Bazı şahsiyetler vardır ki vefatlarının üzerinden seneler geçse de hizmetleri, gayretleri unutulmuyor, rahmetle, şükranla ve hürmetle yâd edilmeye devam ediliyor. Bu abide şahsiyetlerden birisi de merhum Zübeyir Gündüzalp’tir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin yakın hizmetinde bulunan talebesi Zübeyir Gündüzalp’in bugün vefatının 49’ncu yıldönümü. 2 Nisan 1971 tarihinde Rabbinin “Bana dön!” emrine uyarak, ebediyete yürüdüğünde Fatih Camii’nin avlusunda toplanan on binlerce seveni, onu omuzları ve başları üzerine alarak Fatih’ten Eyüp Sultan’a kadar deryalar misali aktı ve ebedî istirahatgâhına emaneti tevdi etti. O mahşeri günü yaşayanlar, muazzam kalabalığı ve coşkuyu unutamıyor. Kabri nur, ruhu şad, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı âli olsun.
Evliyalar diyarı, Mevlana’nın memleketi Konya’da (Ermenek) 1920’de doğan Zübeyir Gündüzalp 1946 senesinde Bediüzzaman Hazretleri’ni Afyon Emirdağ’da ziyaret etmiş, hizmet halkasına girmiş, ona talebe olmuş, o tarihten sonra da emr-i Hakkın vâki olduğu 2 Nisan 1971 tarihine kadar iman hizmetlerinde bulunmuş, Risale-i Nurları okumuş, çevresine okutmuş ve kutlu ömrünü yüksek bir gayeye hasretmiştir.
İlk tahsilini doğup büyüdüğü Ermenek’te yaptıktan sonra kısa bir süre, Ermenek Postahanesi’nde çalışan Zübeyir Gündüzalp, daha sonra Silifke Ortaokulu’nda orta tahsilini tamamladı. Postahane memurluğuna yeniden döndü. 1944 senesinde Konya’daki vazifesi esnasında Risale-i Nur eserlerini tanıdı ve Nur talebesi oldu. 1946 yılında Bediüzzaman’ı Emirdağ’daki ziyareti, hayatının miladı oldu. Bu buluşmada, aradığını bulmanın sevinci ve heyecanı içinde hizmetlerin içinde aktif biçimde bulundu. Ne var ki, dindarlara zulüm yapılan kara bir dönemdi. 1948 yılında tevkif edilerek, Afyon Hapishanesi’nde, üstadı ile birlikte altı ay hapis yattı. O zaman “Medrese-i Yusufiye” olarak adlandırılan bu hapis yılları, Gündüzalp’in hayatının akışını bütünüyle değiştirdi. 1953 senesinde memuriyetten istifa ederek ayrıldı ve üstadı Bediüzzaman’ın 23 Mart 1960 tarihindeki vefatına kadar yakın hizmetinde bulundu. Süleymaniye semtindeki Kirazlı Mescid Sokağı, onun hizmetlerinin merkezi oldu. Bediüzzaman Hazretleri’nin onun için, “Ben Zübeyir’imi kâinata değişmem” dediği belirtiliyor. O, hayatıyla da Risale-i Nuru yaşayan ve bütün Nur Talebelerine numune olan mümtaz bir hizmet, feragat ve cesaret erbabıydı.
Ne yazık ki vefatından yedi yıl sonra İstanbul’a geldiğim için bu mübarek zatı tanıma bahtiyarlığına erişemedim. Ama adı Anadolu’da hep bir efsane olarak anlatıldı durdu. Dolayısıyla da çocukluğumdan beri Bediüzzaman Hazretlerinin diğer talebeleriyle birlikte ismini hep duyduğumuz ve faaliyetleriyle iftihar ettiğimiz mübarek bir ağabeydi. Ömrünün son yıllarını geçirdiği Kirazlı Mescid Sokağı’ndaki 46 numaralı medrese (dershane)’yi, Dersaadet’e adım attığım ilk günlerde ziyaret etmiş ve çalışmalarını devam ettiren ağabeylerle görüşmüştüm. İslamiyet’e âşık Kur’an-ı Kerim’e sevdalı, Ehl-i Sünnet anlayışına bağlı, Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur eserlerine sadık, iman hizmetlerine tutkun olan Zübeyir Gündüzalp neşriyat hizmetlerine de büyük önem vermiş ve çevresindeki arkadaşlarına bu yolda da faaliyet gösterilmesini istemişti. Merhum, Zübeyir Gündüzalp, Bediüzzaman’ın diğer talebeleri (Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Sadullah Nutku, Abdullah Yeğin, Bekir Berk vd.) ile birlikte ebedî Eyüpsultan Mezarlığı’ndaki geçici yurdunda mahşeri bekliyor.
Zübeyir Gündüzalp’in kaleme aldığı “Dava Adamına Mektup”, yıllar boyu Anadolu’da elden ele gezdi, dilden dile dolaştı. Bir manifesto gibi olan o heyecan dolu satırları ihtiva eden mektubu geçenlerde yeniden görünce bir daüssıla hasreti ile yeniden sevgiyle kucakladım ve arşivime kattım. Şimdi o mektubu paylaşmak istiyorum:
“Aziz ve muhterem kardeşim,
İslam'ın her derdine razı olduğunu söylüyorsun. Bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun. O halde dinle: Vazifen; dikenler arasında güller toplayacaksın. Ayağın çıplaktır batacak, elin çıplaktır kanayacak… Buna sevineceksin.
Firavun kucağında büyüyen çocuk Musaları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler, konuştuğun için zindana atacaklar… Sevineceksin…
Çöllere sürülsen kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülsen ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyen olacak yakacaklar, yıkacaklar.
Sen bunu sabırla seyredeceksin.
Karanlık zindanlara sokarlarsa ışık, paslı vicdanları görürsen ümit, imkânsız kalplere rastlarsan nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiği için ceza, sen konuştuğun için mahkûm olacaksın. Ve buna şükredeceksin.
Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan gönülden Kur’an’a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kâğıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi nur arayanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin.
Makamlar servetler, verilse de nefsini unutmayacaksın.
Yalan, iftira, çamur fırtına tutulursan hissiyatını terk edeceksin…
Önüne demirlerden sert koyarlarsa dişinle deleceksin. Dağları toptan oymak gerekirse iğne ile oyacaksın.
Unutma!
Nerede olursan ol, küfrün ve cehlin ta temelini çürüteceksin.
Bir gün Kur’an etrafındaki surların yıkıldığını görürsen hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin.
Etrafına ilimden, irfandan, faziletten, ahlaktan, kaleler dikeceksin, kalelerde fedai olacaksın.
Bu mektubu okuyana, Mesnevi’yi okuyan Yunus Emre gibi uzun olmuş
diyeceksin. Onun ‘Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm’ deyişi gibi
sen de, ne lüzumu vardı uzun uzun saymaya, kısaca Kur’an talebesi
olacaksın deseydin yeterdi diyeceksin.
Haklısın, zira İslam yoluna giren bilir ki bu yol kıldan ince kılıçtan keskindir.
Her kişinin değil, er kişinin yoludur.
Seni bütün ruhu canımla kucaklar, gözlerinden öper, dualarına mukabele eder, Allah’ın rızası dairesinde buluşmak üzere, mektubuma son verirken, dalalete düşen din kardeşlerimin kısa bir zaman da sizin gibi hidayete ermelerini Cenab-ı Vacibül Vücud Hazreti Allah’tan niyaz ederim. Zübeyir Gündüzalp.”
Yaradılış itibariyle edebiyata yatkın olan, veciz sözler söyleyen Zübeyir Gündüzalp’in bu özdeyişleri bir ara Necmeddin Şahiner tarafından hazırlanmış ve Zafer Yayınları arasında yayınlanmıştı. Zübeyir Gündüzalp’in Not Defterinden küçük bir risalecik ama mana itibariyle zengin çağrışımları olan bir eser. 1999 yılında üçüncü baskısı yapılan bu kitabın arka kapağında Zübeyir Gündüzalp’in kısa bir portresi yapılıyor, okuyalım:
“Bir kısım büyük zatlar var ki, onlar hayatta iken meşhur olmamıştır, daima kendini gizlemiş ve saklamıştır. Bir futbolcu gibi, bir boksör veya güreşçi gibi büyük kitleler tarafından tanınmamıştır. Büyük kitlelere hitap etmemiştir bunlar Yer altına düşen çekirdek gibi, ölümden sonra çiçek açar, yapraklanır, koku ve meyve vermeye başlarlar. Onların, bu bilinmez zatları hayatı ölümlerinden sonra başlar. İşte Zübeyir Gündüzalp da bunlardan birisidir. Gerçek önderler, hakikî rehberler ve yol göstericiler de bunlardır zaten…”
Necmeddin Şahiner, eserin takdiminde şöyle diyor:
“Evet, o Ermenek yaylalarında dünyaya gelen ve oradan Malazgirt’e, Niğbolu’ya, Mohaç’a gider gibi Konya ovasına inen, Yavuz bakışlı, Yıldırım iradeli, İslam kahramanı olan bu aziz zat hayatının baharında bütün varlığıyla, bütün zerrat-ı vücuduyla Kur’an hizmetine koşmuş, bu yolun dertlisi ve kara sevdalısı bir fedaisi olmuştur.”
Yazı, esaslı tasvir ve tahlillerle devam edip gidiyor. Kitabın sonundaki “Bir İslam Kahramanı M. Zübeyir Gündüzalp” metni de önemli bir biyografi örneğidir. Cismen küçük ama muhtevaca büyük olan bu eserde mevcut bulunan veciz sözlerden bir buket hazırlayıp dostlara sunarak yazımı bitirmek istiyorum. Rabbim İslam’a ve Kur’an’a hizmet etmiş bütün âlimleri, mutasavvıfları, muhakkikleri, mürşitleri ve mücahitleri tanımayı, eserlerinden, birikimlerinden, hizmetlerinden feyiz almayı hepimize nasip etsin, amin…
İşte Zübeyir Gündüzalp’in söz konusu eserini süsleyen vecizelerden bir kaçı:
“İyi olmanızı istiyorsanız evvelâ kötülüğünüze inanınız; kusurlardan kurtulmak istiyorsanız, evvelâ kendi kusurunuzu görüp, kendinizi kusursuz zannederken, kusurlu olduğunu müşahede ediniz.”
“Bahtlı ve talihli kimse, başkasına va’z edilirken ibret alandır.”
“Hiddetle, heyecanla konuşmanıza asla itimat etmeyiniz. Zira nefis ve şahsî hissiyat karışır. Yapacağım derken parçalarsınız. Hem de kendinizi parçalamış olursunuz.”
“Çok defa kendini tenkit etmek kâmilliğine erişememiş, yakın akraba veya mesai arkadaşlarını tenkit etmeye alışanlarla bir yerde oturmayınız. Onu dinleye dinleye siz de münekkit ve yıkıcı bir ahlâk sahibi olursunuz.”
“Dışarıdan tenkit kolaydır. Aynı işin içine girdikten sonra, tenkidin zulümkârlığını anlamak, o kimse için ne acı, ne felâketli, ne hasaretli ve ne derece manevî mes’uliyetlere duçar edicidir!..”
“Başkalarını ıslah için evvelâ kendimizi ıslah etmek icap eder.”
“Herkesin bir kusurunu bulup, kendi kusurlarını görmeyerek dostlarını terk eden, terk edilir.”
“Acı nasihat faydalı şerbettir.”
“Dostunu şiddet ve minnet içinde tutarsan, bir daha senin suratını bile görmek istemez.”
“Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan kusurundan habersiz kimse, arkadaş bulamaz.”
“Başkalarını sık sık affedin. Fakat kendinizi ve nefsinizi asla…”
“Allah; yumuşak huylu, din kardeşlerine şefkat ve merhamet eden kulunu sever.”
“Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet meyvesini elde eder.”
“Din kardeşlerine elinden geldiği kadar merhamet et ki, Allah da sana merhamet etsin.”
“Kötülük etme, sonra iyi dosttan dahi kötülük görürsün.”
“Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel şeydir.”
“Şuurlu çalışmalı ve düşünerek okumalıdır. Böyle zihnî egzersizler, idmanlar, münazaralar yapmalı… Zihni inkişaf ettirmeli, hâfızayı kuvvetlendirmeli.”
“Zihnen çalışmak, dikkatli olmaktır. Tefekkür etmek, dikkatin bir noktaya teksif ve temerküzünden başka bir şey değildir.”
“Zihnen çalışan insanlar, yalnız arzu ettikleri şeyleri hatırda tutmaya muvaffak olurlar.”
“Fikir kendi başına bir kuvvet değildir. His ve heyecan onun mücadele için, muvaffak olabilmesi için muhtaç olduğu kuvvet membaıdır.”