RÖPORTAJLAR |
…
…
—Yarın, Kadir abim gelecekmiş.
—Abim gelmiş, annemgildeymiş.
Hâlâ çocukluğumuzda beklediğimiz gibi beklerdik abimizi…
Bu yaşlarımızda bile abiliğini bize bu şekilde ihsas ettirebilmiş olması, gerektiğinde önemli işlerimizle ciddi ilgilenmesinin bir neticesi değildi sadece.
Onbir kardeş idik. Abileri ve ablaları yoktu abimin..
Şimdi en küçüğü kırkbir yaşında olan kız ve erkek kardeşlerine, ayrı ayrı yaptığı abilikleri, hepimize birden yaptığı abilikleri vardı.
Son abiliğini de hepimize birden yaptı, önden gitti.
Hani “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çokça zikrediniz.” mealinde hadis-i şerif var ya. Hani “Nasihat istersen, ölüm yeter.” ya.
İşte, dünyanın fanîliğini…
Ve kıymet vermeye, almaya değer ne varsa dünya içinde, dünyanın ahirete bakan yüzünde olduğunu daha bi yakından yaşattı bize.
Kendisi bu gerçeği hakkelyakîn yaşarken…
…
Hafızamda bir fotoğraf; bir kardeşimle birlikte abimi izliyoruz. Üç tekerlekli bisikletimi sürmem için, evimizin bahçe tarafındaki duvarının dibi boyunca beton döküyor. Ben, üç-dört yaşlarındaysam, ondokuz-yirmi yaşlarında abim.
“Burada bisikletini sürersin/süreceksin.” gibi bir cümlesi de hâlâ kulağımda.
Sonradan daha iyi anladım ki aslında evimizin duvarının daha sağlıklı kalması için dökeceği betonu, bisikletimi sürebilmem için çokça yapıp, bol bol dökmüştü duvar dibi boyunca. Ve üzerini biraz düzleştirivermişti.
Ve sonradan daha iyi anladım ki bir babanın eviyle ilgilendiği gibi evimizle ilgilenirken, bir yolla abiliğini de yapıveriyordu abim.
Babam evde yokmuş…
Babam, uzak bir yerlerden gelmiş daha sonra…
Almanya’dan…
Bisikletimi zor sürdüğüm balık sırtı gibi olan o betonu, kalıp tahtaları kullanarak tam düzleştirmişti babam daha sonra.
…
Fotoğrafçılığa merakı olmasaymış, çocukluk fotoğraflarımız birkaç taneyle sınırlı kalırmış belki. O yıllarda çevremizde fotoğrafla uğraşan az sayıdaki kişilerden biriydi abim. Fotoğraf çekmek için yaptığı hazırlığın bazen dakikalarını aldığını hatırlarım. Bütün işlerinde itinalı ve tertipli biri oldu hep.
Hastalanmadan önceki yakın zamanlarda çocukluk fotoğraflarımdan gönderiyordu telefonuma aralıklı olarak. Diğer kardeşlerine de kendi fotoğraflarından gönderiyordu mutlaka.
Geçmişi yâd etmenin bahaneleri olan fotoğraflar… Ömrün odalarından anlık kareler… Arkalarında bazen tarihleri olan.
Kayıt altına almayı, tarih düşmeyi severdi abim..
Kaldığı hastane odasını bize tanıtırken, nefesi zorlasa da, her zamanki tane tane ve net anlaşılır konuşmasını koruyabilmişti.
Günün tarihini kendine özgü vurgulu bir şekilde belirtiyor, sonra ben iyiyim diyordu. Telefonun kamerasını odasından pencereden görünen manzaraya çeviriyordu daha iyi olmaya dair dualı ve ümitli sözlerle.
…
Hastane odasından okuduğu, anneme ve babama dinlettiğim İhlâs Suresi, abimden duyduğum son sözlerden, son kelimelerdendir.
Abimi hatırladığımda, İhlâs Suresini o güzel okuyuşunu ve hep şu hadis-i şerifi hatırlarım:
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Her kim öleceği hastalığında İhlâs suresini okursa:
(1) O kişi kabirde sual görmez.
(2) Kabir sıkıntısından (ve azabından) kurtulur.
(3) Kıyamet gününde melekler onu elleri üzerinde taşır, hattâ bu şekilde sıratı geçer ve cennete girer.”
Suyutî, El-Tikân, 2/339
Rabbim vefat edenlerimize rahmet eylesin.
Bizi de sırât-ı müstakîmden ayırmasın.