Kediname kitabını yazdıktan sonra yeni ve farklı bir çevrem oldu. “Kedi severler muhiti.” Edebiyat ve sanat dünyamızda meğer ne kadar çok kedi sever varmış da benim haberim yokmuş. Buna elbette çok sevindim. Hakikaten bahtiyar oldum. Medyamız bazen çok haksızlık yapıyor. Kedi ve köpeklere kötü davranan bazı hastalıklı kişileri sürekli ekranlara taşıyarak sanki herkes bu can dostlarımıza düşmanmış intibaını veriyor. Çok yanlış bir davranış şekli. Hâlbuki yazılı ve görüntülü basın, iyi, doğru ve güzel örnekleri vermeli bu konuda da. Ki insanlar, bu hâllerden ders alsın, ibret çıkarsın ve o merhametli insanları kendilerine örnek kabul etsinler. Mesela bugüne kadar hepimiz ekranlarda, kedilere yapılan eziyetleri gösteren pek çok haberi seyretmiş, dinlemişizdir. Peki evinde ve işyerinde onlarca kedi besleyen âlimleri, şairleri, yazarları, sanatkârları televizyon ekranlarında hiç gördünüz mü veya gazete sütunlarında rastladınız mı?
Mesela Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin efsanevi müdürü allame şahsiyet İsmail Saib Sencer’in 100’e yakın kediyi beslediğini kaç gazeteci bilir? Bilmez, peki bunun haber değeri yok mu? Var ama gündemdeki sıkıcı konulardan fırsat bulup da böyle mevzulara alaka göstermezler. Tabii muhabirlerin idarecilerinde kabahat! Onlar istese bütün muhabirler böyle renkli ve magazin yönü de olan bir konuyu gündeme getirmek isterler elbette! İşte medyamızın suçu, günahı budur! Nedense ‘ilgi çeker’ düşüncesiyle genelde olumsuz haberleri vermeyi şiar edinmiş bizim meslektaşlarımız. Dikkat edin neredeyse haberlerin üçte biri tek tük işlenen cinayetlere dair. Böylece farkında olmadan ülkede karamsar ve kötümser bir havanın yayılmasına da yol açıyorlar. Hâlbuki bir gazeteci toplumu güzele, iyiye ve doğruya yönlendirmeli, bu konuda teşvik edici haberleri de sık sık seyircisine, dinleyicisine veya okuyucusuna sunmalıdır.
Dedim ya Akıl Fikir Yayınları’ndan çıkan Kediname’den sonra kedi sever pek çok dost edindim. Kitaptan haberdar olanlar aradılar, mesajlar gönderip teşekkürlerini bildirdiler. Kitabı edineceklerini, okuyacaklarını ve yakınlarına tavsiye edeceklerini söylediler. Bugüne kadar pek çok kitapta imzası olan biri olarak doğrusu bu büyük ilgi ve sevgi, beni ziyadesiyle sevindirdi. Sosyal medya hesaplarında kedi fotoğrafları paylaşanların haddi hesabı yok. Ben de başta bizim evdeki Lokum olmak üzere pek çok kediyi tanıtmaya çalıştım. Bu konuda Muhsin Karabay gibi kedi sever, hayırlı dostlarım bana sık sık fotoğraflar yolladılar. Onları da saklamadım, hesaplarımda paylaştım.
Kedi besleyen çiftlerden Yakup Tutum ve eşi Menekşe Hanım ile Akıl Fikir Yayınları’nın Yönetmeni Fatma Ersem Yargıcı Hanım bir ara bana, “Mehmet Güntekin Bey bir kedi sever. İstersen kendisiyle görüş.” dediler. Mehmet Bey’i eskiden beri tanır, sever, sayardım. Bilhassa Kubbealtı Vakfı’nda bulunduğum sıralarda sıklıkla görüşürdük. Türk müziğinin hem icracısı, hem yöneticisi hem de tarihçisidir. “Müziğimizi sevdiren adam” dense sezadır. Birçok programını dinleme bahtına erişenlerdenim. Kediname çıktıktan hemen sonra koronavirüs baş gösterdi. Dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de bu salgın herkesi tehdit eder vaziyetteydi. Dolayısıyla son iki yıl neredeyse pek bir yerlere gidemedim, çok az kişiyle görüştüm. Çok istemememe rağmen Mehmet Güntekin Bey’i ziyaret edemeyince telefonla görüşeyim dedim. Geçenlerde kendisini aradım. Bu kısa ve sıcak sohbet, beni hem çok şaşırttı, hem de bahtiyar etti. “Niçin?” diye sorarsanız söyleyeyim. Sanatkârımızın kedileri bu denli yürekten sahiplenmesi beni pek sevindirmişti. Demek ki gizli hazineler varmış. O definelerden biriyle görüşmüştüm.
Telefonda Mehmet Bey’e kitaptan bahsettim. Haberi olmuş, görmüş. Sahip oldukları kedileri sordum. Aldığım cevaba doğrusu hayret ettim, inanıyorum ki sizler de bu satırları okuyunca şaşıracak ve Mehmet Güntekin gibi bir sanatkârın bu şefkatine ve merhametine benim gibi sizler de hürmet etmeye başlayacaksınız. Şimdi sıkı durun söylüyorum. Mehmet Beyin evinde 8 kedi bulunuyor. Oğlu Mehmet Turgut’un evinde 4, oğlunun başında olduğu Muhsin Sahaf dükkânında ise 6 kedi mevcut. Yani toplamda 18 kediyi sahiplenmiş Güntekin Ailesi. Ben evimizdeki kedimiz Lokum ile biraz ilgilendim, hakkında bir kitap yazdım diye haddim ve hakkım olmayarak bazı dostlar “Günümüzün Ebu Hureyresi” yakıştırmasını yaptılar. Haşa, nerede? Doğrusu Mehmet Güntekin Beyin can dostlarımıza gösterdiği bu sessiz iyiliği ve hasbi davranışı görünce bu unvanın en çok kendisine yakıştığını düşünmeye başladım. Evet kanaat-i âcizaneme göre “Günümüzün Ebu Hureyre’si, Mehmet Güntekin Bey’dir.” Bu naif yönüyle ve çelebi mizacıyla toplumumuza da örnek olmuştur. Bunu alayişsiz, nümayişsiz yapmıştır. Sınırlı bir çevre belki onun bu olağanüstü yönünü biliyor. Şimdi bu yazıyla belki tanıyanların sayısı biraz daha artacaktır. Ama ben isterdim ki o kadar gazete, radyo, televizyon var. Bu müesseselerde çalışan gazeteci dostlarımız Mehmet Bey’le görüşsünler, kendisiyle röportaj yapıp yayımlasınlar. İnanıyorum ki hem mükemmel bir gazetecilik yapmış olacaklar, hem de büyük sevap kazanacaklardır. Emekli bir gazeteci olarak bu hayırlı işi, genç meslektaşlarımdan istemek de zannederim benim hakkımdır.
Yukarıda bahsettiğim telefon görüşmemizde Mehmet Bey’den baktığı kedilerin isimlerini ve fotoğraflarını istirham etmiştim. Cömert bir mizaca ve ulu bir gönüle sahip olan sanatkârımız, ertesi günü beni çok gönendiren, fazlasıyla bahtiyar eden bir mektup yolladı. Elektronik posta ile gelen bu mektupla birlikte ailece himayelerine aldıkları kedilerin fotoğraflarını da göndermişti.
Bugüne kadar yüzlerce, belki de binlerce mektup aldım. Ama inanın beni en çok sevindiren mektuplardan biri buydu. Zira bir sanatkârın zarif ifadelerini taşıyor ve mütevazı kişiliğini yansıtıyordu. 1 Şubat 2022 Salı günü bana ulaşan mektup aynen şöyle:
“Merhaba Mehmet Nuri Bey,
Ekte dostlarımızın fotoğraflarını gönderiyorum. Numaraları, aileye geliş sıralarına göredir.
3, 4- Zerrin ve Safinaz: 7 ve 6 yaşlarında. Bir akşam vakti, Karasu'daki yazlık evimizin balkon penceresindeki sinekliğe tırmanırken gördük. Kovaladık fakat gitmedi, acı acı bağırdı. Acaba bir derdi mi var diye yaklaştık ki, hamile! Doğuracak güvenli bir yer arıyormuş. İçeri alıp sevebileceği bir yer yaptık. Ertesi gün İstanbul'a dönmeye niyetliydik, fakat 3 gün bekledik, bir türlü doğurmadı. O vaziyette bırakamayıp İstanbul'a getirdik. Getirir getirmez de doğurdu. 3 yavrusundan ikisi doğumun hemen ardından kısa aralıklarla öldüler. Bir tek Safinaz yaşadı. Zerrin hep ürkek; daima tetikte gibidir; asosyaldir. Kızı Safinaz da bunca yıldır ailede olmasına rağmen hep köşe bucak kaçar, hiç kimseye yaklaşmaz; sadece et yemeği varsa yanaşıp acı acı bakarak duygu sömürüsü yapar.
5- Tahsin: 5 yaşında. Muhsin Kitap'ın Tophane'deki ilk dükkânı olan küçük mekânın yer aldığı pasajda bulundu. Annesi yokmuş. Çok küçüktü, mahdum Mehmet Turgut dışarıda ölür diye dükkâna almış, bakmış. Büyüyüp aslan gibi bir şey oldu. Çok ciddi, ağırbaşlı, sert görünüşünün gerisinde altın gibi bir kalbi vardır. Tam bir ‘ağır abi’dir.
6- İrfan: 5 yaşında. O da Tahsin gibi mezkûr pasaja sığınmış anasız babasız bir yavrucaktı. Hasta ve titrer vaziyette bulunup bakıldı, tedavi ettirildi, aileye katıldı. Her akşam göğsümde yatar ve dakikada bir alnını alnıma çarparak "öp beni" demeyi ritüel haline getirmiştir.
7 ve 8- Karabey ve Kasım: İkisi de 1,5 yaşında. Muhsin Kitap'ın üst katından yağmurlu bir akşam vakti kendilerini görüp fark ettik. Kasım hemen camımızın pervazında, Karabey ise 3 metre kadar aşağıda kalan çatının köşesine sığınmış, şaşkın ve hareketsiz bekliyorlardı. Birkaç saatte bir baktığımızda hiç yerlerini değiştirmeden aynı pozisyonda durduklarını görünce anladık ki bunlar sokak kedisi değil. Yakınlardaki bir evden yol verildiği için şaşkın ve ne yapacaklarını bilmez durumda idiler. Akşam oldu, dükkân kapandı ve evlerimize döndük. O akşam çok soğuk ve yağmurluydu. Sıcak evimizde çorbalarımızı içmiş televizyon seyrediyorduk. Hanımla aynı anda birbirimize bakıp ayaklandık. Dükkânın yedek anahtarı bizde idi. Yukarı kata çıktık ki, aynı yerlerinde öylece bekler vaziyette titriyorlar. Kasım hemen camın dibinde olduğu için kolayca aldık. Ancak Karabey uzaktaydı. Yandaki 3 metre aşağıda kalan çatıya bir merdiven uzattık, refikamız hanımefendi inip kucakladılar ve çıkardılar. İkisini alıp eve getirdik. Evin en yeni konukları onlar. Ötekilere pek yanaşmayıp daha çok beraber hareket ediyorlar. Henüz bize de pek yanaşmıyor, tedirgin bakışlarla daima kontrol altında tutuyorlar. Sanırım önceki sahiplerinden yedikleri büyük kazık sebebiyle güven duymaları biraz zaman alacak.
Muhsin Kitap'ta da 6 dostumuz var: Feride, Cemile, Muhtar, Halime, Mantar ve Oya.
Mahdum Mehmet Turgut'un evinde de 4 dostumuz: Lenk Fahte, Pazi, Bızdık ve Efekan.
Pazi, Bızdık ve Efekan'ın isim annesi: Mehmet Turgut'un nişanlısı Hilâl.
Karabey ve Muhtar'ın isim babası bendenizim.
Cemile, Zerrin, İrfan, Mantar, İrma, Lenk Fahte, Kasım ve Oya'nın isim annesi refikam Emel Hanım.
Muhsin, Safinaz, Tahsin, Halime ve Feride'nin isim babaları mahdum Mehmet Turgut Güntekin.”