– 18 Temmuz 2020 tarihinde memleketi Siirt’te Rahmet-i Rahman’a kavuşan öğretmen yeğenimiz Ramazan Vural’ın aziz hatırasına –
Ramazan seni anlatabilmek mümkün mü? Tebessümünü, sevecenliğini, şakacılığını, çelebiliğini ve kalenderliğini dile getirebilir miyim sanıyorsun? Nerde! Burada karalayacağım birkaç satırla en azından aziz hatıranı yâd etmek ve rahmetle anılmana vesile olabilirsem ne âlâ… Mübarek Üç Aylar’ın isimleri verilmişti siz üç kardeşe. Recep, Şaban abilerinden sonra sen de Ramazan adını almıştın. İyi bir aile, ne güzel isimler vermişti yavrularına. Hazret-i Peygamberin “Çocuklarınıza güzel isim veriniz.” buyruğuna en kâmil manada riayet eden şuurlu bir anne ve baba!
Aileni görmek için koşarak gittiğin memlekette bir gün halı sahada koşarken aniden nefesinin kesildiğini, kalp krizi geçirdiğini ve o anda yere yığılıp emaneti sahibine teslim ettiğini öğrendiğimizde bizim de soluğumuz kesildi, ailece yıkıldık. Hakikaten büyük bir şok oldu bize, sadece bize mi, öncelikle ailene, akrabalarına, hemşehrilerine, talebelerine… Aslında bu ani göçüşünle de herkese dünyanın faniliğini hatırlatmış, anlatmış oldun. Dünya hayatı bu kadardı işte! Bir varsın bir yoksun. Her insanın hayatı bir masal gibi, “Bir varmış, bir yokmuş…” Ama bu oluşlar içinde yaşananlar, yapılan iyi ameller, işlenen hayırlar ve edilen iyilikler kalıyordu geriye. Sen bu konuda imtihanı başarıyla verdin, çok şeyler bıraktın ardında inan… En çok da seni çok seven yüzlerce, binlerce küçük kalp.
Gelişinle bir şölen yaşanırdı evimizde. Sohbetin, şakaların, takılmaların hepsi de güzeldi. Sanırım teyzeni en çok sevindiren anlardı geliş saatlerin. Hele o tarifsiz kahvaltılar… Akşam buluşmaları… Sonra o sıcacık sohbetin… Öğrencilerini anlatırken bir babanın evlatlarından bahsedişi gibi söz ederdin. Eh talihli talebelerin de doğrusu senin gibi ideal bir öğretmene kavuşmuşlar ya çok şanslıydı hepsi de… Nitekim ani ayrılışın, habersiz firakın ve hemencecik yola koyulup gidişin annen, baban ve kardeşlerinden sonra en çok talebelerini hüzne boğmuştu. Haftalarca ağlamış, ardından gözyaşı dökmüşlerdi. Bu habere birden inanamamışlardı ilkin. Yaptığın şakalardan biri saymışlardı belki de. Bir türlü kabullenememiş, inanmak istememişlerdi. Ama gerçeği öğrendiklerinde, mutlak hakikati kabul ettiklerinde bu sefer de gözyaşlarını damla damla içlerine akıtıp dualara başlamışlardı. Zira sen onların derdiyle dertlenen, problemlerini paylaşan ve belki de bazen ailelerinden önce sıkıntılarını çözen müstesna bir öğretmendin.
Şüphesiz İstanbul’da birçok değerli öğretmen daha vardı öğrencilerine hamilik eden, talebeleriyle yakından alakadar olan muallimler. Ama nedense senin tavrın, duruşun ve samimiyetin hemen hissedilirdi. Öğrencilerin bundan dolayı sana bu kadar bağlanmıştı herhâlde. İnancınla onlara en güzel hakikatleri espriler eşliğinde aktarıyordun. Kimya öğretmeniydin, sözlerindeki kuvvetli bileşimler ulvileşiyor ve ağzından çıkıp öğrencilerin yüreklerine akıveriyordu.
Tam 40 yaşındaydın. Bu yaş olgunluğun, kemâlin sınırıydı. Sen de o mükemmelliği üstünde taşıyordun zaten. Kararlı, güler yüzlü, insana emniyet telkin eden bir sima! Bir kısım kişiler, habire gençlerin maneviyattan uzaklaştığını, Z Kuşağı’nın geleneklerinden ve değerlerinden koptuğunu iddia ederken sen bunu kabul etmiyordun. Zira görevini yapıyordun ve bütün kuşakların gönüllerinde taht kurmasını biliyordun. Ara sıra o unutulmaz sohbetlerimizde, moral bozucu bu tür söylentilere kulak asılmaması gerektiğini söylerdin. Yeter ki gençlerle içten bir bağ kurulabilsin. Sen inanıyordun ve imanlı kişilerin çevrelerine de her zaman pozitif enerji yükleyebileceğini düşünüyordun. Büyükler, bilhassa eğitimciler görevlerini hakkıyla yaparsa gençler de sağlam yetişir, inançlı, sorgulayıcı ve mükemmel, topluma hayırlı birer birey olarak yetişirdi. Bu yüzden hiç ümitsiz, moralsiz olmadın. Aksine her zaman insana neşe katan, yüzleri tebessüm ettiren bir hâl içreydin. Esasen dünyanın gelip geçiciliğini o hoş tavırlarınla, ‘boş ver’ deyişinle anlatıyordun.
Yürekli, cesur, vefalı ve güler yüzlü kişiliğini tamamlayan heybetinle, boyun bosunla serhat boylarında düşmanı ürküten bir Mehmetçik edan vardı. Zaten son aldığın botunla da tam bir askere benzemiştin. Ama bir komando veya özel harekâtçı gibiydin. Sanırım zorlukları severdin. Geçmişte, Siirt’in yalçın dağlarında ağabeylerinle avcılık yaptığını biliyordum. Son görüşmemizde bu merakını hatırlayıp sormuştum. “Yok abi, artık ava merakım kalmadı.” demiştin. Zannediyorum ki o zarif ruhuna, naif tabiatına uygun olan yufka yüreğinle ıssız dağ başlarındaki hayvanların da yaşamaya hakları olduğunu, onları avlamamak gerektiğini düşünüyordun.
Yaşıtın ve akraban Kuddusi’den sonra senin de ahirete doğru yol alman düşündürücüydü. Hele vefatından sonra gelen haberler ve yaşarken yaptığın vasiyetler senin aslında bir dünya insanı değil bir ahiret adamı olduğunu gösteriyordu. Zaten bir Allah dostu gibi yaşamıştın. Gardırobundaki o takım elbiselerinin hepsi şimdi ihtiyacı olan genç kardeşlerinin sırtında. Biricik lüksün araban şimdi İslam’a ve Kur’an’a hizmet eden insanların elinde, hareket hâlinde. Ve evin bir medreseye dönüşecek. Orada Kur’an okundukça, zikir yapıldıkça, hizmet edildikçe ve gençler orada ahlakça ve faziletçe yetiştikçe, erdemli birer insan oldukça senin amel defterine sevaplar yazılmaya devam edecek. Acaba bu akıbeti hissettiğin için mi vasiyetini erken yaptın. Allah sana yola erken çıkacağını mı duyurmuştu. Kim bilir!
İnan Ramazan, senden kalan her şey yerini buldu, görevler ifa edildi. Hatta evde bir hobi olarak biriktirdiğin yüzlerce bozuk para bile bir Kur’an Kursu’nun talebelerine harçlık olarak verilmek üzere götürüldü. Düşünebiliyor musun, yüzlerce minik çocuk da bıraktığın sevinci için için yaşadılar. O minik dudaklarıyla sana dua etmişler, Fatihalar okumuşlardır muhakkak. Meğer seni ne çok seven varmış. Binlerce Fatihalar okundu ardından, Yasin-i Şerifler hediye edildi temiz ruhuna. Senin için hatimler indirildi mümin kişiler tarafından…
Geçenlerde okuluna gittik ailece. Enişten ve kardeşim Memduh da vardı, oğlu Bilal de. Bizim Ömer Faruk da bizimle gelmişti. Tatildi, öğrenciler yoktu ama okul yöneticilerine, diğer öğretmenlere ve çalışanlara taziyede bulunduk. Zira bir yuvan da orasıydı. Koca koca adamlar haftalar sonra bile bu acıyı silememişlerdi içlerinden, gözleri nemli, sesleri titrek seni anlattılar. Hele öğrencilerinin yaptığı köşe çok anlamlıydı. Okul avlusunu bir gül bahçesine çevirmişti yavruların. Köşene yaklaşırken bir anda Edirnekapı Şehitliği’ndeki Mehmetçiklerimizin mezarlarını hatırladım. O kutlu kabir köşelerini andırıyordu. Aslında sen de kalbini öğrencilerine adamış bir eğitim şehidi değil miydin? Hüzünlü köşene yaklaştıkça kederimiz arttı. Yetiştirdiğin vefalı öğrenciler âdeta cennetten bir köşe açmışlardı burada. Sevgilerini, çeşit çeşit fotoğraflarını süsleyen çiçeklerle göstermişlerdi. O köşeyi hazırlarken kim bilir ne kadar hıçkırmış, gözyaşı dökmüşlerdi. Bir taraftan hatıralarını paylaşırken bir yandan da rahmet, minnet ve sevgiyle anmışlardı. Sevgi köşeni düzenlerken dersteki konuşmalarını, yaptığın şakaları, muazzam ilgini, büyük sevgini ve olağanüstü çabanı hatırlamış, içli içli ağlamışlardı.
Ağaç dibinde bir küçük bahçe oluşturmuşlardı. Boy boy karanfillerin, güllerin ve envai çeşit, sarı, kırmızı, beyaz çiçeğin süslediği bir kutlu köşe. Tam ortada boydan boya salınan Türk bayrağı, bir kutlu mühür gibi manzarayı tamamlıyordu. Sağdan ve soldan fotoğrafların uzanıyordu tepeye. Önüne bakan, uzağı seyreden, eli yüzünde düşünen boy boy fotoğrafların… Kimisinde durgun hâlin, kimisinde hüzünlü duruşun, kimisinde de neşeli tavrın ve o olağanüstü gülüşünle gelenleri karşılıyordun… Gül yapraklarıyla donatılmış o masanın üstünde yine senin fotoğrafın ve seni sevenlerin incelikli satırlarıyla, melal yüklü cümleleriyle, acı hatıralarıyla donatılmış hatıra defterin… Sana bir şey söyleyeyim mi Ramazan, bedenen aramızdan ayrıldın belki ama seni tanıyan herkesin ama en çok da Şehremini Lisesi’ndeki öğrencilerinin yüreklerinde hâlâ yaşıyorsun. Malum kalp durur, insan hareketsiz olur, gün gelir ölür ve bedeni de toprakta çürür. Ama biliyorsun, inancımıza göre ruhlar bâkidir, yaşıyor. Ruhun dolaşırken arada bir seni çok seven öğrencilerini de görmek için buralara geleceksin değil mi?
Allah’tan gani gani rahmet ve mağfiret diliyorum sana aziz kardeşim, sevgili, kıymetli Ramazan! Ruhun şad, kabrin nur, mekânın cennet, menzilin mübarek, makamın âli olsun. Cennette o çok sevdiğin Hazret-i Peygambere ve diğer mübarek zatlara komşu olasın inşallah. Öncelikle gözyaşları bir pınar gibi akan ve bir türlü dinmeyen şefkat âbidesi aziz babana, tevekkül ve metanet timsali muhterem annene, olgun birer kişiliği temsil eden ağabeylerine, içi yanan ablana ve kardeşine, seni evladı gibi çok seven küçük teyzene, cümle akrabalara, dostlarına, arkadaşlarına ve bütün talebelerine başsağlığı ve sabırlar diliyorum. O’na emanet olasın! Güle güle Ramazan! Biz hakkımızı sana helâl ettik. Sen de haklarını helâl et!