“Rabbim çok merhamet edicidir ve kullarını çok sever.”
Hud Suresi 90. ayet mealinden alıntı
(ÜMİT ŞİMŞEK MEALİ)
…
…
Ayette geçen iki ilahi isim:
Rahim, Vedud.
Rahim: Kullarına şefkat eden, merhamet eden, şefkat ve merhamet duygularını veren gibi anlamları var bu ismin.
Vedud: Seven, sevilen, sevdiren anlamlarına gelen bir isim.
…
Rabbimizin merhametini ve sevgisini hissedebilenler, duyabilenler için hiçbir şey söylemeye gerek yok. Onlar zaten bu sevgi ve merhameti her an tadabiliyorlar.
Ya Allah’ın merhametini ve sevgisini hissedemeyenler?
Onlar ne yapmalı?
Bu soruyu cevaplamak elbette kolay değil.
Ama dilimizin döndüğünce bazı ipuçları vermeye çalışalım.
…
Öncelikle…
Biz yokken bizi bir yaratan var.
Bir yaşatan.
Bize maddi-manevi pek çok duygular, kabiliyetler veren birisi var.
Bizi taş olarak, kuş olarak, bitki olarak değil de insan olarak yaratan birisi.
…
Güneşi, dünyayı, havayı, suyu insana hizmetkâr eden birisi var.
Ayı ve yıldızları tıpkı bir gece lambası gibi semaya yerleştiren birisi…
Mevsimlerle hayatı farklı farklı şartlarda, farklı farklı hallerde gezdiren birisi…
İlkbahar, yaz, sonbahar, kış…
Her mevsimin sıcaklığı, rengi, manzarası, sebzesi, meyvesi farklı….
Bütün bunlar kim için, kimin için?
…
Dünyanın atmosferi, toprağı, suyu, havası, bitki örtüsü…
Atmosferi oluşturan gazların oranları…
Renk renk çiçekler, bitkiler…
Her birinin kokusu ayrı, özelliği ayrı…
Dünyanın yağmuru, rüzgârı, sıcağı, soğuğu…
Kim için, kimin için?
…
İnsanı dünyada yapayalnız bırakmayan birisi var.
Peygamberlerle, mukaddes kitaplarla insanı aydınlatan birisi…
Kur’ân-ı Kerim, hadisler…
Sonra alimlerle, evliyalarla bütün zamanları, bütün asırları aydınlatan birisi…
Yunuslar, Mevlanalar, Hoca Ahmed Yeseviler, Abdülkadir Geylaniler…
Her gün tekrar tekrar edilen dualar…
Cevşenül Kebir, Sekine, Celcelutiye….
Rabbimizin isimleri…
Esma-i Hüsna.
…
Beş vakit namaz…
Sabah, öğle, akşam, ikindi, akşam ve yatsı namazları.
Gece yarısında teheccüd namazı.
Allah’a açılan eller.
Dua eden varsa, duaya cevap veren var.
Yeter ki insan istesin.
Yeter ki insan durup düşünsün.
Tövbe istiğfar etsin.
Özeleştiri, nefis muhasebesi, ömür muhasebesi, nefis terbiyesi.
İman, takva, tefekkür, tezekkür, infak, ihsan.
…
Bütün bunları anlamak, yaşamak, hissetmek için bazı şartlar olsa gerek.
Trafik gürültüsünde, vahşi rekabet ortamında kim neyi hissedebilir?
Hayat temposunu aşırı süratlendirmek bize ne kazandırır, ne kaybettirir?
Televizyonların, akıllı telefonların, tabletlerin, bilgisayar ekranlarının kuşatmasında bir hayat…
Tefekküre vakit var mı?
Muhabbete, merhamete, sevgiye?
Prof. Dr. Sadettin Ökten 1950’lerin İstanbulunu anlatırken bakın neler söylüyor:
“Şimdi saate göre yaşıyoruz, sekizde şu, dokuzda şu yapılacak. Eskiden ezani zaman vardı. İkindiden sonra esnaf dükkânını kapatıyordu, tesbihatı varsa yapıyor, iki dostuyla muhabbetini ediyor, sonra gurub oluyor, akşam ezanı okunuyor ve hayat bitiyordu. Benim yaşım yirmi-yirmi beş iken İstanbul’da bu hayat vardı. Bizim semtler Fatih, Beyazıt, Aksaray, Cerrahpaşa’da akşam ezanıyla hayat biterdi. Sonra yatsıdan sonra, o zaman televizyon yok, küçük dost ziyaretleri olurdu. Eve gidersiniz veya size gelirler. Bunu yapmamız lazım. Modernizm bunu bizden çaldı ama ben ümitvarım, İslami zevki yavaş yavaş yeniden arıyoruz. Bu zevk kelimesini mâlâyânî manada kullanmıyorum, kalbin haz almasından, muhabbet duymasından bahsediyorum.” (DÜNYAYA GELDİM GİTMEYE kitabından alıntı)