Seher vaktiydi. Yeri ve göğü manevi olarak temizleyen ulvi nidaya eşlik ediyordu yağmur sesi. Nasıl da güzel yağıyordu öyle. İçli içli, sindire sindire. Bu sefer yoktu sanki telaşesi. Vurmadı camlara hırçın hırçın. Ses de yapmadı ortalığı yırtan ışıklı gösterisi ile. Yeniden koyarken başımı yastığa, hala duyuyordum sesini derinden. Gözlerim kapanırken tekrar eşlik etti hayal ülkesine doğru yol alan zihnime.
Bir müddet geçtikten sonra uyandım. İşe gitmek için hazırlanıp çıktım hızla. Geç kalma telaşıyla attım kendimi sokağa. Sonra pat diye kala kaldım, dış kapının sokağa bakan tarafında. Bir süre seyrettim sokağı. Yollar, evler, bahçeler, ağaçlar, çiçekler işte ne ise gözümün görebildiği ışıl ışıl parlıyordu. Bir başkalık vardı hallerinde. Tertemizdiler. Tertemiz ve dupduru. Baktım, bir daha baktım. Nasıl da huzur ve mutluluk veriyordu. Kaybolmak, yok olmak istedim. O cennet misal tablonun parçası olmak. Bu yüzden midir, nedir kıpırdayamadım yerimden. Kapadım gözlerimi, derin çok derin bir solukla çektim nefesimi içime. Gözlerimden sonra ciğerlerim de bayram etti. Ciğerlerim tamam diyene kadar devam etti soluklarım…
Seher vakti yağan yağmur belli ki yıkamış, temizlemişti her şeyi. Üzerlerinde kirden, pastan eser kalmamıştı. Cennete çevirmişti görünen her şeyi. Rahmet olmuştu yerin yüzüne. Merhamet eliyle okşamıştı. Ve huzuru bırakmıştı peşine…
Saatin ilerlediğini, geç kaldığımı fark edince sokağın işyeri tarafına giden yoluna yöneldim. Her adımda hissettim o huzuru. Üzerime sine sine yürüdüm. Yol bitmesin istedim. Saatlerce yürüyeyim böyle, bu huzurun içinde…
Ah yağmur! Islansak damlacıklarınla, temizler miydin bizleri de? Ruhumuzu saran acılardan, ayağımıza vurulan prangalardan kurtarır mıydın? Kalbimizi, aklımızı kaplayan kirlerden, günahlardan tertemiz eder miydin? Huzurun bahçelerine salar mıydın bizi, oyun oynayan çocukların sevinciyle…