NİHAD SÂMİ BANARLI 1950’DE TAKSİM CAMİİ’NE BÜYÜK İHTİYAÇ OLDUĞUNU YAZMIŞTI.
Taksim Câmii hasreti yeni değil. Büyük edebiyat tarihçimiz Nihad Sâmi Banarlı 1950’de kaleme aldığı bir makalede ‘Taksim Câmii’nin lüzumunu anlatıyor. Banarlı, “Başka dinlerin mîmârîleri o kadar boldur ki, bu bölgeye bizim daha kat’î, en kat’î millî damgamızı vuracak eserlere ihtiyaç âşikârdır.” diyor ve ekliyor: “Gözlerimin önünde beliren ve Fâtih, Sultanahmed, Bâyezid meydanlarını andıran bir Taksim Meydanı ise, bana birden bire inanılmayacak kadar sıcak bir milli çehreyle gülümsedi.”
İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun onayıyla Taksim Camii’ne izin çıkması ve çalışmalara hemen başlanması milletimizi çok sevindirdi. Bazıları bu talebi ve teşebbüsü yeni zannediyor. Hâlbuki Taksim Camii’nin mübrem bir ihtiyaç olarak görülmesi, en az 67 yıllık bir maziye dayanıyor. Bu sözü abartılı zannedenler çıkabilir ama aslında geçmişteki arşviye biraz uzanmak bunu ispatlamaya kâfidir. Bir ara merhum edebiyat tarihçimiz Nihad Sâmi Banarlı’nın gazetelerde kalmış makalelerini araştırıyordum. Hürriyet gazetesinin 18 Kasım 1950 tarihli nüshasında edibimizin bir yazısını gördüm. Başlığı “Taksim Câmii” idi. Şöyle başlıyordu:
“İstanbul’un Şişli bölgesinde zarif bir câmi yükselterek, ‘şerefli kubbeler şehri’nin bu çevresine bizim milliyetimizden yeni ve asîl bir renk vermeğe muvaffak olan ‘Kurucu Heyet’in muhterem şahsiyetlerinden biri, bana güzel bir haber sundu: Çok güç, çok müşkül bir mesele olduğunu pek iyi bildikleri halde, aynı azimli heyetin aklından şehrimizin Taksim bölgesinde de, bu semtin maddi-mânevî çehresine yakışan bir câmi kurabilmek tasavvuru geçiyormuş.
Kısa zamanda çok iyi görülmüş ki, Şişli Câmii, şehrin köşesine yalnız Müslüman-Türk rûhundan yankılanmış, canlı bir manzara vermek; bulunduğu yeri birdenbire fevkalâde güzelleştiren millî-dînî bir âbide olmakla kalmamış… Aynı zamanda büyük bir ihtiyâcı karşılamış… Hele Müslümanlığın bâzı sayılı günlerinde bu câmiye koşan ahâliye az olmuş. Nisbeten ufak yapılı bağrına yalnız o semtin Müslümanlarını sığıdıramayacak bir tâlihe uğramış.
Gerçi, Şişli Câmii’ni kuranlar hatırlamışlar ki, atalarımız Bâyezid gibi, Süleymâniye, Sultanahmed gibi büyük câmileri yaptırırlarken bu câmilerin istiâb ölçüsünü onların kuruldukları semtlerdeki mevcut nüfus sayısına göre değil, aynı semtlerin gelecek yüz yıllardaki nüfûsunu düşünerek yaptırır, o ulu câmileri bunun için muazzam birer âbide hâlinde yüceltirlerdi.
Fakat Şişli Câmii’ni kuranların bütün fedakârca çalışmalarına; bu uğurda teberrûlarda bulunanların bütün hamiyetlerine rağmen, bir takım tâlî sebepler yüzünden, İstanbul’un bu son, güzel câmiini bugün büründüğü ölçüden daha geniş bir ölçüyle kurmaya imkân bulunamamış. İsteniliyormuş ki, yeni ‘Taksim Câmii’, hem İstanbul’un bu heybetli apartmanlar bölgesine yakışır bir ölçü ile yapılsın, içine büyük kütleler alabilsin; hem de aynı semte bambaşka bir mânâ ve yepyeni bir millî çehre verebilecek bir güzellikte kurulsun…”
MÜSLÜMANLAR, DİNÎ GÜNLERDE BÜYÜK CAMİLERDE TOPLANIR
Nihad Sâmi Banarlı, milletimizin ‘ulu cami’lerde buluşma geleneğini hatırlattıktan sonra Taksim Câmii projesinin kendisini heyecanlandırdığını belirterek devam ediyor:
“Îtiraf edeyim ki, ben, bu bu cesur tasavvuurun ikinci cephesini, birinciden daha sıcak bir anlayışla karşıladım. Bence, devrimizin vefâlı Müslümanları, İstanbul’un hangi semtinde olurlarsa olsunlar; büyük, dinî günlerde İstanbul’un neresinde bir ulu câmi varsa, oraya toplanmayı zevk bilen bir ruh hâleti içindedirler. Ve ecdad yâdigârı eski câmiler, onların bu arzûlarını fazlasıyle tatmin edebilecek bir azametle, hele İstanbul semtinin asîl bağrında dimdik durmaktadır… Fakat bizim bin yıldanberi Türkiye topraklarında özel bir tekâmül gösteren milliyetimizin şehir mîmârîsindeki en karakteristik çizgileri, kubbe ve minâre çizgileri, yassı ve sivri kemer çizgileri, saçak ve sayvan çizgileridir. Dünyâ üzerine taşan bir millet rûhunun mîmarlıktaki kuvvetli ifâdesi, bu rûhun semâlaşması mânâsındaki kubbelerde; bu rûhun semâya uzanması anlamındaki minarelerdedir. İnsan gözlerine dâmi agöklere çevrilme itiyâdını veren bu câmilerin Türkşehirlerinin en yüksek tepelerine kurulmasında ise ayrı bir mânâ vardır. “
Banarlı, “Bizim en güzel şehirlerimiz, ova düzlüklerine değil de, dağ tepe yükseklikliklerine kurulan ve uzaktan bakanlara ‘bütün bir âbide’ heybetiyle görünen kademeli şehirlerimizdir.’ dedikten sonra bu ulvilik hissini anlatmaya devam ediyor: “Fâtih Sultan Mehmed’in İşkodra şehrini zaptetmek için harekete geçtiği zaman, bir dağ üzerine kurulan İşkodra Kalesi’ne bakarak ‘Bu kartal yuvasını yapan ne güzel yer seçmiş’ sözündeki güzellik anlayışı, bizim dağ yamaçlarına ‘âbide şehir’ler kurmak zevkindeki ruh coşkunluğumuzun beliğ ifâdelerindendir.”
“BÖLGEYE BİZİM MİLLÎ DAMGAMIZI VURACAK ESERLERE İHTİYAÇ ÂŞİKÂR”
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi ve Türkçenin Sırları gibi kıymetli eserleriyle tanınan, Yahya Kemal’in külliyatına sahip çıkarak neşrettiren Banarlı, bu tarihî ve muhteşem makalesinin ilerleyen bölümünde şöyle devam ediyor:
“Heybetli apartımanlar beldesi Taksim ise, bu çerçevede yapılan resmî, yarı resmî inşaata rağmen hâlâ mîmârisinde bizim millî çizgilerimizi görmek mümkün olmayan bir çehre içindedir. Tünel’den Şişli’ye kadar uzanan büyük cadde üzerinde yabancı isimler, yabancı çizgiler ve yabancı mîmârîler, hattâ başka dinlerin mîmârîleri o kadar boldur ki, bu bölgeye bizim daha kat’î, en kat’î millî damgamızı vuracak eserlere ihtiyaç âşikârdır. Daha bundan çeyrek asır evvel, -bugün bizim içtimâî dâvâlarımızın aksi istikametinde yürüyen- bir şâiri, Taksim civârındaki Ağa Câmii’ni Mütâreke yılları Beyoğlusunda yapayalnız buluyor ve bu câmiye, ‘Bu îmansız muhitte öyle yalnızsın ki sen.’ diye seslenmek ihtiyâcını duyuyordu. Memnunlukla söyleyelim ki, bugün Beyoğlu sokakları, Mütâreke yıllarının millî haysiyet kırıcı, Pera sokakları gibi bizden uzak ve Ağa Câmii o yıllardaki kadar mahzun değildir. Ancak Türk milliyetini ören karakteristik unsurlar arasında İslâmlığın asırlarca şeref arttıran bir vazîfesi olmuştur. Câmiler ve minâreler birer mimârî zaferi oldukları kadar, iyilikler ve fazîletler dini İslâmlıkla her milletten daha iyi anlaşan Müslüman-Türk rûhunun da aziz timsâlidirler. Bu sebeple biz, bugün hâlâ milliyetimizi çizeceğimiz bölgelere onlardan çizgiler işlemek, onlardan örnekler yüceltmek, onlardan hâtıralar getirmek mevkiindeyiz. Ben müstakbel Taksim Câmii tasavvurunu en çok bu düşüncelerle müsâit karşıladım. Gözlerimin önünde beliren ve Fâtih, Sultanahmed, Bâyezid meydanlarını andıran bir Taksim meydanı ise, bana birden bire inanılmayacak kadar sıcak bir milli çehreyle gülümsedi.”
Yerli ve millî hassasiyetleri yüksek, şuurlu ve inançlı bir aydın olan merhum Nihad Sâmi Bey, 67 önce mümin feraseti ve basiretiyle Taksim Meydanı’na bakan bir câminin ihtiyaç olduğunu görmüş ve bu ölümsüz makalesiyle meselenin önemine ta o yıllarda işaret etmişti. Bu uzakgörüşlülüğe hayran kalmamak mümkün mü? İhtiyaç, hakikate dönüşüyor. Bugün beklenen câmi için kollar sıvandı, çalışmalara başlandı. Demek ki “Akıl için yol birdir.” Bundan sonrası, bugünkü şehir ve cami mimarlarımıza kalmış artık. Diğer ulu mâbedlerimize şiir ve yazılar yazıldığı gibi Taksim Câmii içinde edebî metinler kaleme alınacaktır. Rahmetli Nihad Sâmi Banarlı ilk yazıyı kaleme alıp yolu açmış bile. Ruhu şâd, kabri nur, mekânı cennet, makamı âli olsun.