Daha önce sosyal medyada, kitaplarından alıntılarını duyduğum Halil Cibran ile, Ermiş kitabı vesilesiyle tanıştım. İnsan Yayınları’nın İbrahim M. Kuloğlu çevirisiyle yayınladığı şekliyle okuduğum kitabın ilk bölümünde, Halil Cibran’ın; şair, ressam, yazar ve filozof unvanlarını taşıdığını, Lübnanlı olduğunu, uzun yıllar ABD’de yaşadığını, İngiliz dilini kullanmadaki ustalığını, resimlerinin dünyanın birçok şehrinde sergilendiğini öğrendim. Yine, Doğu ve Batı Felsefesi’ne aşinalığı, kutsal kitap lisanına yatkınlığı, muhalif yapısı, Lübnan’dan ABD’ye sürgün edilişi, yoksulluk ve yalnızlığı, 60’lı ve 70’li yıllarda ABD ve Avrupa gençliğini etkileyişi zikredilmiş.
Kitap, akıcı bir üslup, şiirsel bir dil ile kaleme alınmış. İmgeler gayet başarılı, mecazlar, betimlemeler yerinde kullanılmış. Okuma esnasında, bazen vurucu olduğu, bazen daha iyi anlamak istediğiniz, bazen de hoşunuza gittiği için, cümlelere dönüş yapıyorsunuz. “Göğsümün bir yanında İsa, bir yanında Muhammed oturur” diyen Halil Cibran, bu ifadeye uygun, derinlikli kelamlarla bezemiş kitabını. Bu derinlik ve muhteva, Ermiş kitabına, ABD’de İncil’den sonra en çok satan kitap vasfını vermiş.
“Ermiş” kitabındaki karakterler; El Mustafa, Almitra ve Orphalese halkı. Kitap, on iki yıl boyunca kaldığı adadan ülkesine dönmek üzereyken, El Mustafa’nın, kendisini yolcu etmeye gelen Orphalese halkına seslenmesi ve sorulan sorulara verdiği cevaplardan oluşuyor.
Amin Maalouf’un “Bir edebiyat sürgünü” diye vasfettiği Halil Cibran, kitapta, “Geminin Gelişi” ile “Elveda” bölümleri arasında bizi bir seyahate çıkarıyor. Anlayabildiğim kadarıyla bu seyahatte, insanoğlunun doğum ve ölüm arasında muhatap olacağı olaylar, duygular ve kavramlar resmediliyor, insan olumlu veya olumsuz yönleriyle ele alınıyor, güzergah çiziliyor, reçeteler sunulup, yazarın ifadesi ile insanoğluna ayna tutuluyor. Yazar bunu yaparken, bütün anlattıklarını tecrübe etmiş bir bilge edasıyla sesleniyor.
"Siz kurallar koymayı çok seversiniz, Ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz. Tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan, sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi.”
“Ve bilginizin derinliğini değnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayın. Çünkü kişi, ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir. Tek doğruyu buldum' değil, 'Bir doğruyu buldum' deyin.”
Her şeyi zıddıyla ifade ederek tefekküre kapı açarken, hikmetli ve hoşgörü dolu ifadeleriyle insanoğluna incelikler sunuyor. Karanlık, acı gibi olumsuzluk hissettiren kelimelere bile, aydınlığı fark ettirdiği ve insanı olgunlaştırdığı için kutsallık atfettiğini görüyorsunuz.
"Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır. Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi Güneş'i görebilsin diye kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz.”
Yazar, mutluluğun ve huzurun anahtarı olarak iç dünyanın zenginleştirilmesi ve ruhun daha da derinleştirilmesi gereğini vurguluyor Ermiş’te. Altı tekrar tekrar çizilesi satırlardan bazılarını paylaşayım sizinle:
“Yüreğinizi yaşamınızın gündelik mucizeleri karşısında hayretle dolu tutabilseydiniz, acınız da en az sevinciniz kadar harikulade görünürdü. Ve hatta tarlalarınızdan geçip giden mevsimleri kanıksadığınız gibi yüreğinizin mevsimlerini de kanıksardınız. Ve hüznünüzün kışlarını dinginlikle seyrederdiniz. Acılarınızı çoğunlukla kendiniz seçersiniz. Acı, içinizdeki hekimin hasta nefsinizi tedavi etmekte kullandığı acı iksirdir. Eli ağır ve sert olsa da, Görünmeyen'in müşfik eliyle yönlendirilen hekime güvenin. İlacınızı sessizlik ve dinginlikle için. Uzattığı çanak dudaklarınızı yaksa da, Çömlekçi’nin kendi gözyaşlarıyla ıslattığı kilden yapılmıştır.”
“Servetinden, mülkünüzden verdiğiniz zaman pek fazla bir şey vermiş sayılmazsınız. Çünkü vermek, gerçekten kendinden feragat etmektir. Çünkü servet ve mülk, bir gün işe yarayacak endişesiyle biriktirip sakladığınız şeyden başka nedir?”
“Sanki alıkoyabileceğiniz bir şey var mı? Tüm sahip olduklarınız bir gün verilecek; Öyleyse şimdiden verin de, size ait olsun verme mevsimi, mirasçılarınıza kalmasın.”
“Peki nedir aşkla çalışmak? Kalpten gelen iplerle bir parça kumaş dikmektir, sevgiliniz o kumaş parçasını giyecekmişçesine. Evi muhabbetle inşa etmektir, sevgiliniz oturacakmışçasına.”