Bazen okuduğumuz kitaplar bize ufuk açabiliyor, yeni mevzuları bulmamızı sağlayabiliyor. Ve biz farkında olmadan, o okuma sayesinde yeni bir yazı yoluna, gayrı ihtiyari koyulmuş oluyoruz. Aslında, geçmişte tanıdığım şahsiyetler hakkında zaman zaman yazı yazmayı seviyorum. 1982 yılında merhum Ergun Göze’nin başredaktörü olduğu Diyanet tarafından neşredilen İslam Ansiklopedisi’nde çalışırken yanımıza zaman zaman gelen ve madde yazan rahmetli Şemsettin Kutlu hakkında da bir yazı kaleme almak istemiştim. En azından bugün unutulmuş bu iyi edebiyat tarihçimizi günümüz nesline bir nebze olsun hatırlatmak istemiştim. Böylece vefa ödevimi yerine getirmek olacaktım. Bugüne kadar nasip olmadı. Bahsettiğim ansiklopedinin idare binası, Cağaloğlu’nda Yeşilay İşhanı’ndaydı. Diğer hocalarımız gibi Şemsettin Kutlu’nun da geliş ve gidişleri sırasında aramızda bir dostluk kurulmuştu. O 64 yaşında kıdemli ve üstat bir edebiyatçı, ben ise henüz 22 yaşında Edebiyat Fakültesi’nde okuyan toy bir talebe idim. Müşterek sohbet mevzularımız, edebiyat, kültür ve bazen de fakültedeki hocalarımızdı.
Araştırmacı yazarımız Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesi Çardak bucağında 1918’de doğmuştu. İlk ve ortaöğrenimini Gaziantep’te tamamlamıştı. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı, Felsefe bölümleri (1941) mezunuydu. Erzurum (1941), Elazığ (1945-48), Ankara liselerinde öğretmenlik ve yöneticilik (1948-57), Millî Eğitim Bakanlığı Genel Müfettişliği (1957-61), Yüksek Öğretmen Genel Müdür Yardımcılığı (1961-62), İstanbul Millî Eğitim Enstitüsünde edebiyat öğretmenliği (1962-75) yapmıştı. Buradan emekli olmuş, bir ara Avrupa ve Amerika’da araştırmalarda bulunmuştu. Vatan (1941), Yedigün ve Çınaraltı (1942-45), Cumhuriyet Zafer (Ankara, 1954-60) Milliyet (1955-71), Yeni İstanbul (1956-57) Yaratış, Varlık, Hisar, Türk Edebiyatı, Hayat, Hayat Tarih, Gösteri gibi gazete ve dergilerde yayımladığı hikâye, inceleme-araştırmaları, derlemeleri yanı sıra hazırladığı antolojilerle tanınmıştı. “Türk kültür ve sanatına yaptığı hizmetlerden dolayı” Kültür Bakanlığı tarafından 1986’da kendisine takdirname verilmişti.
BİZİM YOKUŞ’U OKURKEN…
Korona günlerinde yeniden inceleme ihtiyacı hissettiğim kitaplar arasında Yusuf Ziya Ortaç’ın basın hatıralarından oluşan Bizim Yokuş’u yeniden okudum. Ve orada Şemsettin Kutlu hakkında Ortaç’ın kaleme aldığı portre yazısını büyük bir hüzünle okudum. Kitap 1966 yılında Akbaba Matbaası’nda basılmıştı. Yusuf Ziya, bu eserinde yakından tanıdığı şairleri, yazarları, gazetecileri, yayıncıları ve matbaacıları tatlı bir üslup ile anlatıyordu. “Çifte Kutlular” başlıklı yazı şöyle başlıyor:
“Ben sadece ikisini tanıdım: Selâhattin Kutlu, Şemsettin Kutlu. Bereketli aile olduklarını sonradan öğrendim: Biri kız, yedisi erkek, sekiz kardeşmişler!”
Ortaç daha sonra Şemsettin Kutlu’dan bahsediyor:
“Tam yirmi yedi yıl önce, Akbaba’daki odama bir genç girdi, çocuğumsu bir genç… Hayata ilk adımı atanların ürkekliği vardı üstünde… Anadolu çocuğunun o temiz, o saygılı utancı vardı sesinde…”
Hakikaten hatırladığım kadarıyla Şemsettin Kutlu aynı İstanbul Beyefendiliğini üstünde büyük bir asaletle yaşatıyor; kibarlığı ve nezaketi ile bana da örnek oluyordu.
Meşhur mizah ve edebiyat dergisi Akbaba’nın patronu olan Yusuf Ziya Ortaç’a kulak vermeye devam edelim:
“Bana birkaç yazı getirmişti bu delikanlı. O zaman, yılların yorgunluğu çökmemişti omuzlarıma, sıkılmadan, bunalmadan, şıp şak okuyuveriyordum deste deste yazıları…
Onun getirdiklerini de okudum. Şimdi, kendi söylüyor, yüzümden, beğenmediğimi anlamış!
İyi anlamış, beğenmemiştim. Ama yazıları beğenmemiştim, istidadını değil… Bunlar, sabrın güneşinde olgunlaşır, birer tatlı meyva olurlardı bir gün. Henüz hamdı!
Ona gönlümce öğütler vermiş: ‘Sizi bekleyeceğim’ demiştim.”
Aslında burada anlatılan hatıra, usta-çırak münasebetlerini yansıtması bakımından son derece önemli olduğu gibi azmin elinden bir şeyin kurtulmayacağını da bize gösteriyor. Demek ki ilk yazdığımızı hemen beğenmeyeceğiz, hadi beğensek bile başkaları takdir etmemişse o kişiye ve yazıya küsüp darılmayacağız. Bu hadisenin ardından dört sene geçmiştir. Yine Yusuf Ziya’yı takip edelim ve meydana gelen gelişmeleri görelim:
“Aradan dört yıl geçti. Orhan Seyfi Orhon’la Çınaraltı’yı çıkarıyorduk. Şemsettin Kutlu, bir hikâye getirdi bize… Okuduk ve ikimiz de beğendik… Sahiden beğendik.
Bu güzel hikâyenin, şimdi yalnız adı kalmış hatırımda: ‘Tambura’.
Geçen gün, yine kendisinden dinledim: Üç lira vermişiz ‘Tambura’ için… Utanmış, sevinmiş, anlatılmaz bir sarhoşluk içinde almak istememiş!
Ona: ‘Yoook, demişim, alacaksın… Bunu lütuf mu sanıyorsun, ihsan mı sanıyorsun?.. Bu hak… Biz senin güzel hikâyenden faydalandık… Okuyucu bize bunu ödüyor, biz de sana ödeyeceğiz elbet!’
“DAİMA HAKKINIZI ARAYINIZ”
İnsan böyle ustaları bulunca gözlerini dört açmalı, sözlerine kulak vermeli, öğütlerini can kulağıyla dinlemelidir. Nitekim Şemsettin Kutlu da bunu yapmış. “Beş Hececi” şair Yusuf Ziya’nın ağzından çıkan sözlere dikkat kesilmiş. Biz yine Bizim Yokuş’taki sayfalara dönelim:
“Şemsettin Kutlu’ya bir öğüt daha vermişim o gün: ‘Hayatta daima hakkınızı arayınız…’
Ama Kutlu, biraz fazla nazik, biraz fazla terbiyelidir. Bu nezaket, bu terbiye onun yaradılışında var şüphesiz. Fazlalığı, son derece çabuk incinen, son derece alıngan mizacı yüzündendir. Onu Bizim Yokuş’un sert iklimine alıştırmak için verdiğim bu nasihat önünde, yine gözlerini gözlerimden kaçıracak itiraf ediyor:
Şemsettin Kutlu, kendi kendisi ile yarışıyordu artık. Hikâyeleri yalnız bizim Çınaraltı’nda değil, o günlerin en güzel magazini Yedigün’de ve Cumhuriyet gazetesinde de çıkmıştır.”
ÇIRAKLIKTAN MUALLİMLİĞE
Yusuf Ziya, görüştüğü, konuştuğu edebiyat meraklılarının peşini bırakmaz, uzaktan da olsa onları takip eder, tekâmüllerini mutlulukla seyreder. Şemsettin Kutlu da başarısını görüp huzur duyduğu isimlerdendir. O genç edebiyatçıyı kolladığı gibi biz de Ortaç ustanın satırlarını göz ucuyla izleyelim:
“Sonra?.. Sonra bizim Şemsettin Kutlu askere gitti, uzak düştü Bizim Yokuş’tan… Askerliği bitince, yine basın havasından uzak illerde yıllar yılı öğretmenlikle dolaştı… Artık o vaitlerle ışıyan pırıl pırıl istidat, güzel ve büyük mesleğine bağlanmış, edebiyatın bir başka dalında, incelemeler ve araştırmalarda eserler vermeye başlamıştı.
Şimdi, dört yıldır İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde, yarının öğretmenlerini yetiştiriyor.”
Yusuf Ziya Ortaç, ümit beslediği bir yeteneğin gelişip serpilmesi ve yetişip memleket sathında hizmet vermeye başlaması karşısında kıvancını gizlemez. Şemsettin Kutlu’nun hazırladığı eserlerden dergi ekibi olarak da yararlandıklarını belirtir bu portre yazısının sonunda:
“Akbaba, onun bu yeni gücünden, araştırmalarından, incelemelerinden de faydalanmaktadır. Ara sıra okurlarımıza sunduğumuz eski mizah örnekleri, onun ince zevkinden sayfalarımıza süzülüyor. Liselerimiz için en güzel antolojiyi, Şemsettin Kutlu’nun titiz çabasından, duygulu çabasından beklemekte haklıyız.”
KOCA BİR KÜLLİYAT…
Yusuf Ziya Ortaç bu bekleyişinde elbette haklıydı. Nitekim Şemsettin Kutlu da bu ümidi boşa çıkarmaz, daha sonraki yıllarda birçok antolojinin yanı sıra kıymetli eserlere imza atar ve ustasına saadetin büyüğünü yaşatır. İşte o eserler: Eski Türk Hayatı (1958), Türk Romanları (1970), Türkçe Kadın-Erkek Adları (1972), Diyorlar ki (Ruşen Eşref Ünaydın’ın röportajlarının yayına hazırlanması, 1972), Lehçetü’l-Hakayık (Direktör Ali Bey’in eserinin yayına hazırlanması hakkında bir inceleme ile birlikte, 1972), Başmabeynci Lütfi Bey’in Anıları (Osmanlı Sarayının Son Günleri, sadeleştirme, 1973), Yeni Osmanlılar Tarihi (Ebuzziya Tevfik’ten sadeleştirme, 1973), Eslâf (Faik Reşad’dan, sadeleştirme, 1974), Türk İslâm Tarihinden (Nevadir-i Süheyli’den, sadeleştirme, 1974), Olgun Sözler (Kâmilü’l Kelâm’ın sadeleştirmesi, 1975), Kırım Tarihi, Tutiname (sadeleştirmeler, 1974-76), Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı Antolojisi (1972), Servet-i Fünûn Dönemi Türk Edebiyatı Antolojisi (1973), Sait Paşa’nın Anıları (Sadrazam Sait Paşa’nın Hatıratı’ndan özetleme ve açıklamalar (1977), Eski İstanbul’un Ünlüleri (1978), Şair Dertli (1979), Türk Edebiyatında Kahramanlık Şiirleri Antolojisi (1981), Metinlerle, Örneklerle Şairler ve Yazarlar (1981), Dünya Edebiyatı Antolojisi (1982), Divan Edebiyatı Antolojisi (1983).
Sessiz yaşayan, mütevazı edebiyat hocası ve araştırıcısı Şemsettin Kutlu, 25 Ağustos 1991 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Tanıştıktan sonra görüşmeye devam edemediğim için çok üzüldüğüm şahsiyetlerden biriydi edibimiz. Her ölümlü insan gibi o da fani dünyadan ayrıldı ama kaleme aldığı eserler sayesinde bugün okunan ve manevi mirasından istifade edilen bir edebiyat tarihçisi olarak hatırlanıyor.
Hayat böyle işte! Bugün ne Yusuf Ziya kaldı geriye, ne Akbaba, ne Çınaraltı, ne de Ortaç’ın hatıralarında ballandıra ballandıra anlattığı “Bâbıâli Yokuşu”. Sadece ‘Yokuş’ değil bütün bir Bâbıâli değişti neredeyse. Bir hazan mevsimi esti. Gazeteler tek tek taşınıp gitti semtten. Geriye sadece birkaç kararlı ve inatçı yayınevi kaldı, o kadar. Ergun Göze ve Şemsettin Kutlu da büyük davete icabet ettiler. İlme, sanata, edebiyata, kültüre ve medeniyetimize hizmet eden büyüklerimizin hepsini rahmet ve şükran hisleriyle anmak boynumuzun borcu. Mekânları cennet, menzilleri mübarek olsun.