Buzdolabından çıkarılmış ve bir kenarda bırakılıp unutulmuş soğuk su şişelerinin üzerindeki damlacıkların birleşip büyüyüp, bir anda kendine yol bulup, akıp kayıp gitmesi gibi bir şey sanırım ayrılık. Aslında önce minik bir damlacıkken henüz, hep orada olacağını sandığımız şeylerin varlığı gibi yani. Bir çeşit bir yanılsama hali. Orada sanırsın; hep orada kalacak hissi uyandırır insanda. Sanki daimi işi, adresi, ikametgâhı orda olmakmış gibi işte. Fakat bir gün ansızın içinde bir bitiş duygusu uyanır. Uzun bir uykudan uyanır gibi, bir türlü hatırlayamadığın bir şeyin aniden aklına düşüvermesi gibi. Bu bitiş hissi, bir hastalığın iyilik hali gibi adeta. Hiç beklemediğin bir anda gelen o iyilik hali. Sanırsın o ağrı sonsuza dek sürecek. Öyle zanneder insan, ona inanır. Büyük bir ağırlığın, öyle hemen umulmadık bir anda kalkabileceğine inanmaz kolay kolay gönül sandukasının üzerinden. Sanki o ağrı göğsünün içerinde kalıcı bir yer edinmiş kendisine, öyle yerleşik, öyle yerel bir aidiyet. Kalbinin varlığını hatırlatır gibi biraz. O orada acıyıp durdukça, kalbinin mevcudiyetini sürekli hatırlamış olacak insan. Belki aksi mümkündür; kimileri varlığını unutup giderler, kalplerinin belki de? Bir gün bıçak gibi kesilmesi o hastalık halinin, iyi gelir insana. Yani galiba iyi gelir; gelebilir…
Kumsaldaki dalgaların gelgitli çekilişleri gibi birinden çekip gitmek. Yavaş yavaş, sessizce. Islak kumların bıraktığı ıslaklık hissinin, şaşırtıcı bir şekilde aynileştirerek, düzelterek gitme hali. Islak kum zemininin mükemmel şekildeki düzgün görüntüsünden bahsediyorum. O gidişin ardında hiçbir kargaşa yokmuş gibi adeta. Sanki dümdüz etmemişçesine, bayram yeri bildiğimiz o şen gönül meydanını. Sahi o kumların alt katmanında da bir rahatlama hali, düzelme-düzelen bir düzen söz konusu mudur?
Gitme hali öyle bir anda oluşamaz diyorlar; yaşam koçlarıydı galiba. Hani o her yerde rastladığımız türden, her derde deva akıl hocaları var ya, sözüm ona. İşte onlardan bahsediyorum. İşte onlar efendim, gidişlerin uzun bir süreçte gerçekleştiğini söylüyorlar, ben onların yalancısıyım. Öyle bir anda vuku bulmazmış aslında. Bir “ben”den gidiş, benlikten, eşten, dosttan, sevdadan, akıldan geçiş. Birçoğunu kendi öz irademizle ve fakat bazılarını farkında olmadan, doğal süreçlerinde bırakıyoruz sonsuzluğa. Kimi ise elimizden akıp giden kum taneleri misali, bizden azade bir biçimde akıp uzaklaşıyor benliğimizden. Bitişine şahitlik etmek kalıyor öylece. O iyilik haline. Belki de bir ayrılık, aslında tam bir kavuşma halidir; bilinmez kim bilir?