram’dan çıkıp Mescid-i Aksâ’ya gelmeden miraca çıkamadığı gibi Mescid-i Aksâ özgürlüğüne kavuşmadan, sadakatli bir sığınağa dönüşmeden siz miraca çıkamazsınız.
Her birimizin isrası olmalıdır. Bu, hayatı değerlendirerek, derunumuza yolculuk yaparak, ruhumuzu, kalbimizi keşfederek, geceleri gafletten uyanıp Allah’a yalvarmakla olur. Miracımız ise Efendimiz’in belirttiği gibi namazımız, secdemizdir. Yüksek ahlaki değerlerle yücelmektir. En büyük tehlike Müslümanların ahlaki üstünlüklerini kaybetmeleridir. Ahlaki üstünlüğünü kaybeden miraca çıkamaz.
Kudüs bütün peygamberlerin mekanıdır. İbrahim aleyhisselam Urfa’dan hicret etti. Merkadı, El-Halil kentindedir. Siyonistler burada büyük bir katliam yaptılar ve sonra mabede giriş için turnikeler koydular. Bu mabedde Hazreti İbrahim, Yakup ve Yusuf yatmaktadır.
Kabe ile Kudüs’ün birlikteliği ve beraberliği İslamiyet’in son din olmasının simgelerinden bir tanesidir.
Selahaddin Eyyubi ile başlayan Yavuz Sultan Selim ile devam eden bir unvan vardır. O da Hadimü’l Haremeyn Şerefeyn’dir. Sultan Vahdettin’e kadar Osmanlı sultanları bu ünvanı kullandılar. İki kavram ile kullandılar. Hami’l Kıbleteyn ve Hadimü’l Haremeyn… Yani iki kıblenin hâmisi ve iki haremin hâdimi, hizmetçisi. Peki Osmanlılar Hadimü’l Haremeyn derken Mekke ile Medine’yi mi kastediyordu? Hayır… Mekke ve Medine bir haremdi, Kudüs ve El-Halil bir haremdi.
Hadis-i şeriflere baktığımızda burası için “Beytü’l Makdis” ifadesi geçiyor. Efendimiz şöyle der: "(İbâdet için) şu üç mescidden başkasına yolculuk edilmez: el-Mescidu 'l-Haram, Mescidu'r-Rasûl ve Mescidu'l-Aksâ." (Buharî, Enbiyâ 8; Müslim, Mesâcid 2)
Efendimiz Müslümanların zihninde bir Kudüs bilincini inşa etmeye çalışmıştır. Meymune annemiz bir gün Peygamber Efendimiz’e sorar: ““Ya Resûlallah! Bize Beyt-i Makdis hakkında bilgi verir misin?” der. Allah’ın Resûlü şöyle buyurur: “Orası mahşer ve menşer, yani yeniden diriliş yeridir. Oraya gidin ve içinde namaz kılın. Çünkü orada kılınan bir namaz başka yerdeki bin namaza bedeldir.” Hz. Meymune: “Peki oraya gitmeye gücümüz yetmezse ne yapalım ya Resûlallah” dediğinde Rahmet Elçisi şu cevabı verir: “Kandillerini yakmak için zeytinyağı, yakıt hediye gönderin. Kim bunu yaparsa oraya gitmiş ve namaz kılmış gibi olur.’’ (İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât, 196; Ebû Dâvûd, Salât, 14)
Bu yeniden diriliş Müslümanların dünya hayatındaki dirilişini mi ifade eder acaba? Zeytinyağı veya yakıt zahiri manada kandillerin yakılıp mescidin veya bölgenin aydınlatılmasını ifade eder. Bâtınî manada ise orayı zulmette, karanlıkta bırakmayın, orayı emin bir belde haline getirin demektir.
Bir başka husus ise burada bir meselenin daha olduğudur. O da Filistin meselesidir.
Efendimiz’in vefatından 6 sene sonra Ebu Ubeyde bin Cerrah komutasındaki İslam ordusu, kimsenin burnu kanamadan şehri fethetmişti. Şehrin sahipleri şehrin anahtarlarını ancak halife Ömer’e veririz dediler. Ve Hazreti Ömer hizmetkarı ile nöbetleşe deveye binerek yaptığı yolculuk sonrası Kudüs’e vardı. Bir emânname yayınladı.
Hazreti Ömer şöyle hitap eder: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Bu sözleşme, müminlerin emiri ve Allah’ın kulu Ömer tarafından İliya (Kudüs) halkına verilen bir emandır. Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilen bir teminattır. Kiliseleri mesken yapılmayacak, yıkılmayacak ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyecektir. İçindeki kutsal eşyalara dokunulmayacaktır. Mallarına el sürülmeyecektir. Kimse dinî inançlarından dolayı zorlanmayacak, kendilerine asla zarar gelmeyecek ve yurtlarına Yahudiler iskân olunmayacaktır. Buna karşılık onlar da cizye vereceklerdir. Bunlardan kim yurdunu terk etmek isterse, gideceği yere kadar mal ve can emniyeti sağlanacaktır. Yurdunda kalmak isteyenler ise, güvende olacaklardır ve cizye vereceklerdir. Dileyen Rumlarla gidecek, dileyen de toprağına dönecektir. Hasat elde edinceye kadar onlardan bir şey istenmeyecektir. Bu, Allah’ın Resulü’nün, halifelerin ve müminlerin Kudüs halkına verdiği güvenlik ahdidir. Cizye ödedikleri müddetçe geçerlidir. Şahitler: Halid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf ve Mu’aviye bin Ebi Süfyan, hicri 15 yılında hazırlandı ve yazıldı.”
Daha sonra Yavuz Sultan Selim’in bir fermanı var. Resmi bir ziyaret için gittiğimde Kudüs Müftüsü’ne bir imitasyonunu hediye ettim. Gözlerimiz yaşardı okuyunca. Şöyle diyor Yavuz Sultan Selim: “Bu fermanı Hazreti Ömer’in emannamesine dayanarak kaleme alıyorum.” Bakın tarih nasıl süreklilik arz ediyor. Fermanda Selahaddin Eyyubi’ye atıflar var. Gençler tarihi iyi okuyun. Kudüs ile ilgili şunu göreceksiniz. Kudüs, her ne zaman Müslümanların idaresinde ise, burada hangi inançlar/dinler varsa barış içerisinde birlikte yaşamışlardır. Haçlılar geldiğinde ise mesela her tarafı yerle yeksan etmişlerdir. 100 yıldır bu toprakların asıl sahipleri vatanlarını terk etmek zorunda kaldılar. Ve orası kalanlar için bir hapishaneye dönüştü. Mesela Gazze açık hava hapishanesi halinde. 2-3 milyon insanın yaşadığı bir hapishane. Denize kapalı, havaya kapalı, karaya kapalı. Ramallah tarafı 750 km duvarlarla çevrili ve orası ayrı bir hapishane. Kudüs şehri ise başka bir hapishane. 10 sene önce ezan okunduğunda 10 dakika içerisinde Mescid-i Aksâ’ya yetişebilen insanlar şimdi neredeyse 2 saat yolculuk yaptıktan sonra ulaşabiliyorlar. Böyle bir mezalim ve işin böyle bir Filistin boyutu var.
Hızın ve hazzın en büyük değer kabul edildiği bir dünyada sizin gibi gençlerin Kudüs’ü ve Mescid-i Aksâ’yı dert edinmeniz, kalbinizi birer Kudüs’e çevirmeniz başlı başına bir değerdir. Mevlam size bağımsız bir Kudüs’ü görmeyi nasip eylesin. O avluya girdiğinizde anlattıklarımın deryada bir damla olarak kaldığını göreceksiniz. Muhakkak gidin ve Filistinli kardeşlerimizin sizi gördüğündeki sevinç ve mutluluğuna şahit olun. Oraya gittiğinizde ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız.