Doğduğum hastane olsa olsa denize beş yüz metreydi, büyüdüğüm evimiz ise iki yahut üç yüz metre. Hiç bıkmadığımız sokaklar da yakındı çekilmiş kayıklara ama hele ilk ve son baharlarda misket veya çivi oynadığımız İncirköy parkının bir kenarına dalgalar vururdu, yani denize sıfır metre…
Böyle olunca bizler de bütün yaz sahildeydik. Her birimizin elinde üç beş metrelik ince misineler, uçlarına kendi bağladığımız sinek iğneleri ile günün çoğunu fabrika hizasındaki kum iskelesi, gazino bahçesi veya havuz dediğimiz küçük mendirekte balık peşinde geçirirdik.
Kendi parmaklarımız boyunda da olsa, kendi parmaklarımızın sayısından az da olsa kendi yakaladığımız balıklar, hem bütün balıklardan daha lezzetliydi hem de onları eve getirebilmek, bizler için Türk destanlarında öğrendiklerimizden hiç de aşağı kalmayan büyük kahramanlıklardı.
Bir çocuk… Ucu denizin içindeki incecik bir misine elinde olduğu halde, saatlerce bıkmadan usanmadan gözü denizde bekleyebilir mi?
Bekler. Peki, ne için bekler?
Oltasını saldığı yerde, yani suyun içinde, hemen orada balıklar olduğunu umduğu için bekler.
Peki saatlerce balık çekememişse veya istediği kadar tutamamışsa?..
O zaman da arkadaşlarına sorar veya yan gözle onların hangi yemi taktığını anlamaya çalışır.
Yem temin etmenin ve balığa kendi yemini yani dolayısıyla senin oltanı tercih ettirmenin yolları vardır.
Bazen evden ekmek parçası getirirsin, bazen arkadaşlardan bir küçük ödünç balık alır onu parçalarsın, bazen suyun içinde çimen gibi olmuş yosunların dibini karıştırıp sarı kırkayaklara benzer ürkütücü kurtlar bulmaya çalışırsın, bazen bahçelerden birine dalıp topraktan solucan çıkarmaya çalışırsın, bazen nasibini bulmak için yaklaşan sinekleri öldürüp oltaya geçirmeye çalışırsın, bazen kıyıdaki taşlara veya iskele direklerine yapışmış midyelere yapışıp koparmaya çalışır ama onun da içindeki etinin neresini nasıl kullanmak lazım sorar, dener, anlamaya çalışırsın…
Gene de balık orada ya vardır veya yoktur, ya da vardır ama gelir veya gelmez. Onun için çeşitli taktikler ve yemler dener dener durursun.
Bunca yıl sonra düşünüyorum şimdi:
Eğer… Balıklar… Durmadan konuşsaydı… Biz onların nerede olduklarını bilirdik.
Bir sistem olsaydı, konuşmalarını dinleseydik, balıkların ne dediklerini anlasaydık;
– Hmm, biz gümüş balıklarının tercihi bu değil ki, ekmeği kefaller sever.
– Ah şimdi bir kırık midye bulsak, nasılda keyfini çıkarırdık…
– İstavrit kardeşler çabuk kaçalım, bakın bir kaç çinekop geliyor yoksa bir hamlede yutuverir bizi.
Evet böyle bir sistem olsaydı da balıkların aşağı sarkıttığımız yemler hakkında yaptıkları yorumları, düşüncelerini öğrenebilseydik ne iyi olurdu.
Hiç beklemeden onların hoşlandığı yemleri salardık önlerine. Ve hepsini ama hepsini tutabilir, akşama tavada kızartıp yiyebilirdik.
Şimdiii…
Ben en masumundan bir çocukluk hikâyemi anlattım…
Fakat sizler, zamanımızda çok fazla konuşulup tartışılan “mesajlaşma, sesli ve görüntülü haberleşme sistemi” hikâyesi anladınız, değil mi?
Veya hikayeye tekrar göz atarsanız, artık öyle anlayacaksınız.
NOT: Beğendiyseniz… Şu aşağıdaki işaretere tıklayıp, yazıyı sosyal medyada da paylaşabilirsiniz… 🙂
Aslında bilgilere erişim yeni bir şey değil sosyal medya çıkmadan önce ta ki 80'li veya 70'li yıllarda ülkemize turist kılığında gelen ve doğuda bir takım bilgilere Erişen siyonist batılılar Bizim her şeyimizi öğrenip ve bu ülkedeki insanları birbirine kırdırmadılar mı? Bize de maşallah birisi bir konu açsa ve o konu hakkında birtakım bilgilere erişmek istese Biz geldiğimiz tutar et elimizde ne var Hepsini dökeriz çuvalda ne varsa hepsini silkeleyip atarız. Bugün artık siyonistler bizzat geziyorlar bu işleri bugünkü manada sosyal medya üzerinden yapıyorlar filmler veya dizilerle hem de bize bizzat yaptırıyorlar Türk aile yapısını bozup zayıf ve yok olmuş bir toplum haline getirmek istiyorlar örnekleri çoğaltmak mümkün… Sayın Muammer beyin konu ile ilgili yazısını çok beğendim kendisine çok teşekkür ediyorum
Anadolu insanımızın saflığını fakat bu temizliğin nasıl istismar edildiğini ne açık demişsiniz.
Güzel insanlarız, düşmanı bile kendimiz gibi biliriz!
İçimiz tertemiz olacak fakat dışımız, gayet mukavim bir deri ile sarılmış kapatılmış olacak, işte güzel olan bu idi. Zaten de böyleydi fakat yüzlerce yıl binlerce tuzaklar ve hilelerle, milletimizi kuşatıp kucaklayan koruyup kollayan siyasi iradeyi hırpaladılar. Başımıza gelen hal budur.
Allah razı olsun kardeşim. Her ne kadar ben denizin olmadığı Toros Dağlarında çocukluğumuz geçse de farklı anılarla Bizi çocukluğumuza götürdün.
Ne kadar içten, samimi yazmışsın. Günümüz teknolojisi ile de bağlantı harika. Kalemine yüreğine sağlık.
İster Toroslar’dan veya Kaçkarlar’dan… İster Paşabahçe veya İskenderun sahilinden ol farketmiyor.
Burada veya başka bir ortamda aynı noktada buluşabiliyorsak demek ki acımız bir, tatlımız bir…
“Aynı tavanın balıklarıyız” diye bir söz duymuştum bir Karadenizliden de çok hoşuma gitmişti.
İşte tam da onun gibi.
Balıklar ki denizde yaratılmış
Konuşsalarda konuşmasalar da
Kaderleri belli.
Bir salgın yüzünden dört duvara hapsolduk diri diri evlere gömüldük. Konuşacak kimse bulamadık hepimiz denizdeki balıklar gibi atılan oltalara takıldık.
Bunu hak ettik belkide çünkü yaradılış gayemizi unuttuk çocuklarımızla büyüklerimizle komşularımızla diyologumuzu kestik. Sanal dünyanın cazibesine kapıldık. Tuzaklara düştük bir kere.
Biz zaten her şeyimizi gözler önüne serdik. Ne aile sırrı kaldı ne edep ne saygı kaldı.
Çocuklarımızı masallar yerine tabletlerle büyütür olduk.
Yaradılış gayemizi unuttuk gerçekleri görmezden geldik. Yaptığımız her şeyin konuştuğumuz her kelimenin zaten kayda geçtiği söylenmiyor mu!?
Varsın herkes bilsin benim ne kadar aciz olduğumu balık misali oltaya yakalansam ne olur zaten bilinen sona gitmiyormuyum. Benim kaderim ezelde takdir edilmiş. Bütün hayatım kayıt altına alınmış yarın mahşerde gözler önüne serilmeyecekmi.
Ne yaparsak yapalım önü sonu oltaya takılmak değilmi kaderimiz. Kıymetli hocam her insan okuduğunu anladığı gibi yorumluyor. Sizin yazdıklarınızı yıllardır takip ederim ve çok etkilenirim. Allahü teala razı olsun hayırlı ömürler ihsan eylesin gençlerimizin bu yazdıklarınıza ihtiyacı var. Biz zaten oltaya takılmışız sizlerin vesilesiyle çocuklarımız torunlarımız kurtuluşa erişirler inşallah.
Dualarınıza aminler, yazdıklarınıza takdirler, hassasiyetinize alkışlar efendim…
Evet, gereksiz konuşmalar yapmayalım.
Faydalı şeyler anlatalım.
Nasibimizi bekleyip, sabredelim.
Ve yakaladığımız balıkları afiyetle dostlarla birlikte yiyelim.
En güzeli bu.
Aynı sofrada ziyafette buluşmak dileğiyle, teşekkür ederiz.
Yani “Sıradan birer balık olmadığımızı hatırlayalım” diyorsunuz galiba…
"Şairler susacak,
Şair olduğunda herkes"
Reşit Ergener
Şairler susmaz…
Belki susmuş görünürler;
Çünkü onların içinde,
dışındakilerden daha fazla
konuşulacak kimse vardır!