Gelin, Yunus’tan birkaç kelam dinleyelim dostlar! Bize güzel kapılar açsın, gönlümüzü ferahlatsın biraz.
İnsanı anlatsın bize, ruhunun derinliklerinden söylesin. Yüzyıllar ötesinden bize, bizi anlatsın. Anlatsın ki bilelim kendimizi, insanı tanıyalım.
İnsanı tanımak, bilmek, en değerli bilgi. Bilginin, ilmin özü. Tasavvuf öğretisinin de merkezine oturan, adeta bu felsefenin şahdamarı olan bir hadis vardır: “Kendini bilen Rabbini bilir.” Rabbini bilen; yaradılışın, kainatın, insan olmanın manasını bilir. Bilir de insana yakışır şekilde yaşar.
Hani aşktan söz etmişti bir şiirinde, insanın en büyük davası aşktan. Aşkı olmayan gönülleri taşa benzetmişti:
“İşitin ey yarenler / Aşk bir güneşe benzer / Aşkı olmayan kişi / Misâl-i taşa benzer” derken. Üzerinde hayatın yeşeremediği renksiz, heyecansız taşlara. Ve şöyle devam etmişti:
Taş gönülde ne biter
Dilinde ağu tüter
Nice yumuşak söylese
Sözü savaşa benzer
Öyle değil mi ya! Böyle bir gönülde nasıl bir hayat canlanabilir, güzellikler nasıl neşv ü nemâ bulabilir? Toprak gibi yumuşak ve alçakgönüllü olmadıkça üzerinde türlü çiçekleri nasıl bitirebilir?
Böyle sevgiden, derinlikten, tevazudan uzak insanların dilinde de ağu tüter. Zehirlidir sözleri; acıdır, yaralayıcıdır. Dilleri ne söylerse söylesin; bu aşktan mahrumların kalp dili, acı konuşur.
Emrem Yunus çözmüştür bu lisanı. Nice yumuşak da söyleseler der; ehl-i kalp, ehl-i aşk olmayanın sözü, savaşa benzer.
Sözün mahiyetinde değilse bile kopup geldiği kalbin tellerinde bir hoyratlık vardır, bir nâdânlık. Bir kavgası vardır bu insanın dünyayla, insanlarla. Ve her şeyden önce, kendisiyle.
Kelimelerle izah edemez insan bu hali, hisseder ancak. Nasıl “Gözler yalan söylemez” ise, kalp dili de her şeyi açık eder.
İçinde batman batman sevgi barındıran nice alelâde söz de vardır ki; bal gibi akıverir dinleyenin içine, sızıverir inceden incelerine. Sadedir, basittir kelimeler belki ama muhabbet yüklüdür, ağır çeker.
Söyleyenin şefkatini, sıcaklığını, güzel kalbini yüklenmiştir bu sözler. Hangi dilden, hangi alfabeden söylenirse söylensinler farketmez.
Hani demiştir ya atalar: “Testi, içinde ne varsa dışına onu sızdırır” diye. İşte tam da öyle. İçinde olanı yansıtabilirsin, aksettirirsin ancak.
Velhâsıl ; “Satırdan değil, sadrdan söylemek lazım” denmiştir. Sadrdan, yani gönülden.
Gönlünde aşkın güneşi olsun ki, sözünde de o güneşin pırıltıları görünsün. Kibirli, sert duran taşın, unufak olup bereketli, cömert topraklara dönmesi gibi, aşksız gönüllerin de muhabbetle dolup taşıp, güzellikler yeşertmesi ne güzel!