Ayasofya yine gündemde. Hiç gönlümüzden düşmedi ki… Ben doğdum doğalı Ayasofya hakkında yazılan yazıları okudum, yakılan ağıtları dinledim. Belki de hiç bir mabed için bu kadar mersiye kaleme alınmadı. Şairlerimiz her zaman onun hakkında yüreklerinde hissettikleri ulvî duygularla meramlarını ifade ettiler, dertlerini dile getirdiler.
Bizans döneminde 900 yıl kilise olarak kullanılan bu mabed İstanbul’un fethiyle birlikte camiye çevrildi ve yaklaşık 500 yıl cami olarak hizmet verdi. Cumhuriyet devrinde ise müzeye dönüştürüldü. Ayasofya’nın bu hâlleri hakkında tarihçiler, araştırmacılar pek çok makaleler yazdılar, kitaplar kaleme aldılar. Ayasofya’nın tarihçesi, yaşadıkları, geçirdiği merhaleler uzun uzadıya bu çalışmalarda yer buldu. Biz burada bir kısım şairlerimizin Ayasofya’ya dair duygularını bir araya getirmeye çalışacağız.
Ayasofya’ya dair yazılmış ilk şiirlerden biri Taşlıcalı Yahya Bey’e ait. Şairimiz Şâh ve Gedâ isimli mesnevisinde İstanbul hakkında bir bölüm ayırır ve orada Ayasofya’dan bahseder. İşte o şiirden bir kaç mısra: “Şehr içinde sipihr gibi bülend / Vardır bir makam-ı bîmânend / Ayasofya’dır ona nâm-ı şerif / Olmaz onun gibi makam-ı latîf / Nitekim şeyh-i pâk-i kutb-ı zamân / Ayağına akar su gibi cihân / Halk-ı âlem duasına muhtâç / Kubbeden var başında bir ulu tâç”
Şairimiz içinde namaz kılınan mabedi büyük bir heyecanla tasvir eder: “Gülşen-i cennet oldu o güyâ / Servilerden yeşil direkler ona / Onda kandiller yanar par par / Sarı lâleyle nergise benzer / Mü’minin başı üzere destan / Ak güllere benzer ol gülzâr”
Ayasofya dünden bugüne şairlerimizin yürek yangınını tutuşturmuştur. Ona dâir şiir yazanların sayısı o kadar fazla ki… Bunlar toplansa rahatlıkla bir antoloji ortaya çıkar. Meselâ merhum Memduh Cumhur’un Tuna’yla Hasbıhal adlı eserinde geçen “Fetih Câmii Ayasofya” dörtlüğü bunlardan biridir: “Ebedîleşen fetih mûcizesinde, her nazarda; / Ezelî Muhammedî hikmeti âşikâr görürsün. / Dede’nin ferahfezâsıyla kanatlanan cihanda; / Ayasofya’dan ezan sesleri yükselince hürsün.”
Şairimizin vefatından sonra şiirlerinin toplandığı Vuslat kitabındaki bir “Kıt’a”da mahzun Ayasofya’yı yâd eder: “Ayasofya öyle mahzun, ulu kubbeler duâsız, / Seneler süren bu hasretle minâreler ezansız. / Bize zor gelen tecellî daha çok sürer mi Yârab? / Göğe yükselen niyazlar gibi secdeler mekânsız.”
SERDENGEÇTİ’NİN FERYADI
Millî konularda şiirler yazan büyük dâvâ adamı Osman Yüksel Serdengeçti de “Ayasofya” için âdeta feryat figan etmektedir. Onun bir cami olarak mabedlikten çıkarılıp müzeye dönüştürülmesi yüreğini yaralamıştır. Bunun acısıyla seslenir: “Ey İslâm’ın nuru, / Türklüğün gururu Ayasofya! / Şerefelerinde fethi, Fâtih’in şerefi, / Işıl ışıl yanan muhteşem mâbet!.. / Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun? / Hani minarelerinden göklere yükselen, / Ta maveradan gelen ezanlar?.. / Hani o ilâhî devir, ilâhî nizamlar?”
Uzun şiirin ortasında Serdengeçti şu suali sorar Ayasofya’ya: “Ayasofya! Ayasofya!.. / Seni bu hâle koyan kim? / Seni çırılçıplak soyan kim?!.. / Hani nerde? / Gönüllerden kubbelere, / Kubbelerden gönüllere / Gürül gürül akan Kur’an sesleri?..”
Mabedle yapılan bu kederli konuşma şu hüzünlü mısralarla sona erer: “Ayasofya, Ey muhteşem mabet; / Gel etme, / Bizi terk etme!..”
Ayasofya için yazılan en güzel şiirlerden biri de, “Âkif-i Sâni” (İkinci Âkif) olarak kabul edilen şairimiz Ali Ulvi Kurucu’ya ait. “Ayasofya” başlıklı şiiri şöyle başlar merhumun:
Ürperdi hayâlim, bu nasıl korkulu rüya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun. Ayasofya?..
Çöller gibi ıssız, ne hazin ülke muhitin,
Yâd el gibi, yurdunda garib olmalı mıydın?..
Beş yüz senelik bezmine ermekti ümidim,
Çöller gibi ıssız, seni ben görmeli miydim?..
Bayram, Ramazan, Cum’a, mübârek gecelerde,
Avize değil, mum bile yanmaz mı içerde?..
Gâşyolmuş İbâdetlere hayrandı felekler..
Tekbirine ses verdi, asırlarca melekler..
Coşmaz mı denizler gibi, yâdındaki âlem?..
Göklerde melekler, tutuyor hep sana mâtem..
Yâdında bin üç yüz senelik menkıbeler var.
Her menkıbe, hicrânına mâtem tutar, ağlar!.
Beş yüz sene âlem, seni tehdid ediyorken,
Devler gibi düşmanlara, meydan okudun sen!..
Târihimin ömründe, gönüller dolu güldün,
Çılgınca esen, bir acı rüzgârla döküldün!..
Ayasofya’nın bu acıklı hâlinin ecdadın ruhunu tazip ettiğini ve kabrinde tazip ettiğini belirten şair, ‘Ulu Mâbed”in durumunun Fâtihleri ağlattığını ifade eder.
Ali Ulvi Kurucu, coşkuyla, heyecanla ve imanla yazdığı bu muhteşem şiirde, Ayasofya’nın bir an önce esaretinden kurtulması için dua eder, Rabbine yalvarır yakarır. Şair, şiirin ilerleyen bölümlerinde, mabedin mazideki heybetini hatırlatır:
Nerde: Yandıkça, Süreyyâlara dehşet vererek,
Coşan âvizelerinden yayılan: Binbir renk!..
Çan sesinden, seni kurtarmış ezanlar nerde?..
Hani bülbül gibi Kur’ân okuyanlar nerde?
O ezanlar, bütün İslâm’a şerefler verdi,
Sanki her pencere, lâhuta bakan gözlerdi!..
O ilâhî yüce sesler, yine gelmez mi dile?
Şimdi artık, işitilmez mi, sönük nağme bile?
Şimdi Cennet, sana sermez mi yeşil gölgesini?..
Şimdi hûriler, işitmez mi ilâhî sesini?..
Nice bin hâtıra, gönlümde coşup canlanıyor..
O ne parlak görünüş! Sanki hayâlim yanıyor!
Hutbeler çağlamaz olmuş, şu yeşil minberden,
Gamlı bir gölge yayılmakta bugün, her yerden!
Gizli bir âh ile artık yanar ağlar mı için?..
Nice bin derdile kalbin doludur çünki senin!
Hangi eller, sana akşamları, zinci vuruyor?
Yüce feryâdını, kimler boğuyor, susturuyor?..
Sen, ne âlemleri gördün, ne ömürler sürdün..
Batı dünyasına dehşet saçıyorken daha dün.
Ve şiirin son bölümü, kanamaya devam eden bir hicran yarasıdır. Bu hissiyatla veda eder Ali Ulvi Kurucu mabedle hasbıhâline. Onunla tamamlayalım ve ‘Ayasofya esareti’nin bir an önce bitmesi için Rabbimize dua edelim.
Bugün ağlattın eminim, ölüler âlemini,
Kerbelâ tutsa gerektir yeniden mâtemini!..
Tek ziyâretçin olan gün de yol almış gidiyor,
Muhteşem kubbeni, zulmette nasıl terkediyor?’..
Cemiyetlerden uzak; çölde mezâr olsaydın,
Orda billâhi, mezarlar bile senden aydın!..
Çöllerin, Ay-Güneş, en hisli ziyâretçisidir,
Hilkâtin Arşa çıkan zikrini her an işitir!
Şu perişan denizin inlemesinden duyulan!
Hıçkırıklarla boğulmuş, tutuşan bir hicran!..
Çağıdır ağlamanın, ey Ulu Mâbed, ağla!..
İntikam aldı firenkler, seni ağlatmakla!..
Dostun ağlarken, o bir yanda da düşman gülsün,
Kanamıştır yeniden kalbi, hazin (Endülüs)’ün!..
Bu elim fâcia, billâhi, yürekler acısı,
Müslüman Türkün evet şimdi bu en kanlı yası!..
Ey derin fâcia, manzumeye sen sığmazsın,
Tutuşup yanmada kalbim, seni târih yazsın!..