RÖPORTAJLAR |
…
…
(Orta öğretim fen bilimleri kitaplarından biri için okuma parçası olamayacağı belli olan bir yazı bu.)
Bilim ve teknolojideki ilerlemelerle, varlıkların ve olguların görünenden çok daha geniş olan dünyasına açılabiliyoruz.
Ulaşım araçlarının icadıyla farklı coğrafyaları, insan ayağı değmemiş yerleri keşfedip tanıyabilmemiz gibi.
Meteoroloji uydularıyla yağmurun daha önce bilemediğimiz belirtilerini şimdi bilebilmemiz gibi.
…
Bilim ve teknolojinin hayatımıza sunduğu kolaylıklar, renklilikler, beden ve kafa konforuna ait her şey…
Yine bilim ve teknolojinin düşüncelerimize açtığı ufkun çok gerisinde kalıyor.
Düşünce dünyamızın içini tam olarak doldurabilir bir şey olamıyorlar.
Keşfedip tanımalar yüzeysel, bilmeler yine bir tahmin raporu olmaktan öteye gidemiyor.
Düşünce dünyamızın ufukları, bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle hem yer değiştiriyor, hem uzaklaşıyor.
Bir atomun elektron bulutuyla beraber, Heisenberg’in belirsizlik açıklaması akla geliyor.
…
Ancak herhangi bir olguyu bütün yönleriyle tam olarak bilemesek de yine ondan istifade edebiliyoruz.
Örneğin etraflıca bilmediğimiz atomların, yine tam anlayamadığımız elektronları üzerindeki çalışmalar devam ederken, o aralıktaki bir olgudan yararlanabiliyoruz.
Bu örnek için “elektrik” aklınıza gelmiş olabilir. Ancak elektronla ilgili veya elektriğin içerdiği başka olgular da olabilir.
Bir olguya, her şeyde olduğu gibi, birbirimize ondan bahsedebilmemiz için isim veriyoruz. Artık bu olgu anlaşıldı ve bütün özelliklerini biliyoruz anlamında değil.
Olgular, belirli sınırlar dahilinde tanımlanabiliyorlar.
Olgular bir çerçeve içine hapsedilmiş.
Bilimsel bir bilginin verildiği cümlelerin başında “Normal şartlarda” ifadesi yoksa bile, biz onu öyle anlamalıyız.
…
Olgulardaki sebep elleri görülüp, o ellerin payı verilerek, yani o ellerin hakkı olan çalışma yapılarak insanlığa hizmet edilebiliyor. Bu, bilim ve teknolojinin işi.
Ancak sebeplerin bilim insanlarına ne düşündürdüğünü düşünebiliriz.
Mesela bir olgunun işleyişi içinde sebeplerin bir sonu olduğunu düşünenler, son halkanın yine maddesel bir şey olduğunu düşünebilirler mi?
Bu, bilim insanını yine sebeplerin ellerine düşüren, kısır bir düşünce manevrası olmaz mı?
O halde, son halka zorunlu olarak maddesel bir şey değildir, diyemez miyiz?
Son halka maddesel bir şey değilse, ona ulaşma gerekliliği var mıdır?
Maddesel olmayan bir şey, en küçük görülen bir sebep dahil, bütün sebeplerin altında ayrı ayrı işleyemez mi?
Örneğin bir tohumun fidan olmasından, ağaç olup meyve vermesine kadar olan sürecin içerdiği bütün olgularında ve sebeplerinde, o maddi olmayan tesirin mahiyetini tam olarak bilemesek de ayrı ayrı işlediğini düşünemez miyiz?
Ve bu sürecin bütünü, tek bir olgu gibi düşünüldüğünde, maddi olmayan o tesirlerin birliği, çok kolay olmaktan öte zaruret derecesinde değil midir?
…
Bir bilim insanının, sebepler zincirinin gerçekte böyle kırık olduğunu bilmesi, bilimsel çalışmasında sabit fikre düşme ihtimalini büyük ölçüde giderir. Ve çalışması üzerinde bilgisi ve birikimini daha verimli hale getiren bir mecazi kuşatmayı da daha rahat sağlayabilir.
Böylece keşfetmeye çalıştığı bir “nedensellik” veya “sebep-sonuç” kısa çizgisini daha berrak görebilir.
Ve “Bilim insanı değilse de bilimsel yöntem, bilgisi ve kudretiyle bütün olgu ve olayları kuşatan bir düzen koyucuyu önceleyerek çalışabilir.” ifadesi içindeki iki bilim insanı tipinden “bilimsel yöntemle barışık bir bilim insanı olmak” şıkkına yaklaşabilir.
Bilim insanı, bilimsel yöntemle zihnen barışık olmayabilir, çalışma bilimsel yönteme ait olunca, çalışana bilim insanı diyoruz.
Bir bilimsel çalışmada, bilimsel yöntemin bilim insanını kendi çizgisine nasıl zorladığının örneklerini, bilimsel buluş hikâyelerinde bulabiliriz.
…
Sebeplerin yüzeysel ve sonlu olmadığını düşünenler ve maddesel olmayan etki aramayanlar…
Kendilerini böyle konumlandırmakla, yaratılış ve maddesel olmayan etkiyle ilgili;
“O konuda bir çalışmamız yok, ihtisas sahibi değiliz.” cevabını vermiş ve aynı zamanda bu konuda yetersizlik itirafını yapmış oluyorlar.
Gözlerimize kadar nakşedilen ve parmak uçlarımıza kadar işaretlenen yaratılış ve yaratılışla ilgili onlarca kavram ve açıklamalara ilgisiz kalabilmek nasıl mümkün olabilir?
Her şeyin maddede olduğu zannı ve bu zanna sebepler zinciriyle bağlı olmakla mı?
“Ben oynamıyorum.” diyerek oyun dışı kalan mızıkçı bir çocuk, gerçekte bir oyun içinde olabilir. Çocukların oyun dünyasında anlamlı olabilen bu durum, bilim dünyasında iyi niyetle bir anlam bulamıyor.
Bu durum gibi, bu durumun bilim ve sanat adı altında yol açtığı “fantazi” inanışlar ve onlara ait hayret ve hayranlıklar da mizah olmaktan kurtulamıyor.
…
Olguların fizik ötesi bağdan mahrum olduğu bir bilimsel yöntem düşünemiyoruz.
Bir öğrencinin, ders kitabının akıllı, şuurlu birileri tarafından hazırlandığından emin olmadan, yani bunu öncelemeden, o kitabın sayfalarını çeviremediği gibi.
Bir öğrencinin, bir problemin çözümünde “Hocam soru yanlış.” diye söyleyebilmesi bile bu bağdan haber veriyor.