Aşk denilen o muhteşem duygu gelip de, tatlı bahar yelinin getirdiği âb-ı hayat gibi sulayınca gönül bahçesini, leylâklar, zambaklar, karanfiller, yediverenler coşuyorlar yerli yersiz. Olmuyor ki efendim böyle de vakitli vakitsiz.
Kapıları kapasam diyorum
Perdeleri indirsem o zaman
Çeksem sürgülerini her pencerenin
Taşınsam kalbimin en ücra köşelerine
Ruhuma kırk bir kilit vurdursam
Azalır mı ki coşkusu duyguların.
Yok efendim ne mümkün…
Bir mecnunun ses verdiği her gönül tınısında, volkanların taşması gibi öyle sıcak öyle yakıcı taşıyor yine yeniden..
Madem öyle gönül, ne olacak bu korkmaların. Sen çok korkarsın ölümden, yanmadan. Heyhât bil ki âşk ölümdür, yanmadır. Bir varoluştur yeniden… Ve sanma bir tende, bir cânda! Yoklukta, sonsuzluktadır.
Talip isen hala, bil ki yanacaksın. Ne kadar korksan da, yanacaksın… O mahur bakışlı gözlerinde, demini alamayan sözlerinde, sevdaya hayat veremeyen sazlarında, yâre şifa nazlarında, kışlarında yazlarında…
Zor bir iştir velhâsıl. İstemem dersen çiğ kalırsın. Düşsen içine Mecnun'a kardeş olursun. Çünkü budur aşkın töresi…
Tut ki çektin çilesini kavuştun maşukuna.
Âh bil ki vuslat bile çare değildir kurtuluşa. Yâre, yârana, sevdaya kavuşmuş olmak da…
Görsen yangının artar
Dokunsan hasretin…
Âh edelim ki zor meseledir bu âşk !
Böyle garip bir cânla olmuyor.
O yüzden gel insaf et ey bad-ı saba!
Sen bari insaf et.
Bak ben acizim,
Anladım âşk büyüktür boyumdan.
Sen diyorum sen!
İçin için yanışıma derman olamaz mısın?