• İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
    İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
  • Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
    Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
  • İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
    İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
  • Nâzım Tektaş ile Mülakat
    Nâzım Tektaş ile Mülakat
  • Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
    Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
  • Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
    Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
  • Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
    Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
  • İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
    İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
  • İhsan Kurt ile Mülakat  
    İhsan Kurt ile Mülakat  
  • Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)
    Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)

YAZARLARIMIZ

Mehmet Nuri Yardım
Mehmet Nuri Yardım
Eklenme Tarihi: 15 Mayıs 2020, Cuma 07:56 - Son Güncelleme: 15 Mayıs 2020 Cuma, 07:56
Font1 Font2 Font3 Font4
Kuddusi

 

        

Sana yazdığım bu satırları okuyabilecek misin, elbette hayır. Ama madem ki ruhen hayattasın, en azından bu duyguları hissedeceğine inanıyorum. Zira biz müminler inanırız ki insan ölür, cesede dönüşür ama ruhu asla ölmez, o bâkidir.

        

Büyük daveti alıp da İlahî emre uyduğunda tam 40 yaşındaydın. Demek ki 1980 doğumluydun. Benim memleketten ayrılıp büyükşehre okumak için geldiğim sene sen dünyaya gelmiştin. Her yıl gelişimde sılaya dönüşümde biraz daha büyüğünü görmek güzeldi. Bebekliğinden itibaren tonton olduğunu biliyorum. Hatta bütün aile ve akrabalar arasında belki de en şişmanımız, en tombişimiz sendin. Şişmanlar genelde sempatik olur. O sevecenliği inan ki sen hep taşıdın. Hatta fazlasıyla. O kiloları verdiğin ‘şekerli zamanlar’da bile…

        

Ailece Siirt’ten Adana’ya göç ettiniz sonra. Adana’da galiba çocukluğunun en tatlı ve coşkun demlerini yaşadın. Zira on yaşlarındaydın. Yine o güleç yüzünü hatırlıyorum senelik izinlerde Adana’ya gelişimde. Çektiğim fotoğraflarda objektiflere hep güleç bakan sendin. Bir ara Büyüksaat civarındaki evinizin yakınında bir parka götürmüştüm sizi. Bütün yeğenler bir aradaydınız. Parktaki kaydıraçın merdivenlerine sıraladım her birinizi, öylece fotoğrafınızı çektim.  Ne güzel bir pozdu öyle. 10-12 basamağın her birinde bir yeğenim hazır ol vaziyette durmuştu. Sen galiba asker selamı vermiştin. O sevimli kareyi unutmak mümkün mü? Ve diğer unutulmaz hatıralar…

        

Esasen adın Abdülkuddusi idi. “Kuddus” malum, Cenab-ı Allah’ın sıfatı, Esma-i Hüsna’dan. Temiz ve münezzeh demek. Sen de bu ismi taşıyordun. Ama herkes gibi isimleri kısaltmayı severiz. Adın Kuddusi söylendi, öyle de kaldı. Olsun biz o ismi seslenirken bile Rabbimizin Kuddus isminin tezahürünü hatırlıyor, görüyor, yaşıyorduk.

        

Galiba memleketin en büyük eğlencesi, kaplıcaya gidişlerimizdi. “Germave” seyahati bir şölen havası içinde geçerdi. Çünkü orada büyük bir havuz vardı, içi sıcak su doluydu. İçinde yüzerdik. Yüzme alışkanlığımız ve yeteneğimiz de böyle gelişti herhalde. Üstelik sıcak su, kükürtlü ve şifalıydı… İsmini de buradan alıyordu kaplıca. “Germ” Kürtçe “sıcak” demekti. “ave”nin karşılığı ise su idi. Yani “sıcak su”yun karşılığıydı Germave… Genelde pazarları veya akşamları giderdik. Pazarları kalabalık olurdu ama akşamları tenhaydı. Havuza o iri cüssenle nasıl atladığını, havuzun yüzeyinden sıçrayan su dalgacıklarının gözlerimize doldurduğunu görürdük. O neşve, o heyecan ne güzeldi. Sonra akranların olan kuzenlerini suda nasıl şakacıktan boğmaya çalıştığını dünmüş gibi hatırlıyorum. Kaplıca bizi yorardı, çıktığımızda Botan çayına bakan kır kahvesinde birer çay içer, kısmen dinlenirdik, sonra memleketimize doğru yola koyulurduk. Ve Tillo seyahatleri, Kezer Suyuna gidişler, Veysel Karani ziyareti, sonra yapılan maçlar!

        

Zaman bir su gibi akıp gitti. Bir gün apansız Adana’dan yine memlekete döndünüz. Yeni bir hayat, yeni bir düzen, yeni bir iş ortamı. Ve evlendin, ardından çocukların oldu. Önce pasajdaki evde oturdun, sonra ev değişti. Peygamberimizin hadisinde baba mesleğini sürdürmenin tavsiye edildiğini hatırlıyorum. Sen de bu hayırlı işi sürdürdün. Hem baba hem de dede mesleği olan ayakkabıcılığı galiba yeğenlerden, rahmetli babamın torunlarından sadece sen devam ettirdin. Hem de uzun yıllar, gayretle, sabırla, dayanabildiğin kadar. Önce tamir işleri, sonra satış… Uzun yıllar ayakkabı tamirciliği yaptın, bir ara maddi noktada daralınca Emin adında bir gençle ortak oldun. Amacın ekmeğini helâlinden kazanmak ve eve birkaç kuruş götürmekti. Sonra mesleği tek başına yürütmeye çalıştın. Bu çabanı hep gördüm ve sana imrendim. Seni kalben takdir ve tebrik ettim. En sıkışık zamanlarında bile kimseye el açmadığını, borç istemediğini biliyorum. Hiç kimseye eyvallahın yoktu.

        

Memlekete senelik ziyaretlerimde ilk uğradığım mekânlardan biri, Hayrettin amcanlara yakın olan ve yeni açtığın ayakkabı dükkânındı. Oturup çay içer, sohbet ederdik. Hâlini sorardım. Ağzından şükür kelimesi eksik olmazdı hiç, “Elhamdülillah amca, yaşayıp gidiyoruz işte. Allah bugünlerimizi aratmasın.” derdin. Bu tevekkülün, sabrın ve şükrün, doğrusu bütün gençlere de örnek olacak türdendi. Şikâyet ettiğini görmedim; sitemde bulunduğunu da hatırlamıyorum.

        

O mutat ziyaretlerimde çeşitli mevzulara, muhtelif konulara dair konuşur, hasbihâl ederdik. Memleketin ahvali, işsizlik durumu, esnafın vaziyeti, şehirde terörün zayıflaması vesaire… Bu arada dükkâna gelen müşterilerle de ilgilenirdin. Son zamanlarda bir çırak da edinmiştin kendine. Müşterilerle artık o alakadar oluyordu. Ben bunu sevindirici bir gelişme olarak yorumlamıştım,  madem ki çırak çalıştırıyor demek ki işler daha da iyiye gidiyordur inşallah, diye düşünmüştüm. Maşallah, küçük bir patron olmuştun.

        

Bir sohbetimiz esnasında bana, “Ya amca bu kadar yazılar yazıyorsun gazetede, sonra kitapların çıkıyor. Zor değil mi yazmak?” diye sormuştun. Ben de sana dükkândaki ayakkabıları göstererek, “Ya Kuddusi, bu kadar ayakkabı var dükkânda. Her birinin fiyatı ayrı, markası ayrı, kalitesi ayrı, numarası ayrı. Çocuk ayakkabısı, kadın ayakkabısı, erkek ayakkabısını, terlikler, botlar, çizmeler vs. Bütün bunların fiyatlarını zihinde tutman zor olmuyor mu?” diye sormuştum soruna karşılık olarak. Tebessüm etmiştin, anlamıştın. Şöyle devam ettiğimi hatırlıyorum: “Her mesleğin kendine göre elbette bazı zorlukları var.  Ama o işi sevdin mi zorluğu kalmaz, her şey kolaylaşır, katlanırsın. Bütün mesele önce sevmek, o işi benimsemek. Yazı yazmak da zor, ayakkabıcılık yapmak da… Marangozluk da güç, terzilik de… Velhasıl her mesleğin kendine göre zorlukları, meşakkatleri var ama neylersin, katlanmak gerek. Zira maişet motoru böyle çalışır. Hayat değirmeni bu şekilde döner. Bu zorluklara göğüs gerdin mi çoluk çocuğuna, eve ekmek götürebilirsin.” Bu sözlerim üzerine bana hak vermiştin.

        

Evde ve akrabalar arasında sağlam bir denge unsuru olduğunu hatırlıyorum. Gerginlikleri yatıştırır, ortamı yumuşatırdın. Ev sohbetleri esnasında bir konuda tartışma çıktığında sağ elini sallar ve “Amaaaan, boş verin, bırakın bu işleri, dünya fani, değmiyor.” dediğini hatırlıyorum. O el sallayışınla bile aslında hepimize ders veriyordun. Hırsın kötülüğünü bir işaretinle dile getiriyordun.

        

Dedenin, ninenin vefatları seni sarsmıştı. Ama annenin ahiret yolculuğu seni bir hayli üzmüştü. Son doğan kızına “Nurcan” adını verişin bundandı. Bu da senin vefalı tarafını gösteriyordu. Annenin, namaz kılmanı çok istediğini söylerdin. Nitekim yengemizin vefatından sonra namaza başladığını Memduh Amcandan öğrenmiş ve çok sevinmiştim. “Annem namaz kılmamı çok isterdi. Onun için başlıyorum.” demişsin, ne iyi etmişsin.

 

Şeker hastalığına yakalandıktan sonra günden güne kilo veriyordun. Hatta bir ara bayağı zayıflamıştın ama bunu da dert edinmiyordun. “Kadeeer!” deyişini hatırlıyorum yine. O tevekkül dolu sabırlı bekleyişini de. Hatta bunun da latifesini yapar, şakayla karışık ve tebessüm ederek şöyle derdin: “Çocuklara anne babalarından maddi miras kalır, bana da annemden şeker hastalığı miras kaldı.”  

 

Koronavirüs’ün Türkiye’ye de geldiği günlerde bir tanıdık seni berberde görüp de, “Kuddusi niçin tıraş oluyorsun, hekimler televizyonlarda bugünlerde tıraş olmayı tavsiye etmiyorlar.” dediğinde “Rabbimizin karşısına temiz gitmek istiyorum.” demişsin. Demek ki bir his doğmuştu içine. Ve yakında bu fani dünyaya veda edeceğini âdeta sezmiştin. Bütün herkesin korona dolayısıyla temizlik yaptığı günlerde senin de saç tıraşı oluşun ve sonra da “temiz olarak” ahirete doğru yol hazırlığı yapman bir tevafuk değil miydi? Üstelik bunu yapan da Abdülkuddus’tü. İnşallah temiz bir kalp, temiz bir zihin, temiz bir ruh ve temiz bir beden ile Rabbinin karşısına çıkmışsındır.

 

Vefatından bir gün önce kuzenin Mirza’nın yanından telefonla konuşmuştuk. Hâl hatır faslından sonra, “Aman Kuddusi insanlarla, müşterilerle arana mesafe koy. Tokalaşma, yakınlaşma!” şeklindeki tavsiyeme, “Merak etme amca, zaten şeker olduğum için risk grubundayım, dikkat ediyorum.” demiştin. Son görüşmemiz, son konuşmamızdı bu. Belki de vefatından 15-20 saat önceydi. Daha sonra dükkânı devrettiğini ve işi bıraktığını öğrendim. Demek ki beni üzmemek için bu iş değişikliğini söylememiştin. Üzücü haberleri yaymayı sevmezdin, kimse dertlenmesin diye. Hep neşe saçan bir hâlin vardı.

 

Seninle görüştüğüm günün ertesinde ikindi vakti, Mirza beni aradı. Ve o üzücü haberi verdi: “Hastaneden beni aradılar amca, Kuddusi vefat etmiş, dediler.” dedi. O gün biz ailece perişan olduk, önce inanamadık, sorduk, soruşturduk, bekledik, üzüldük, ancak haber gerçekti. Lâkin elden ne gelir? Duadan başka… Akşam vakti sosyal medya hesabımda şu bilgiyi paylaştım:

        

“Bugün beni çok üzen bir haber aldım. Memleketimiz Siirt’te esnaflık yapan sevgili yeğenim Kuddusi Yardım, ani şeker yükselmesi sonucunda vefat etti. Daha dün telefonla konuşmuş ve sohbet etmiştik. Çevresi tarafından sevilen, muhabbet ehli, güzel gönüllü yeğenimin bu ani kaybı ailemizi ve yakınlarımızı hüzne sürükledi. Ama emir büyük yerden, Takdir-i ilahî… Cenab-ı Allah sevdi, istedi, yanına aldı diye teselli buluyoruz. Kuddusi, güzel huylu, hoş geçimli, iyi ahlâklı bir gençti. 40 yaşındaydı ve 4 çocuk babasıydı. Allah rahmet eylesin. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı âli olsun. Rabbim taksiratını affetsin. Bütün dostlardan, akrabalardan, tanıyanlardan Kuddusi için dua etmelerini ve birer Fatiha okumalarını istiyor ve bekliyorum.”

        

Bu duyuruma yüzlerce başsağlığı dileği ve dua geldi. Dostlar sana rahmet diliyordu. Kur’an tilavet edenlerin, Yasin ve Fatiha okuyanların ise haddi hesabı yoktu. Bu candan ve yürekten alakanın ardından şu teşekkürde bulundum:

        

“Yeğenim Kuddusi Yardım’ın vefatı münasebetiyle taziyelerini bildiren bütün hocalarıma, dostlarıma, akrabalarıma, kardeşlerime ve talebelerime çok teşekkür ediyorum. Allah hepsinden razı olsun. Onlara tek tek cevap veremediğim için özür diliyorum. Vefat etmiş bütün yakınlarımıza, şehitlerimize, bugünlerde koronavirüsten şehit olan sağlık çalışanlarına ve vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Hepsinin mekânı cennet olsun.”

 

Vefatını ben şekerden biliyorum, önce bu şekilde duyurmuşlardı. Meğer yüksek şekerden mütevellit kalp kriziymiş. Öğleden sonra eşin seni uyandırmaya geldiğinde acı haberi almış, hastaneye kaldırmışlar ama takdire tedbir kâr etmemiş. Vaden dolmuş demek ki! Can emanetini, sahibine vermişsin.

 

Memleketimizde taziyelere çok önem verilir bilirsin. Hatırlarsın rahmetli babam, yani muhterem deden Hacı Nasri de hemen hemen her akşam bir taziye evine gider, okumalara katılırdı. Bu vefalı yönüyle bilinirdi. Ama malum salgın dolayısıyla çarşıda taziyen yazık ki yapılamadı, evde Kur’an okundu, eşin, baban, ablan, amcaların, kardeşlerin ve diğer yakın akrabalar buluştu. Siirt Sancaklar Çarşı Camii sitesinden ise şu duyuru, dost ve tanıyanlara iletildi: “Hacı Mehmet Yardım’ın oğlu, Hacı Hayrettin ve Aydın Yardım’ın yeğenleri, Hacı Zeydan Işıktaş’ın damadı, Said, İbrahim ve Ali Sungur’un kardeşleri, ayakkabıcı Abdülkuddus Yardım Hakkın rahmetine kavuşmuştur. 23 Nisan 2020. Taziye yapılmayacaktır.”

        

Aynı günün gecesi Şeyh Musa Mezarlığı’na, çok sevdiğin anneciğinin yanı başına defnedildin. Gecenin serinliğinde toprakla buluştun. Ruhun şad olsun, kabrin nur mekânın cennet, menzilin mübarek, makamın âli olsun Kuddusi. Gözün sakın arkada kalmasın. Eşin de, kızların Zeynep Nur, Zehra ve Nurcan da, oğlun Ahmet de sahipsiz kalmayacaktır. Onları önce Allah’a sonra da bütün tanıdıklara, akrabalara teslim edip gittin. Annene, dedene ve ninene selam söyle, dilerim kabirleriniz “cennet bahçelerinden birer bahçe”ye dönüşür. Biz de er veya geç yanınıza geleceğiz, bunu sakın unutma.

 

 

 


» YAZARIN DİĞER YAZILARI


BU YAZIYLA İLGİLİ YORUM YAZIN