• İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
    İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
  • Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
    Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
  • İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
    İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
  • Nâzım Tektaş ile Mülakat
    Nâzım Tektaş ile Mülakat
  • Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
    Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
  • Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
    Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
  • Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
    Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
  • İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
    İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
  • İhsan Kurt ile Mülakat  
    İhsan Kurt ile Mülakat  
  • Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)
    Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)

YAZARLARIMIZ

Mehmet Nuri Yardım
Mehmet Nuri Yardım
Eklenme Tarihi: 21 Temmuz 2020, Salı 20:11 - Son Güncelleme: 21 Temmuz 2020 Salı, 20:11
Font1 Font2 Font3 Font4
Suad Alkan ile Sanat Merkezli Bir Konuşma

 

 

 

Suad Alkan değerli bir şairimiz. Onu Türkiye’de pek az kişi tanır. Çünkü yıllarca Fransa’da yaşadı. Artık hep Türkiye’de. 1961’den 2004 yılına kadar süren şiir serüvenini bir kitapta topladı. Ömründen süzdüğü, yüreğinden geçen, beyninde usareleştirdiği mısraları Ay’a Senfoni’de buluşturdu. Denizli’de doğan şair zaman zaman İstanbul’da ve Ankara’da göründü. Bir iki yayın organında çalıştı. Çeyrek asır önce birkaç şiiri ve denemesi yayınlandı. Ama daha sonra Türkiye’den ayrıldı, dostlarına veda ederek Fransa’nın ışıltılı şehri Paris’e yerleşti. Bilim dünyasının sessizliğine gömüldü. Bir üniversitede doktora çalışması yaptı. Mekânların, toplulukların, cemaatlerin ve ekollerin dışında durmayı yeğledi. Kendini şiirin âzât kabul etmez kölesi kabul etti. Mehmet Kaplan’ın, Sezai Karakoç’un yazı ve şiirlerinden etkilendiğini söyledi, Sadık Yalsızuçanlar’ı yazmaya teşvik etti. Geceler boyu genç edebiyatçılarla oturup sanat üzerine konuştu. Yazar sözlükleri, ansiklopediler ondan habersiz yayınlandı yıllar boyu. Ama o bunu hiç dert etmedi. Kendi kozasını örmeye devam etti yarım asır. Şiiri sürgün, sesi titrek, yüreği yaralı, kendisi hüzünlüydü. Fırsat buldukça dostlarını aradı. Onlara kendisini hatırlattı.

 

 

Suad Alkan ile 1970’li yılların sonunda tanıdım. Ömrünü irfanımıza adamış bir gazeteciydi. Normal gazetecilik anlayışının üstünde hep kültür neşriyatında ısrar etti, bundan da asla taviz vermedi. Herşeye “eyvallah” demedi, çalıştığı yerlerde istediğini yapabildi mi, pek sanmıyorum. Hâlbuki bulunduğu camiada kültürü, sanatı, edebiyatı, şiiri ve tefekkürü öne çıkaran bir gayretin içinde oldu hep. O sanatı için hocamız Mehmet Kaplan, “Suad Alkan’ın şiirinde gerçekten güzel, derin ve yeni bir şeyler var.” demişti. Cemil Meriç ise Suad ağabeyin kitabı için “Çiçeğe Dönen Yaz Südü, insanlık tarihinin şiiridir.” tarifinde bulunmuştu. Ve yetişmesinde emeği olan Sadık Yalsızuçanlar Alkan için şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Suad Alkan hâlâ keşfedilmemiş bir ada. Şiirleri ve yazıları gelecek kuşaklarca da okunacaktır.”

 

Murat Sönmez “Modern Bir Dervişin Nağmeleri”nde Suad Alkan için “Gördükleri duydukları, yaşadıkları, okudukları onda ahenkli bir sentez halinde hep şiir bilgeliği olarak tebellür etti. Hassas ve derin duyarlığını hikmetli bir deyiş katına yükseltmeyi başardı” diyor ve ekliyor:

 

“O sıra dışı kalmayı sürü dışı kalma mücadelesi olarak gördü. Kurumlar, kurallar, gaflet kozası içinde tefessühe durmuş yerleşikler, ona alışamadı, yadırgadı. Yerli kalarak yerleşik olmamayı, sabitleşerek donmamayı, katılaşmamayı, tefessüh etmemeyi başardı. Ülfet ve ünsiyet perdesini bir zırh gibi üzerine çekip derin bir uykuya dalarak bitkisel hayata mahkûm olanlar, onun uyarıcı uyanık kişiliğinden rahatsız oldular.

 

İşinden eşinden, evlâttan ıyalden, gerçekten, hayalden, düğünden dernekten, nikâhtan, gerdekten, ovasından obasından sürüldü. Fena faniler onu dondurulmuş kalıp çerçevelerinden sürdü. Bu dışsal sürgünlük, onu tasaffi, terakkî ve tekâmül ettirerek kendine sürdü. Başına gelenlere üzülmeyecek, ağlamayacak kadar göz yaşından da sürdü kendini. Şekilci ulemanın izafî ve sığ tasnifleri olan ‘gerçek’ ve ‘hayal’ ayırımlarının da ötesine geçti. Kendini dünyadan ve kendi dünyasından Allah’a sürdü. Yani terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i terk makamına ulaşmanın ifadelerinde somutlaşmış bir hâlidir bu şiir.”

 

Suad Alkan, metafizik derinlikten bize sesleniyor Ay’a Senfoni’de. Şekilden ziyâde mâna ile, zâhirden ziyade muhteva ile ilgileniyor. Şiirinde bir vecd hâli, bir istiğrak sözkonusu. O köklü üslûpta, asırların süzgecinden bize ulaşan tatlı nağmeler ve hoş kelimeler ulaşıyor kulaklarımıza. Şairimizle yaptığımız konuşmayı edebiyat dünyasına sunuyorum.

        

YARDIM: Sizinle şiir eksenli bir konuşma yapmak istiyorum. Öncelikle, Suad Alkan’ın çocukluğu ve bu çocukluk içindeki yazı hayatı nasıl başladı, ne şekilde devam etti, anlatır mısınız?

 

ALKAN: 13, 14 yaşlarında kasabamızın masalını yazmakla ve eşraftan birinin onu okuyarak beni yüreklendirmesiyle başlayan yazı, zamanla önce hikâye, sonra da şiire dönüştü. İlk okulu bitirip dört yıl sonra okula kaçtığım zaman, birinci sınıfta Türkçe öğretmeni Mehmet Kaya Bey, hafta başında “Herkes dünkü Pazar’ını nasıl geçirdiğini anlatsın.” dedi. Yazıları topladı evinde okudu, ikinci hafta herkesin yazısını dağıttı ve bana, “Gel sen yazını arkadaşlarına oku.” dedi. Türkçecinin bu davranışı sınıfın bana rekabetini celbetti. Orada önce yazdığım kasabamın masalında kullanmaya alıştığım mecazlar çarpıcı olmuştu. Bilahare mecazlı konuşmak alışkanlığına kapıldım. Beş sene sonra, üniversite yıllarında Ali Nihad Tarlan’ı manevi baba edinen edebiyat öğretmeni Nafize Sarıoğlanoğlu okulda girdiği sınıflara, “Bu okulda tek edebiyatçı var, Suad!” diyecekti. Ve benim bir kızın ağzından yazıp Kemal Ural’ın çıkardığı Şule dergisine gönderdiğim bir mektubu okuduktan sonra “Bu yazı büyük edebiyatçıların yazacağı bir yazı.” nitelemesini getiriyordu. Şule Yüksel Şenler o yazıyı, kendine hitaben yazılmış bir mektup addederek, bütün konferanslarına başlarken okuyordu. Bir kitabının başına da aldı. Bütün bunlar bana bir tahdis-i nimet nevinden görünüyor.

 

O sıralarda Necip Fazıl’ınkine benzeyen meselâ “gözlerimde dipsiz tavan, cinden adamlar” gibi mısraları arkadaşlarıma gösterince Necip Fazıl’ı tanıyanlar bana “Küçük Necip Fazıl” demeye başladılar. Derken kitabıma almadığım “Arı Akrep Diyaloğu” başlıklı bir şiiri 1960’larda yazdığım zaman kendime ‘şair miyim?’ sorusunu sordum. Fakat kendimi şair bilmek ağırıma gidiyordu. Bu kanaatimi ömür boyu taşıdım. Fakat deşifre etmedim. Hatta Mehmet Kaplan’ın “Şiirini tanınmış dergilere gönder, şiir çekmecede olgunlaşmaz” tavsiyesine kulak asmadım.

 

YARDIM: İlk okumalar, ilk ustalar kimlerdi? Sizi edebiyat ve şiir ortamına sürükleyen unsurlar nelerdi, şiirinizin oluşumuna daha sonra hangi ustalar katkıda bulundu?

 

ALKAN: Bediüzzaman’ı okuduğum zaman nurcu, Mevlânâ’yı okuduğumda Mevlevî, Necip Fazıl’ı tanıyınca ‘Küçük Necip Fazıl’ yargılarına muhatap olmam, herhalde çabuk ve kuvvetle etkilenen bir kişiliğe dayanıyor. Montaigne’in, Decartes’in, Socrates’in dahil olduğu batı; Firdevsi’nin, Hâfız’ın, Sâdi’nin, Mevlânâ’nın, Nasır-ı Hüsrev’in, Nizâmî’nin dahil olduğu doğu klasikleri benim gençlik arkadaşlarım oldu. İlk sıralarda Bediüzzaman’ı tanımama rağmen onun büyüleyici diline seneler sonra vakıf oldum. Bediüzzaman’ın yazıları içimde bir kuluçka dönemi yaşadı. Nureddin Topçu’yu ve Yusufçuk, Ateş Ağacı, Yolcu Nereye Gidiyorsun ile Sâmiha Ayverdi’yi de hatırlamam gerekiyor. Bediüzzaman’da bütün o öteki saydıklarımın izine rastlıyordum.

 

YARDIM: Bir anda Ay’a Senfoni şiir kitabıyla göründünüz. Niçin 40 yıl beklediniz?

 

ALKAN: Bir kazaya uğrayınca şiirlerimin sahipsiz kalacağı zehabına kapıldım. Gerçi “Elif’çiler beni benden daha iyi tanıyorlarmış gibi şiirime övgüler yazmışlardı. Ve bir aylık Türkiye seyahatimde sıfırdan başlayarak kitabın baskısını sağladım, ama her şey istediğim gibi olmadı. Türkiye’nin yeni esnaf şartlarını da tanımıyordum. Bir dizayncı yoktu. Zaten on dört sene süren gazetecilik hayatının velveleleri şiirime de duvar örmüştü. Gazeteden kurtulup –ruhun kurtulmasını andırıyor- herhalde senede iki şiirle bir kitap boyutuna ulaşmayı hesapladım. Düşündüğüm gibi de çıktı. “Yeşil duygusu”yla, “şiirin kanatları”yla kitabın tamamlandığını anladım. Yani hayatımı on sene geriden takip ettim.

 

YARDIM: “Amacım, medeniyetin yükselmesine temelden fırsat tanımak isteyen bir dili geliştirmektir” diyorsunuz. Bu maksadınızı biraz daha açar mısınız?

 

ALKAN: Yeni bir medeniyetin harcı, Doğu ve Batı medeniyetlerinin mirasıdır. Kendimizi bu harca eklediğimiz zaman nasıl bir dili geliştirmek gerektiği sorunu aşılabilir. 17 ve 18. yüzyılların dünyayı hercümerc eden ve iki dünya harbiyle bugünkü uzantılarını doğuran felâketlerin enkazını insanlık bütününden temizlemenin yolu olan yeni medeniyet dilinin sağlanması zaruretini kavramalıyız. İnsanlık dilsiz kalmış gibidir. İstediği telden çalan medya da nereye gittiğinin farkında değil. Diğer hayat zaruretlerinin çözümü dille mümkündür. Şekspir’in “kelimeler, kelimeler!” haykırışını hatırlayalım.

 

YARDIM: Bu çerçevede şiirin edebiyatın bir gayeye, bir hedefe hizmet etmesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz?

 

ALKAN: Şiir daha genel anlamda sanat bir gayeye hizmet etmeli mi etmemeli mi gibi sathi ayırım çok uydurma bir anlayıştır. Batı’da böyle bir tasnife gitmişler diye bunu, doğru mu, yanlış mı  hiç düşünmeden kopye etmişiz. Zavallı çekişme! Yalnız Türkiye için söz konusu değil, modern sanatın böyle bir endişe taşımadığını onu tanıdığımız zaman anlarız.

 

YARDIM: Kitabınız resim ve ebru ile süslü. Niçin? Dilin ve kulağın yetersiz kaldığı zamanlarda göze bir hak tanımak için mi bu seçim?

 

ALKAN: Resimlerle şiirim arasındaki uyum beni kitabımı resimlendirmeye itti. Fransa koleksiyonlarındaki resimlerle şiirimin çakışma noktalarını görünce bu tarzı benimsedim. Avrupa’da da bazı şiir kitapları resimlenmişti. Gelecek baskılarda bunu biraz daha geliştirmeyi düşünüyorum. Resimsiz vizyonlar da olacak.

 

YARDIM: Bizde şiirin târifi farklı şekillerde yapılmıştır. Size göre şiirin tanımı?

 

ALKAN:  Şiirin tarifi değil ama az bir nüansla, tanımı denebilir. İnsan fizyonomi ve otonomisi çizilerek tanınır. Bunu, kitabıma eklediğim “poetika” ile kısmen yapmağa çalıştım. “Hayat anlamsızlaştığı zaman başlıyor şiir” mısraı şiirin, daha geniş çerçevede sanatın konumunu gösteriyor mu acaba? Şiir üzerine söylenmiş sözler onu tanıma gayretleridir. Nihayet bir yaklaşım sağlamağa çalışmaktır.

 

YARDIM: Uzun yıllar Fransa’da yaşadınız. Türkiye’nin sanat ve kültür hayatı, daha özele inecek olursak şiir ve edebiyat ortamı oradan nasıl görülüyor. “Dışarıdan” fakat yine de “içeriden” bir bakışla değerlendirir misiniz?

 

ALKAN: Türkiye’nin hem çok mümbit, hem çok çorak edebiyat ve sanat alanlarının bulunduğunu mülahaza ediyorum. Batı ile yetkin hiçbir kültür diyalogumuz yok. Modern dünyanın özelliklerini tanımak kendi özelliklerimizin inkârına sebep teşkil etmemeliydi. Doğu modern çağın özelliklerini tanımaya ne kadar mecbursa, Batı da doğunun temel felsefelerini tanımaya o derece muhtaçtır. Kültür iletişimsizliği bu ihtiyaçları hissettirmiyor. Bu iş birkaç seyyahın hâtıralarını okumakla bitmiyor. Önümüzdeki onlu yılların zaruretleri bu kapıyı da aralamaya başladı.

 

YARDIM: Cevaplarınızla bizi aydınlattınız. Sağolun, varolun.

 

ALKAN: Estağfirullah. Ben size teşekkür ediyorum.

 

 

SANATA ADANMIŞ GÜZEL BİR ÖMÜR

 

Suad Alkan ömrünü sanat dünyamıza ve tefekkür âlemimize adamış mümtaz bir şair, gazeteci ve yazardır. 4 Eylül 1940 tarihinde Denizli Babadağ’da doğdu. Yazılarında kullandığı diğer isimler: Özen Alkan, Suna Özalkanat, Fuad. Babadağ İlkokulu’nu 1952’de, İzmir İmam Hatip Okulu’nu 1964’te, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü (Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi) 1977’de bitirdi. İttihad gazetesi ile gazeteciliğe başladı. Yeni Asya, Tasvir, Yeni Nesil (1972-1985) gazetelerinde çalıştı. Oku, Şule, Gurbet, Köprü, Zemzem, Yeni Dergi, Hece, Kelime, Elif dergilerinde yazdı. Universire De La Sobonne Nouvelle Paris III U. F. R. Oriente Et Monde Arabe 1994-1995, Bediüzzaman Said Nursi-Monographie D’un Grand Novateur (Mujaddid) Du Siecle, 2004/ teziyle yüksek lisansını, İnstitut Protestant de Théologie-Paris’de, La Philosophie De La Sicience Et De L’art Moderne Chez Bediüzzaman teziyle doktorasını tamamladı.  Hayatının büyük bölümünü Fransa’da yaşadı.

 

İlk yazısı Konya İmam Hatip Okulu Mezunları Cemiyeti’nin çıkardığı Oku dergisinde çıktı (1961). Elif dergisini Türkçe-Fransızca, Türkçe-İngilizce olarak 14 sayı çıkardı (2008-2013). Risale-I Nur Külliyatı’nı okuduğu Bediüzzaman Said Nursi’yi üstad olarak benimsedi. Düşünce dünyasının diğer kaynakları Necip Fazıl Kısakürek, Şerif Mardin, Sezai Karakoç, Mehmet Kaplan, Sâmiha Ayverdi ve Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayınlanan Doğu ve Batı Klasikleridir.

 

Suad Alkan Yeni Asya gazetesinde, “50 Meşhurun Gözüyle Vaziyet”, “Sebep Çare” röportajlarıyla 1960-1980 kaotik sürecini tesbit etti (Temmuz 1979). Yeni Asya (Elif ilavesi), Yeni Nesil (Sanat Edebiyat ilavesi) gazetesi, Köprü dergisi, Yeni Dergi (1994-1996)’de ürünlerini ortaya koyan Elif Ekibi’nin oluşmasında büyük katkı sağladı. Elif dergisini de aynı perspektifle çıkardı. Şiirlerinde, Risale-i Nur’un kâinata ve insana bakış açısı egemendir. Şiirinin ana temleri metafiziktir. Şiiri, İslam tefekkürüne ve modern batı düşüncesine yaslanır. Denemeleri, sanat ve edebiyat dünyasının temel meselelerine Risale-i Nur perspektifinden bir yaklaşımdır.

 

ESERLERİ- Şiir: Ay’a Senfoni (2002), Çiçeğe Dönen Yaz Südü (2018);

Araştırma: Milli Eğitimde Kızılca Kıyamet (1977), Bediüzzaman Said Nursi -Monographie D’un Grand Novateur (Mujaddid) Du Siecle (1996), Çağın Utancı (denemeler, 2020), Mektup (2020)


» YAZARIN DİĞER YAZILARI


BU YAZIYLA İLGİLİ YORUM YAZIN