Yaprakların hüzünle uçuştuğu, bulutların, şehri loş bir karanlıkta bıraktığı, efkârın insanı çepeçevre sardığı bir sonbahar sabahıydı. Halim, başında beresi, üzerinde dizine kadar uzanan siyah pardesüsü, elinde her gün taşımaktan yüksünmediği çantasıyla, oturduğu binanın kapısından çıktı. Yüzüne çarpan yağmur tanelerinin serinliğinde, usul adımlarla durağa yöneldi. Otobüse binip, cam kenarında bulunan koltuğa oturdu. Gri bulutların arasından gülümseyen güneş ışıklarını izlerken, annesinin kendisini yolcu edişini hatırladı. Annesi, Halim’i yolcu ederken, “Allah iyilerle karşılaştırsın” diye dua eder ve muhakkak şöyle devam ederdi : “Ayete’l Kürsî’yi okumayı unutma oğlum!”
Halim, annesinin tembihini dinler, “Her an Hayy ve Kayyûm olan, uykusu ve uyuklaması olmayan, koruyup gözetmek işi kendisine zor gelmeyen ve her şeyi hakkıyla bilen Allah’a sığınırım.” derdi. Allah’ın muhafazasını ve emin olma hissini hakka’l yakîn olarak duyardı her seferinde.
O’nun da duaları vardı bugüne ve ötelere dair. Mesela iş aradığı zamanlarda üç şey istemişti Rabbi’nden. Bu yakarışlara karşın, akvaryum misali bir yer nasip olmuştu Halim’e.
Maişetini kazandığı bu küçük yer, mesaisinin neredeyse tamamını geçirdiği, kendine özgü çalışma şartları olan, çalışanların konuşmalarının, çalışma ve mola saatlerinin, telefonda geçirdikleri süre ve benzeri verilerin kayıt altına alındığı bir yerdi. Bu çalışma sistemi, tecrübelerden de yola çıkarak, oluşabilecek kaosu önlemek için kurgulanmıştı. Kendi yapısına uygun olmayanları, ruhsal ve zihinsel olarak etkileyecek yapıdaydı.
Günlerden bir gün, önceki birimindeki bazı kişilerle yaşadığı sorun nedeniyle, yer değişikliği yapmak zorunda kalmış biri çıkageldi. Yıllarca sahada çalışmış ve ilk defa büroda çalışmak zorunda olan bu kişinin ismi Celal’di. Celal, kısa süre içinde ofiste oluşacak olayların hep orta yerinde duracaktı. Masa ve koltuk savaşları, tehdit ve nefret dolu söz düelloları, fiili kavgaya ramak kalan tartışmalar… Bütün bu olanların bitmesine yönelik, idarenin caydırıcı uygulamaları da sonuç vermemiş, huzur hepten bozulmuştu.
Aslında Celal, arkadaşlarının, hakkında “iyi adamdır” dediği, tarikatmeşrep bir insandı. Fakat özel hayatında yaşadığı buhranlar ve bunun işyerine yansımaları, böyle bir sonucu doğurmuştu. Halim, Celal’e üzülüyor fakat bu durumdan kurtulması için, elinden dua etmekten başka bir şey gelmiyordu.
Halim, sinir harpleriyle geçen aylardan sonra bir gün, ikindi namazını kılmak için iş yerinin mescidine gitti. Namazdan sonra mescidin hemen çıkışında bulunan akvaryumların önünde, dizlerini bükerek ayak parmakları üzerinde durdu. Balıkları izlemeye koyuldu. Birbirinden farklı cinsteki balıklar, bir o yana bir bu yana salınıyor, birbirlerine zarar vermeden uyum içinde yaşıyorlardı. Bu ahenkli yaşayış, istediği ve özlediği bir durumdu. Balıklara dönüp mırıl mırıl konuşmaya başladı: “Ah şu balıklar, kapalı ve hudutları çizilmiş bir alanda ne de güzel yaşıyorsunuz. Şimdi aranıza deniz veya okyanus tabiatlı bir balık koysam ne olur?” Balıkların “Aman abi ne olur yapma” dediklerini duyar gibi oldu. “Tamam tamam neler olduğunu daha önceki akvaryum tecrübelerinden hatırladım. Sakin olun!” deyip balıkları teskin etti. Balıklar sakindi lakin kendi akvaryumundaki kargaşa devam ediyordu. Bu kısa tefekkürden aldığı ilhamla hemen ofise geçti.
Ofisin kapısını bir hışımla açıp, aylardır aralarında esen soğuk rüzgara aldırmadan arkadaşının masasına yöneldi. Cam kenarındaki masanın önüne gelince selamını verdi ve: “Celal abi müsaadenle bir şey söyleyeceğim.” diye ekledi. “Söyle” dedi Celal. “Abi bu ofis küçük bir akvaryum gibi. Buraya uygun tabiatta insanların çalışması gerek. Sen mizaç olarak buraya uygun değilsin maalesef. Hem kendini üzüyorsun, hem de çalışma arkadaşlarını. Diyeceklerim bu kadar abi”
“Sen ne diyorsun, ne anlatıyorsun” diyecek diye beklediği Celal, “Subhanallah” dedi, birden doğruldu ve ayağa kalktı. “Dün gece” dedi. Biraz duraksadı. Hayret ve şaşkınlıkla, nasıl anlatayım şimdi dercesine baktı. Ve dilinden şu cümle dökülüverdi: “Dün gece rüyamda, akvaryumda bir balıktım. Bir el beni akvaryumdan aldı ve denize fırlattı.”