Artık yolun sonuna geldim. Şairin dediği gibi “Boyumu aşan bir ömrün” son demlerindeyim. Hazin bir elvedayı ünlüyor, ömrümün sararmış yaprakları, düşerken dallarından. Toprak oluyor artık umutlarım kahrından. Kör gecenin koynunda sığındığım ne kadar liman varsa yerle bir oluyor gözlerimin önünde. İçimdeki bütün kuşlar peşi sıra terk ediyorlar beni. Masallara inancını yitirmiş bir çocuk gibi öylece kalıyorum. Bakınıyorum, bakınıyorum gönlümden başka gidecek yer bulamıyorum. O yüzden kendime saklıyorum artık duygularımı. Ruhu alınmış insanlar, onları çerçöp yerine koymasınlar diye. Söyleyin, gönülleri musalla taşına yatırılmış soğuk ve tepkisiz ölüler ile konuşulur mu?
Böyle düşündükçe dünya, adeta bir salhâneye dönüyor. Galiba soğuk yüzünü gösteriyor, soğuyayım diye kendinden. Ben de ona uyup aşırılıklarımı, bitmez tükenmez hırslarımı, hatta bana dair ne varsa hepsini kurban edeyim diyorum. İnsanlar neşe ile eğlenirken kendilerince, ben sevinçlerimi dara çekiyorum. Hayallerimi asıyorum kalın urganlarla. Gönlümü yatırıyorum kanla sulanmış taşa ki rahatça koparsınlar diye aşkımın şah damarını. Gözyaşı yetmiyor bana, kanlar aksın diyorum yaşadıklarını pişmanlıkla seyreden gözlerimden. Bilenmiş kelimelerle yaralanıp nefessiz kalmış gönlümden koyu bir nedamet sızıyor. Duyuyorum, Hüseyni salâsı okunuyor cahil ömrümün. Soğuk bir mermer üzerinde sükûta bürünüyorum.
Hiçbir şeyden habersiz “Musalla taşının yanı başında şen şakrak oynuyor çocuklar”.