Her şeyin hızla gerçekleşip, hızla değiştiği bir zamanda yaşıyoruz. O kadar kolay ulaşıyorduk ki isteklerimize, o derin sandığımız arzularımız bir müddet sonra sanki hiç yokmuşçasına değerini yitiriyordu. Bu tatminsizlikle çok çabuk tüketiyorduk: Hayatı, dostluğu, sevgiyi, aşkı, nefreti bile…
En çok da ruhumuzu tüketiyorduk. İçimizde oluşan boşluğun farkına bile varmadan büyüttükçe büyütüyorduk yaralarımızı. Tatminsizlik katlanarak yerini doyumsuzluğa bırakırken, sahip olduklarımızın değil de sahip olamadıklarımızın peşine düşüyorduk. Duygular ise bu av peşinde yitip gidiyordu.
Bir an da seviyor bir an da nefret ediyorduk. Bir an da arkadaşlık kurup bir an da ilişkimizi kesiyorduk. Bir an da âşık oluyor sonra yine bir an da unutuyorduk. Hep bir ana bakıyordu bu değişimler!
Zamanın doyumsuzluğuna bağlıyorum ben bu değişimleri. Emek vermeden, acı çekmeden, beklemeden yani değerini bilemeden kazanılan her şey vazgeçilebilir geliyordu insana. Neyi kaybettiğini bilmiyordu ki!
Hep mi böyleydik? Hiç sanmıyorum. Zamanın bu kadar hızlı ve fütursuzca yaşanmadığı dönemlerde ki bu dönemler çok da geçmiş de kalmış değil insanlar elindekinin değerini biliyordu. Evet, o kadar kolay sahip olamıyordu isteklerine ama zaten ona kavuştuğunda da vazgeçilmez yapan bu bekleyişiydi. Verdiği emek, gösterdiği sebattı kazandığının kaynağı.
Sevdiğim ve çoğumuzun da izlediği o filmde şöyle bir söz vardı: “Her şeye sahip olmak isteyen elindekini de kaybediyor.” Çok doğru değil mi? Elimizdekiler ile yetinmeyi bilmedikçe hep daha çoğunu, daha iyisini istedikçe sahip olduğumuzu da kaybediyorduk. Ne kadar çok şeye sahip olursak o kadar mutlu mu olacaktık?
Ne mümkün! Aksine daha da doyumsuzlaşıp, mutsuzluğa sürüklüyorduk kendimizi. Daha pahalı kıyafetler, daha yeni bir telefon, daha büyük bir ev, daha güzel bir araba, daha yüksek bir kariyer derken sevgilerimizde bile dahasını gözetmeye başlıyorduk. Sevginin de dahası mı olur? Bu zamanda oluyordu!
İlişkiler hep bir çıkar uğruna kuruluyordu.
Dostluklar menfaatsiz olmuyordu.
Sevgiler duruma göre değişebiliyordu.
Aşk mı o da ne?
Saf duygular gözetmenin aptallık sayıldığı bir dönemdeyiz. Daha fazla ne diyebilirim ki; aptallığımıza doyum olmasın be arkadaş…