İsimleri Anadolu’da dalga dalga yayılıyor, namları gönüllerde yer ediyordu. Onlar Cumhuriyet devrinin büyük İslam âlimi Bediüzzaman Said Nursi’nin fedakâr talebeleri, Nur’ların çilekeş hizmetkârıydı. Hulusi Yahyagil, Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Tahiri Mutlu, Abdullah Yeğin, Bayram Yüksel, Said Özdemir ve diğerleri…
Mehmed Fırıncı da ismiyle yüzlerde tebessüm, gönüllerde şevk hissi uyandıran mübarek ‘ağabey’lerdendi. Şükürler olsun ki, bu kahramanlar neslinin büyük bir çoğunluğunu dünya gözüyle görmek, tanımak ve hayır dualarını almak nasip oldu. En büyük ortak özellikleri tevazularıydı. Kimseye el öptürmüyorlardı. Musafaha kâfiydi.
1978 yılında memleketten çıkıp İstanbul’a geldim. Çalıştığım gazetede itibarlı olan ‘Üç Mehmed’ten biriydi Fırıncı Ağabey. Diğer ikisi merhum Mehmet Emin Birinci ve Mehmet Kutlular’dı. Üçü de hem İttihad hem de Yeni Asya gazetelerinin kuruluşunda bulunmuşlardı. Ancak kendisi 1990’lı yıllarda Yeni Asya’nın çizgisini doğru bulmayarak bu müesseseden diğer ağabeyler ve yazarlarla birlikte ayrılmıştı. Vefatına kadar İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın Başkanlığı’nı deruhte etti. Sözler Yayınevi, Nesil Yayınları ile Moral FM’in kurucularından oldu.
Ona kısaca “Fırıncı Abi” deniliyordu. Doğrusu ben önce fırıncılık yaptığını, ekmek ürettiğini zannediyordum. Sonra hatıralarından ailece ekmek fırını değil börek fırını sahibi olduklarını öğrenecektim. Süleymaniye ve Fatih’te yerleri varmış. Bir de asıl isminin Mehmet Nuri olduğunu öğrendiğimde sevincim kat be kat artmıştı. Böyle muhterem bir zatın adaşı olmak beni çok mesut etmiş, duygulandırmıştı. Soyadı Güleç. Hani ismiyle müsemma derler ya, sadece benim değil herkesin ittifakla kabul ettiği gibi o hep hakikaten güleçti, güleryüzlüydü, mütebessimdi. Öfkeli hâlini herhâlde hiç kimse görmemiştir. İslam, Kur’an ve Hazret-i Peygamber gibi mukaddesatına saldırıldığında öfkelenmiştir, o kadar. Onun dışında insanlara hep sıcak mesajlar veren, dostluk kuran, gönüller kazanan bir abide şahsiyetti.
Mehmed Fırıncı (Mehmet Nuri Güleç) ağabeyimiz 3 Ekim 2020 Cumartesi günü zatürreden vefat etti. Cenaze namazı, 4 Ekim Pazar Eyüpsultan Camii’nde öğle namazının ardından kılındı ve caminin haziresinde defnedildi. Bir süredir hastanede tedavi altında olan büyüğümüz, Risale-i Nur Külliyatı’nın yurtiçinde ve yurtdışında daha çok tanınması ve okunması için büyük gayretler sarf etmiş, birçok sivil toplum teşkilatında sohbetlerde bulunmuştu. Risalelerin dünya dillerine tercüme edilmesi için de teşviklerde bulunmuştu.
Hayat hikâyesine baktığımızda şunları görürüz: 1928 senesinde Bursa’ya bağlı İnegöl’ün Yenice Müslim köyünde doğdu. Ailesiyle birlikte 1938 yılında henüz 10 yaşındayken İstanbul’a geldi. Bediüzzaman Hazretleri, 1953 yılında onun Fatih Çarşamba’daki evinde üç ay kadar misafir olarak kaldı. Süleymaniye’de Kirazlı Mescit Sokağı 46 Numaralı meşhur medresede Bediüzzaman’ın en has talebelerinden Zübeyir Gündüzalp ile birlikte uzun yıllar kaldı. Ömrünün tamamını Risale-i Nur hizmetlerine adamış bir dava adamı, bir hizmet adamıydı. Eserlerin bilhassa dış dünyada tanıtılması için büyük gayretleri oldu. Bütün mesaisini, Başkanı olduğu İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nda hayırlı hizmetlere ayırmıştı. Yurtiçinden ve yurtdışından gelen misafirlerle, bilhassa gençlerle ilgileniyor, onlara iman hakikatlerini anlatıyordu. Derdi tasası, Risale-i Nur Külliyatını, dünyadaki bütün insanlara tanıtmak ve muhtaç gönüllere ulaştırmaktı.
Bir Müslümanın üstünde taşıması gereken bütün güzel hasletlerin sahibiydi Fırıncı Ağabey. Bilhassa tevazuda âdeta timsal bir şahsiyetti. Devlet adamlarından gençlere ve çocuklara kadar bütün insanlara dostça bakar, kardeşçe yaklaşırdı. Lisan-ı hâliyle herkese mütevazı durmanın, erdemli olmanın yolunu gösterirdi. Haza bir İstanbul Beyefendisiydi. Bir ara çizgisini şaşırmış bir gazeteci, Fırıncı Ağabey’in Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’la yakın bir karesini bulup hakaret etmeye yeltenmişti. 15 Temmuz’dan sonra bu çirkin davranışın bedelini ödedi. Osmanlı şamarının ardından ‘Nur tokadı’ yedi. İhanet örgütüne mensup olduğu için hapse atılıp cezasını çekti.
Hatıraları, eski dönemde yaşananları dile getiriyordu ve esasen belge niteliğindeydi. Geçmişte dindarlara yapılan zulümleri onun hatıralarından anlamak mümkündü. Merhum büyüğümüz, Hazret ile tanışmasının hikâyesini anlatırken şöyle diyordu: “Üstad mesleğimin fırıncı olduğunu öğrenince, şu teşvik edici cümleleri sarf etti: ‘Fırıncılar halkın gıda ihtiyacını karşılamak bakımından çok ehemmiyetli hizmet yapıyorlar. Namazlarını kılmak şartıyla, çalışmaları da aynen ibadettir.’ dedi. “Ben, ‘Efendim, ekmekçi değil, börekçiyim.’ dedim. Hazret-i Üstad, ‘O.. daha iyi’ diye iltifatta bulundular.”
Nerede hayırlı bir hizmet varsa, güzel bir faaliyet görülüyorsa ve dâvet edilmişse mutlaka kırmamış, o mekânları şereflendirmişti Fırıncı Ağabey. Cağaloğlu’nda Bâbıâli Sohbetleri’nde “Hür Adam” filmi hakkında bir toplantı düzenlemiştik. İlk gelenler arasında Fırıncı Abi de vardı. Bir gün Zeytinburnu Belediyesi için hazırladığım “Zeytinburnu’nun Ebedî Sakinleri” programında Eşref Edib’i bize anlattı. Bediüzzaman Sergileri’nin önünde, Risale-i Nur Sempozyumlarının başında yine onu görürdük. 8 Mart 2017 tarihinde Milli Türk Talebe Birliği’ndeki (MTTB) büyük salonda konuşmuş, onu yazar dostlarla birlikte dinlemiş, sohbetten ziyadesiyle istifade etmiştik.
Birkaç yıl önce Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde Salih Tuğ için düzenlediğimiz Saygı Gecesi’ni şereflendirmişti. Prof. Dr. Servet Armağan’ın sohbetini dinlemek için Bâbıâli Sohbetleri’ne de iştirak etmişti. Geçen yıl Yeni Dünya Vakfı’nda, Bediüzzaman Hazretleri’nin vefat yıldönümü dolayısıyla tertip ettiğimiz anma programının başmisafiriydi. O akşam bir konuşma yapmış ve dinleyicilerin gönüllerini fethetmişti. Velhâsıl Fırıncı ağabey, umumiyetle dâvet edildiği nezih mekânlara gider, kimsenin kalbinin kırılmasına izin vermezdi. Rüstempaşa Medresesi’ne Zübeyir Berk’in, Dârüzziyafe’ye de Fatih Kerem’in hatırını kırmamış, mutlu günlerinde gençlerin yanında olmuş, saadetleri için bu tarihî Osmanlı yapılarında dua etmişti. Böyle fevkalâde bir kadirbilirlik hissi içindeydi her zaman. Evet büyük oğlum Fatih Kerem’in üç nikâh şahidinden biri de Fırıncı Ağabey’di. Diğer ikisi kıymetli romancımız Üstün İnanç ve değerli hukukçumuz Necati Demirtaş’tı. Bizim Fatih’teki evimizi de bir gün şereflendirmişti. Gençler evimizde toplanmıştı. Zil çaldı, kapıyı açtım. Bir de baktım ki Başar Say dostumuz, Fırıncı Ağabey’i de alıp gelmemiş mi? O akşam ne kadar çok sevinmiş, nasıl bahtiyar olmuştum tarif edemem.
15 TEMMUZ’DAKİ DİK DURUŞU
Fırıncı Ağabey’in belki de beni en çok etkileyen davranışı, ihanet hareketi FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’daki kanlı işgal ve darbe teşebbüsü üzerine en ön saflarda bulunması, gençlere örnek olması ve ülkemizin bekası için gösterdiği azami hassasiyetti. Celaletini, cesaretini, kahramanlığını o sıralarda hakkalyakin görmüştük. İstiklal, Demokrasi ve Vatan Nöbetleri’nde Saraçhane’de, İstanbul Büyükşehir Belediye binasının önünde her akşam mukaddes nöbet tuttuğunu duyuyor, görüyordum. Biz de ailece gerek Vatan Caddesi’nde, gerekse diğer yerlerde benzer mitinglere iştirak ediyorduk.
Bir akşam İstanbul Büyükşehir Belediyesi önündeki topluluğa karıştım. Büyük bir kalabalık, belediyenin önünü doldurmuştu. Baktım Fırıncı Ağabey, en önde nöbet tutmuyor mu? O anda gözlerim yaşardı. 90 küsur yaşında bir büyüğümüz gelmiş, İslam’ı kullanan şer odağına karşı asker gibi nöbet tutuyordu. İhanet örgütüne karşı Devletinin yanında, milleti ve ümmetiyle beraberdi. Şanlı Türk bayrağının gölgesinde, on binlerce vatandaşıyla birlikte gece sabahlara kadar nöbet beklemişti. Ayakta yorulduğunda getirtilen bir iskemleye oturmuştu. O akşam Belediyede basın müşaviri olan arkadaşım Hüseyin Sarıkoç ile görüştüğümde, “Fırıncı Abi her akşam bizimle beraber. Allah kendisinden razı olsun. Bizi hiç yalnız bırakmadı. Sabahlara kadar nöbette.” demişti. O, dışarıdaki düşmanlarımız ve içerideki ihanet örgütüne karşı direnen aziz milletimizin öncü şahsiyetlerindendi. Hisleriyle, sözleriyle, duruşuyla safını belirlemişti. Televizyonlarda yaptığı konuşmalarda da, gazetelere yaptığı açıklamalarda da bu düşüncelerini açıkça ve cesaretle söylüyordu. Mehmed Fırıncı ağabey İslam’ın ‘güleryüz’ü, Türkiye’nin mütebessim çehresiydi. İnsana değer veren, küçük büyük ayırımı yapmayan ve tevazuuyla herkese, hepimize örnek olan bir ahlak, fazilet ve erdem adamıydı, vefa timsaliydi.
Vefatından sonra cenaze namazı için ruhaniyetli mabetlerimizden Eyüpsultan Camii’ne gittiğimizde avlunun lebalep ağzına kadar dolduğunu gördüm. Seveni çoktu. Başta Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere pek çok yetkili vefatına çok üzülmüştü. Cenaze namazında İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’yu gördüm. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın kıldırdığı cenaze namazında helâllik istendi ve verildi. Tabutu o büyük kalabalıkta âdeta parmak uçlarıyla taşındı. Mübarek na’şı, Eba Eyyüb’el Ensari Hazretleri’nin komşusu olarak hazireye defnedildi. İnşallah diğer mübarek zatlarla birlikte cennette de Hazret-i Peygamber’e komşu olurlar. Destansı bir hayatı yaşayan büyüğümüz, ömrünü hayırlı hizmetlerle tamamladı. Merhumun vefatından önce kendi mezar yeri ile ilgili anlattığı çok manidar ve ilgi çekici bir hatırası vardır, şöyle ki:
“Ben kendim için Eyüp Sultan kabristanlığında bir mezar yeri almıştım. Vefat eden bir ağabeyimize (üstadın yeğeni Suat Ünlükul’a) yer bulunamayınca bağışladım. Daha sonra yine bir yer nasip oldu ve onu da aldım. Bir müddet sonra onu da yine bir ağabeyimize bağışladım. Şimdi bakıyorum ki, Eyüp Sultan mezarlığında bana hiç yer kalmamış.” deyip tebessüm etmiş. Ne var ki, Cumhurbaşkanımız, vefat haberini alır almaz ağabeyimizin Eyüp Sultan Haziresi’nde defnedilmesi talimatını vermişti. Arzusu gerçekleşmiş, sevdiği topraklarda toprağa verilmişti.
Yeni Dünya Vakfı’nda düzenlediğimiz “Bâbıâli Enderun Sohbetleri”nde bu yıl, Bediüzzaman Said Nursi’yi vefatının 60. Senesi münasebetiyle yâd edecektik. Tabii ki baş konuşmacımız yine merhum ağabeyimiz olacaktı. Ancak malum koronavirüs salgını başlayınca 12 Mart’ta son toplantımızı yapıp ara verdik ve dolayısıyla o toplantıyı yapmak nasip olmadı.
Şüphesiz ahir ömründe aldığı en büyük müjde, 86 yıldır açılışı beklenen Ayasofya’nın yeniden mabede dönüştürülmesi, cami yapılması ve ibadete açılmasıydı. Zannımca buna en çok sevinenlerden biri de Fırıncı Ağabey olmuştu. Nitekim Cumhurbaşkanı, karar kesinleştikten sonra öncelikle iki kişiyi aramıştı. İkisi de Bediüzzaman Hazretlerinin yaşayan iki talebesiydi. Biri Mehmed Fırıncı, diğeri de Hüsnü Bayramoğlu idi. Yazımızı, merhumun yaşadığı bir nükte ile tamamlayalım:
Çantacı Necmi abi ismiyle maruf büyüğümüz ile Mehmed Fırıncı abi bir araya gelmişler. İyi ki arkadaşlar o sohbeti, videoya kaydetmiş. Necmi abi zaten dünya tatlısı, şakacı bir insan. Fırıncı abi de keza nüktedan ve hoşsohbet. Konuşmalarını büyük bir heyecan ve sürurla dinledim. O küçük sohbette Necmi abi söze başlıyor ve cemaate hitaben diyor ki:
“Efendim ben 1938 doğumluyum Yani 80 yaşına girdim. Fırıncı abi 1928 doğumlu yani 90 yaşında deyince Fırıncı abi hemen itiraz ediyor: “Yok ya! 87” Çantacı abi bu sefer “O zaman ben de 80 olmadım.” Sonra Fırıncı abi o gülümser çehresiyle anlatmaya başlıyor: “Bazen 50-60 yaşlarında çok dökülmüş, perişan olmuş kişileri görüyorum. Onlara acıyorum ve diyorum ki: Demek ki ilerde ihtiyarlayınca ben de bunlar gibi olacağım.” Tabii cemaatten gülme sesleri geliyor.
92 yıllık ömrünü kutlu bir hizmete, güzel bir davaya ve mübarek ideallere adamıştı. Basında ve internet dünyasında pek çok yazı yazıldı ardından. Herkes tarafından güzellikle, hayırla, iyilikle yâd edildi, ediliyor. İnşallah yol arkadaşları, gönül dostları onun için güzel bir anma kitabı hazırlar ve kaleme alınan bu yazıları toplu olarak bir araya getirirler. Bu eser sayesinde gelecek nesillere bir efsane adamın hayatı, hatıraları ve hizmetleri aktarılmış olur.
Nur yüzlü, mübarek bir mümindi. Onu çok özleyeceğiz. Kendisine Cenabı Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı âli olsun. Bütün sevenlerine başsağlığı ve sabırlar temenni ediyorum.