Warning: Use of undefined constant full - assumed 'full' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/yenirady/yakuptutum.com.tr/arsiv/wp-content/themes/iyi tema/header.php on line 147


  • İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
    İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
  • Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
    Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
  • İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
    İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
  • Nâzım Tektaş ile Mülakat
    Nâzım Tektaş ile Mülakat
  • Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
    Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
  • Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
    Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
  • Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
    Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
  • İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
    İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
  • İhsan Kurt ile Mülakat  
    İhsan Kurt ile Mülakat  
  • Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)
    Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)

YAZARLARIMIZ

Mücahit Kocabaş

Warning: Use of undefined constant first_name - assumed 'first_name' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/yenirady/yakuptutum.com.tr/arsiv/wp-content/themes/iyi tema/yazarlar_single.php on line 41
Mücahit
Warning: Use of undefined constant last_name - assumed 'last_name' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/yenirady/yakuptutum.com.tr/arsiv/wp-content/themes/iyi tema/yazarlar_single.php on line 41
Kocabaş
Eklenme Tarihi: 10 Mart 2022, Perşembe 21:34 - Son Güncelleme: 10 Mart 2022 Perşembe, 21:34
Font1 Font2 Font3 Font4
Balık ile Dolunay

 

 

Yusuf, uzun zamandır onu kara kara düşündüren, perişan eden koyu bir hasretin esiriydi. Efkârından içinin semalarında göz gözü görmüyordu. Keder, kara bulutların kesif gölgesi gibi gönlünü kaplamıştı. Hazan rüzgârının bir yaprağı savurup dalından kopardığı gibi sevdiğinin ondan ayrılıp gittiği ânı düşündü. Arkasından bakarken “Gitme, beni böyle bir başıma bırakma!” diye feryat etmişti sevdiğine lakin fayda vermemişti. Gitmişti giden ve bir daha gelmeyecekti. Güneş, yeryüzüne sırtını dönmüştü bir defa. Artık ne yapsa boştu. Hatırladıkça göğsü daralıyor, nefes almakta zorlanıyordu. Koyu bir elvedanın kıyısına bırakılmış bir çocuk gibi durmadan ağlıyordu. Ağlamaktan helak olan gözlerine uyku da haram olmuştu. Geceleri uyuyamıyor, zifiri karanlığa aldırmadan dışarıda sabahlıyordu.

 

O gece de evden çıkmak üzere kapıya yöneldi. Daha önceki kendini dışarı atışlarının aksine bu sefer yavaşça hareket etti. Duvarda asılı duran baba yadigârı, ahşap çerçeveli aynanın karşısında geçti. Nice zamandır kendini unutmuştu. Haline bakmak istedi. Aynaya baktığında; hasretin ağır yüküyle başı önüne eğilmiş, yüzünde aylardır akıttığı gözyaşlarının iziyle bir adam, karşısında öylece duruyordu. Sırlı camdan yansıyan suretteki ıssızlığa ve mahzunluğa esefle baktı. Gönlündeki yakıcı duygulara ve gözlerinden süzülen yaşlara hâkim olamayan bu kişinin haline acıdı. Aynadaki, tepeden tırnağa müteyyim bir âşıktı.

 

Gözbebeklerine yerleşmiş hüznünü yanına alıp bitkin haline aldırmadan kendini şehrin sokaklarına bıraktı Yusuf. İçindeki özlemin ağırlığıyla yavaşlayan adımlarına bakmadan yürümeye devam ederken ayakları onu sahile doğru sürükledi. “Bu gece derdimi denize anlatır, içimi dökerim” diye içinden geçirdi. Çıplak ayaklarıyla kumlara bata çıka bir müddet yürüdü. Etrafta kimsecikler yoktu. Neden sonra kendini taşlarla çevrilmiş bir alanın önünde buldu. Burası denize yakın, insanların geceleri ateş yakıp, çevresinde şarkılar söyleyerek, dans ederek eğlendikleri bir yerdi. Sağa sola bakınırken taşların yanında duran odun parçalarını fark etti. Onları güzelce dizip, tutuşturdu. Bir süre sonra iyice harlanan ateşin başına geçip bağdaş kurup oturdu. Yükselen alevler ile denizin yakıcı kokusu, gönlündeki yangınlara karışıyordu. “Ateş derdimden anlar” deyip anlatmak istedi. Çünkü içinde kaybolduğu duygunun özüydü ateş. İçinin derinliklerinden bir feryad halinde tek bir kelime yükseldi: "Âh!" Kavrulmuş bir âşığın gönlünden yükselen bu âh, yanı başındaki ateşin alevlerini havalandırdı. Ateş sanki tecessüm edip, aşığa yüzünü dönüp dile gelmişti. Alevleri de adeta mevce gelmiş semâ ediyorlardı. Yusuf, alaz alaz yükselen ateşten biraz uzaklaşınca istemsiz olarak başını gökyüzüne çevirdi. Birden gözleri şaşkınlıkla açıldı. Gökyüzünde şimdiye dek hiç görmediği kadar yıldız vardı. “Şehrin ışıkları bu güzelliği görmeme engel oluyormuş” diye içinden geçirdi. Hayran hayran yıldızları seyretmeye koyuldu. Seyir esnasında sıra sıra dizilen yıldızların aksi istikametinde tüm cazibesiyle parlayan dolunayı fark etti. Yıldızlar içre tenha bir dolunay! Işıl ışıl parıldıyor, hemen üzerinde endam ettiği denize adeta gülümsüyordu. O anda deniz yüzeyindeki dolunay gülümsemeleri dikkatini çekti Yusuf’un. Bunlar efsunlu yakamozlardı. Ateş böcekleri gibi yanıp sönüyor, yaramaz çocuklar gibi şen şakrak oynuyor, kuğular gibi zarafet içerisinde raks ediyorlardı. Bu tabloya hayran olmamak mümkün değildi. Birden yakamozlar üzerindeki hareketlenme dikkatini çekti. Bir balık, yakamozun üzerinden zıplayıp zıplayıp tekrar denize dalıyordu. Sanki balık, birisine ulaşma çabasındaydı. “Yok, bana öyle geliyor” diye düşündü. Belki de o balıkta kendi hâlini görmüştü. Kendiyle konuşur hâli epey sürdü. Farkında olmadan gönlündeki deryaya dalmıştı. Orada yârinin kendisine hayran bıraktıran mehtap yüzü ve kalbinde derin yaralar açan baharı andıran gözleriyle karşı karşıya geldi. Her neye baksa sevgili oradaydı. Bir aldanışın girdabında mıydı yoksa bu duygular hakikat miydi? Hasret, her an ve capcanlı bir şekilde yanı başında duruyordu. İçindeki baş edemediği bu arzunun da etkisiyle gönlü dile geldi ve gecenin ahengini tamamlayan şarkıyı terennüm etmeye başladı: “Dün gece mehtaba dalıp hep seni andım / Öyle bir ân geldi ki mehtap seni sandım / Sevgili rüyana mı aldın beni bir dem / Öyle bir an geldi ki mehtap seni sandım”

 

Bu derin duygularla bakışını derinleştirip kendine benzettiği balığın dünyasına yöneldi. Kendisi gibi yalnız ve çaresiz balık oradaydı işte. Yakamozların hemen altında divane gibi dolanıp duruyordu. Sanki bir hapishane avlusunda volta atan bir mahpusmuş gibi ya da hasret nöbetine tutulmuş bir âşık gibi. Belli ki suya yansıyan parıltılar büyülemişti o güzel gözlerini. Bu esaret günlerinde bir umut ışığı gibi parıldayan yakamozlar, yârin gel gel edişleri miydi? Bir davet miydi bu, yoksa gördüğü boş bir hayalden mi ibaretti? Soruların cevabını bilmek isteyen balık, yukarılara doğru hamle yaptı. Bir çırpıda yüzeye ulaştı ve fazla dayanamayarak yakamozla sarmaş dolaş oldu. Neşeyle yakamoza sarılıyor, kâh onun omzuna yaslanıyor, kâh şavkının gözlerinden öpüyordu. Can gelmişti canına. Pulları parıldamış, rengârenk oluvermişti. Dolunayın ışıltısı ile balığın parıltısı cem oluvermişti.

 

Yusuf, gördüklerine inanamazken bu sefer de vuslatın iştiyakıyla coşan balığın dilinden dökülen şu sözlere şahit oluyordu: “Bu hapishanede acı ve kederle doluyken, yakamozların ışığım ve kandilim oluyor. Ey dolunayım! O nazlı bakışlarını üzerimden çekme! Denizime indir de gülüşlerini, umudumu tazele olur mu? Sana kavuşamayacağım biliyorum. Hiç değilse bakışlarının ve gülüşlerinin altında geçireyim ömrümü. Ne olur beni bu karanlık sularda ziyâsız bırakma.”

 

Çektiği acının da etkisiyle Yusuf’un gözlerinden billur halinde yaşlar akmaya başladı. O anda şöyle düşündü: “Belki dolunay da balığın hasretinden yanıyor ve bir bûse kondurmak için ışıklarını bu nazlı sulara gönderiyor olamaz mı?” İçinin göklerini temizleyen ve mütemadiyen gönlünü aydınlatan dolunayını düşündü. Ve bir müddet ona odaklandı. Baktığında şunu gördü. Balığın yakarışını en derinden hisseden ve duyan dolunay, iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Yoksa bu yakamozlar dolunayın gözyaşları mıydı dedi Yusuf!

 

Bu arada dolunay da, prangalarından kurtulup balığın yanına inmek ister gibiydi. Bir hamle yapıp yavaş yavaş denize doğru hareket etti. Yaklaştı, yaklaştı. O yaklaştıkça deniz kabarmaya başladı. Sevdiğine kavuşmak özlemiydi onu harekete geçiren fakat o ilerledikçe dalgalar bir yükseliyor bir alçalıyordu. Görüyordu ki onun yüzünden sevdiğinin yurdunda gelgitler yaşanıyordu. Kısa bir süre bekledi dolunay. Sevdiğini incitmekten korktu. Lakin geri dönmek de istemiyordu. Denizde gelgitler, dolunayda gelgitler… Umutsuzca bir müddet daha aşağıya baktı. “Belki yaklaşmaya devam ettiğim halde sular durulur” dedi. Fakat o yaklaşma isteğinde olduğu sürece suların durulacağı yoktu. Onlar da ellerinden bir şey gelmediği için hüzünlenip başlarını taşlara sertçe vurmaya devam ediyorlardı. Balık korkmasın ve incinmesin diye düşünerek geri çekilmeye karar verdi dolunay. İstemeye istemeye geldiği yere döndü ve balığa şöyle seslendi: “Canım efendim! Ben seni bir an bile incitmekten çekinirim. Sana yönelişim bile nelere yol açıyor görüyorsun. Güzel gözlüm! Ne olur beni affet!  Seninle bu şartlarda, yakamozlarda buluşmaya da razıyım. Yeter ki orada olduğunu, sıhhat içinde bulunduğunu bileyim bana yeter. Uzaktan da olsa o sıcak öpüşünle sevineceğim. Denize vuran yansımalarıma sarılmalarınla huzur duyacağım. Yeter ki sen incinme!”


» YAZARIN DİĞER YAZILARI


BU YAZIYLA İLGİLİ YORUM YAZIN