RÖPORTAJLAR |
Anlatacağım olay kendim için doğaüstü başkaları için sıradan gelebilir. Hem toplumumuzun yapısında vardır yaşadığı şeyi doğaüstüne bağlamak. Belki de bu, yaratıcı (Rab) katında ayrıcalıklı hissettirir insanı, dostluğa yakın bir makama komşu olmak gibi.
Benim hayatımda kuşların özellikle de paçalı ve takla atan güvercinleri yeri olmuştur. Besleyecek kadar vakit de geçirmişliğim. Fakat kumrularla, yaşadığım olay vesilesiyle tanıştım. Genel olarak büyüklerden “Kumru bedduası alma” diye bir söz hep kulağımın bir köşesinde kalmış, duası kabul olacak bir canlı olarak kabul etmişimdir.
Olayı anlatmaya başlayayım. Sıcak bir yaz günüydü. Sıcak insanın içini kavururken, Ramazan orucu da yemek ve suyun kıymetini ve her şey için şükrün önemini hatırlatıyordu aciz kullara. Dokuz aya yaklaşan bir süre olmuş Fatih Çınar’ı bekliyordum. Sıkıntılı bir süreçle dünyaya gelmenin arifesinde biraz tedirgin, biraz nasıl geleceğinin korkusu ile… Çünkü 9 aylık periyotta ultrason sonuçlarına göre birkaç sıkıntımız olacağı söyleniyordu doktorlar tarafından. Bekleyiş sürüyor doğum haberinin vakti yaklaşıyordu. Bir an ameliyathanenin kapısı açılmış Fatih Çınar’ı oksijen tüpleri takılı bir şekilde dışarı çıkarıyorlardı. Nefes almakta zorlanıyor hatta nefes aldıkça göğsü belirgin bir şekilde içine girip çıkıyordu. Doktor geldi yanıma, beş dakika görün ayaküstü der gibiydi. “Kalbinde, böbreklerinde ve tansiyonunda sıkıntı var yoğun bakıma alıyoruz” dediler ve götürdüler… Elimiz boş kalmış, bebek gelecek diye süslenmiş odada bebeğin olmayışının burukluğu ile bir günü geçirerek odadan ayrılıyorduk.
Sonrasında iki günde bir doktoru ile görüştüğümde her defasında “Durumu kritik” söylemleri ile sıkıntılarım günbegün artmaktaydı. Ümidimi diri tutmaya çalışırken işlerin kötü gitmesi direncimi kırmaya başlamıştı. Sabahları işe giderken yol üstünde annede toplanan sütü yoğun bakıma bırakıp yoluma devam ediyordum. Tabi, Fatih Çınar’ı görmeden. Bir gün vakit öğleye doğru yaklaşırken evin camına şimdiye kadar hiç görmediğim iki kumru ve çıkardıkları sesler dikkatimi çekti. O kadar netti ki sesleri sanki evin içindeydiler. Dikkatlice dinleyince beni cama doğru çağırır gibiydiler. Usulca ürkmesinler diye perdeyi araladım onlarda kaçıp gitmemekte ısrarlı gibi bekliyorlardı. Hemen mutfak dolabından bulgur alarak pencerenin mermerine doğru yavaşça bıraktım, onlarda yemeye başladılar. Ertesi sabah yine aynı sesler yine sanki beni çağırıyor gibilerdi. Bu sefer sularını da hazırlamıştım. Afiyetle yediler…
O gün öğleden sonra yine Fatih Çınar’ın durumu ile ilgili doktorun yanına bilgi almak için gittim. Gardım düşmüştü ama içimde hep kumruların ansızın gelmesinin tesadüf olmadığı ile ilgili bir his vardı. Doktor, Fatih Çınar’ın durumunda iyileşme olduğunu, henüz erken olsa da yavaş yavaş toparlamaya başladığını söyledi. Yedinci günün sonunda içim biraz olsun rahatlamıştı. Ertesi sabah işe gelmeden camın önüne kumrular daha gelmeden bulgurları ve sularını koymuş, geldiklerinde hazır bulsunlar istemiştim. Gün geçtikçe Fatih Çınar’dan güzel haberler gelmeye başlamış bu arada yirmi günü yoğun bakımda geçirmiştik. Fakat yemlerini hazırladığım, sularını eksik etmediğim kumrular ortada yoktu. Belki kuş da olsa birisine yardım etmek ya da karnını doyurmak imkân değil, nasip meselesiydi. Bu arada artık yavaş yavaş doktor taburcu etmek için gün vermeye bile başlamıştı. Kumruların sessiz sedasız gidişi bende bir burukluğa sebep olsa da Fatih Çınar için geldiklerine emindim. 29 gün geçmiş 12 çeşit antibiyotik tedavisinden sonra Fatih Çınar yoğun bakımdan çıkarak sağlığına kısmen de olsa kavuşarak taburcu olmuştu.
Sonrasında işler çok da yolunda gitmedi işin açıkçası… Zamanında konuşamama ya da yaşıtlarına göre gelişim geriliği sıkıntılarımız oldu. Yalnız bunlarla da uğraşırken “Artık olmuyor, umudumu kaybediyorum” düşüncesine kapıldığımda, iş yerinin ve evin penceresine yüksek perdeden bir sesle seslenerek kumrular geliyordu. Onlar her geldiğinde kendimi umut dolu hissediyordum ve işler de yoluna giriyordu…