“Bazılarımız şiirlere, şarkılara, filmlere, kitaplara tutunuyor. Sanırım artık insan, tutunamıyor insana.”*
Uzun süredir aramaz olmuştu arkadaşı. Oysa sık sık telefonlaşırlar, fırsat buldukça da görüşür, sohbet ederlerdi. On beş yılı aşkın arkadaşlıkları hiç bozulmamış, hatta gittikçe güçlenmekte idi. Neden bu kadar uzak kaldığına anlam veremiyordu. İki gündür de telefonuna ulaşılamıyor oluşu iyiden iyiye merakını arttırmış, hatta endişelendirmişti onu.
"Olmaz böyle." dedi. Çarçabuk hazırlandı ve vakit kaybetmeden arkadaşının evine gitti. Uzun uzun çaldı kapıyı ama açan yoktu. Tam dönüyordu ki, yavaşça aralandı kapı. Yüzü gözü şişmiş, darmadağın, kısık bir sesle: "Sen miydin Zühal?" dedi.
Zühal şaşkındı. O hayat dolu, cıvıl cıvıl kadın gitmiş, yerine bezgin, ruh gibi, sanki üstüne dağ yıkılmış biri gelmiş gibiydi.
"Seher, bu ne hâl? Ne oldu sana böyle?" diye sorduğu ardarda sorularla şaşkınlığını gizleyemiyordu Zühal. "Ne varmış hâlimde?" dedi Seher. Bitkin ve kısık bir sesle.
Seher aslında hayat dolu bir kadındı. Sıkıntı ve kederi varsa bile gülücükleriyle gizlerdi onları. Kimseye de kolay kolay bahsetmezdi. Dışarıdan görenler gıpta ederdi hayatına. En yakın arkadaşı Zühal’e bile bariz bir sorunu olduğundan bahsetmemişti. Durup dururken neydi bu kadını bu hâle getiren. Zühal zihninde bu soruların serencâmıyla: " Beni içeri almayacak mısın Seher?" dedi.
Seher biliyordu Zühal’in huyunu. " Hayır desem dinleyecek misin sanki?" dedi ve aralığından baktığı kapıyı iyice açtı. İçeri geçtiler. Seher’in bu hâlini gören Zühal’in bir kaç gün önce izlediği bir program geldi aklına. Programda uzman bir doktor depresyondan bahsetmişti. Bütün anlatılanları görüyordu şimdi sanki Seher'in üzerinde. Bunlardan ona da bahsetmeliydi. Arkadaşının bir an önce toparlanması, eski canlı kanlı, neşeli haline dönmesi gerekiyordu. Ama onu incitmeden bunu nasıl yapabilirdi ki?
"Seherciğim, bu sen değilsin. Lütfen bana anlatır mısın? Seni bu hâle getiren sebep nedir?"
Seher bitkin ve kısık sesiyle: " Yok bir şeyim. İyiyim ben. Sadece yorgunum biraz." Zühal " Peki neden günlerdir evdesin, kimseyle konuşmuyorsun. Hatta benimle bile…". “Bir süre uzak kalmak istedim insanlardan, başımı dinlemek…" demişti demesine ama hiç de öyle değildi aslında.
Zühal yavaştan girdi söze; " Seherciğim geçen bir programda uzman doktor anlatıyordu, çağın hastalığı diye. " Neymiş o?" dedi, Seher usulca, yorgun bir sesle: "Depresyon Zühal depresyon…" dedi.
"Güldürme beni Zühal." dedi Seher. "O zengin ve şımarık kişilerin hastalığı. Ben öyle biri miyim Allah aşkına?"
"Ah Seher'im olur mu hiç öyle? Hastalık bu, insan ayırt eder mi? Sosyal statüye, kültürel üstünlüğe, maddî olanağa bakmadan herkesin karşılaşabileceği bir durum bu, dahası bir hastalık. Bir kalp, bir mide, bir eklem rahatsızlığı gibi düşün.
"Son dönemde yaşadığımız pandemi kadar insanları kuşatmış bir salgın da bu rahatsızlık diyebiliriz.” diyordu doktor. Seher bu durum kesinlikle kişilik zayıflığı ya da sorunu değil. Yani bu rahatsızlık senin suçun değil. Şu bitkin, hayata karşı isteksiz halin doktorun anlattığı belirtilerle aynı. Doktorun dediğine göre depresyona girmiş kişide; zihinsel faaliyetlerinin olumsuz etkilenmesi hayattan zevk alamama, yaşama karşı isteksizlik, ruhsal ve bedensel olarak yorgunluk, içe kapanma, hüzün, kaygı, huzursuzluk, gerginlik, değersiz veya suçlu hissetme, hareketlerde yavaşlama, iletişime geçme isteksizliği, odaklanma sorunu, unutkanlık, kilo artışı veya kilo kaybı, vücudun farkı yerlerinde sebepsiz ağrılar, metabolizmada dengesizlik, hatta tedavisi mümkün olmayan ciddi rahatsızlıklar bu ruhsal hastalığın belirti ve getirdiklerinden sadece bazıları imiş.
“Canım benim bunu yaşayan tek sen değilsin. İstatistiklere göre kadınlarda %8,7 erkeklerde %5,3 oranında görülüyormuş. Bu çağın hastalığının sebepleri zaman zaman farklılıklarla beraber büyük oranda benzerlikler göstermekte diyor doktor. Beyinde oluşan metabolik değişimler gibi bazı biyolojik faktörlerin yanı sıra psikolojik ve sosyal faktörler de depresyon oluşumundaki etkenlerdenmiş. Mevsim değişiklikleri, yaşanan olumsuzluklar ve acılar, eşten ve işten ayrılma, birlikte yaşadığı insanların depresyon hastası olması, ayrıca kişinin maruz kaldığı ciddi rahatsızlıklar ve bunlar için kullanılan bazı ilaçlar da depresyona sebep olan etkenler arasındaymış. Genetik yatkınlığın yanı sıra menopoz ve andropoz dönemleri de depresyona yol açabiliyormuş. Hatta bazı kadınlarda hamilelik ve doğum yapmak bile bu rahatsızlığa sebep oluyormuş. Ha bir de sosyal faktörler diyebileceğimiz durumlar da etkenmiş. Yakınımızda ve çevremizde iletişim halinde olduğumuz insanların sağlıklı bir ruha sahip olmamaları ya en önemli etken konumunda ya da, herhangi bir sebepten dolayı duygudurum bozukluğu yaşayan kişilerin bu rahatsızlıktan kurtulamamalarının nedeniymiş. Bir diğer etken ise insanların bu hastalığı ve hastayı ciddiye almaması diyor. Ben aynı durumda olsam sen önemsemeyecek miydin beni ve rahatsızlığımı? Seher, canım! Bak sen güçlü, akıllı bir kadınsın. Lütfen bana kulak ver. Biz seninle her şeyimizi konuşuyoruz, paylaşıyoruz. Bana herhangi bir sorunundan bahsetmedin. Şimdi bu haline anlam veremiyorum."
Zühal bütün bunları konuşurken Seher için için gözyaşı döküyordu. Daha fazla akıtamadı içine ve gözyaşları dışarı taşmaya başladı. Güzel gözleri bu hüzün karşında yorgun düşmüştü.
Seher'in gözyaşlarını gören Zühal’in içi parçalandı. "Ah camın benim yaa… Kıyamam sana. Lütfen anlat artık. Bu yükü tek başına yüklenme. Bilirsin anlatmak hafifletir insanı."
Seher'in yıllardır herkesten, hatta can dostu Zühal’den bile sakladığı, her seferinde toparlayıp içine attığı sorunları, acıları, hüzünleri artık bir dağ gibi olmuş, çelimsiz yüreğine ağır gelmeye başlamıştı. Daha fazla tutamadı kendini. Bir bir döktü içinde biriktirdiği tüm kederlerini. Hem konuşuyor hem de yosun rengi gözlerinden aralıksız yaşlar dökülüyordu, her biri en derin denizlerden çıkarılmış inci tanesi gibi. Ve hıçkırıklar arasında soruyordu Zühal’le, " Şimdi söylesene Zühal, ben mi hastayım, beni bu hâle getirenler mi hasta?"
Zühal’in içi parçalandı Seher'i dinlerken.
"Ah Seherim, ah kadersizim benim. Tabiî ki öncelikli problem onlarda. Lütfen daha fazla bozma moralini. Her hastalığının bir tedavisi olduğu gibi elbette bu rahatsızlığın da tedavisi var. Öncelikle ilaç kullanımı diyor uzmanlar ve sonra psikoterapi. İnan bana hepsi geçecek. Önceki canlı kanlı, gülücüklerinde çiçekler açan Seher geri gelecek."
Umutsuzca bakıyordu Seher. Kirpiklerinden yaşlarla birlikte hüzün damlıyordu âdeta ipil ipil. Ruhu dökülüyordu sanki sonbaharda sararmış yapraklar gibi…
"Bu söylediklerine sen inanıyor musun Zühal. Etrafımdaki insanların davranışları değişmediği ve onlar benim yaşamımın bir parçası olduğu sürece toparlayabilir miyim sence?"
"Elbette." dedi Zühal ve ekledi: “Elbette. Bak, bana anlatman bir başlangıç, bir adım. Ölümden gayrı her şeyin çaresi var biliyorsun. Öncelikle güçlü olmalısın"
"Ben kimseyi incitmedim Zühal, kırmadım. Hep ben kırıldım, ben incindim. Can dostumsun benim ama sana bile söylemedim."
Seher konuştukça Zühal’in içi parçalanıyordu.
"Şöyle düşün Seherim; sen varsan var her şey, sen yoksan yok. Lütfen önce kedini düşün. Kendine değer ver. Sen kendini öncelemezsen başkası önemser mi hiç? İnan bana her şey geçecek. Yeter ki sen iyileşmek iste."
Seher'in hıçkırıkları durmuş, biraz olsun sakinleşmişti. Cansız, yorgun sesiyle: "Zühal, ben anladım ki insan kimseye dayanıp güvenemezmiş bu hayatta." dedi, bakışlarını duvara çivileyerek. O an aklından geçen bir şiir, sanki kendisini anlatıyordu:
Şimdi ben vatansız bir mülteci gibiyim
Yorgun adımlarım yoruyor yolları
Ve yolların bu kadar yokuş olduğunu bilmedim
Toplayıp çelimsiz omuzlarıma tüm yorgunluklarımı
Adı zalim, tadı zehir olan bu dünyada
Gölgene gelmiştim oysa bir lahza dinlenmek için…
İç çekerek devam etti Seher: " Yersiz yurtsuz bir mülteci gibi hissediyorum inan ki Zühal. Bir yürekte yeri olan böyle acı çeker mi?"
Zühal: "Olur mu hiç Seher? Sen benim canımsın. Bizim dostluğumuz öyle iğreti falan değil. Ömür boyunca birbirimizin yanında olacağız. Özellikle zor zamanlarda."
Zühal’in bu sözleri az da olsa ferahlatıyordu Seher'i ama o bu sözleri narin kalbini kırıp dökenlerden bekliyordu, yaralarına sarmak için. Ama nafile… Hoş, bir yüreği kırıp döken insanlardan bu sözleri beklemek de anlamsızdı zaten.
Zühal’in sözleri yeniden geçti zihninden. "Sen varsan var her şey, sen yoksan yok. Lütfen önce kedini düşün. Kendine değer ver. Sen kendini öncelemezsen başkası önemser mi hiç?"
Evet toparlanmalıydı. Herkese verdiği değeri, önemi kendisine de vermeliydi. Oldukça hafiflediğini hissetti narin yüreğine ağır gelen, çelimsiz omuzlarını yere düşüren ağırlığın… "Ben bana değer vermeliyim." dedi. "Ben bana değer vermeliyim."
*Psikofarmakoloji Bilimsel Çalışma Birimi