• İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
    İdeali Olan İnsanlar İddialı Olmalıdır
  • Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
    Aydil Erol: “Dostların Hasını Gördüm”
  • İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
    İstanbul’un En Büyük Kütüphanesi Rami’de Açılıyor
  • Nâzım Tektaş ile Mülakat
    Nâzım Tektaş ile Mülakat
  • Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
    Muaz Ergü’nün Mehmet Nuri Yardım ile Mülakatı
  • Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
    Ahmet Efe: “Sanatta Asıl olan İnançtır”
  • Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
    Hüseyin Kutlu: “Yazı Sanatımıza Ciddi Bir Alaka Var”
  • İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
    İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
  • İhsan Kurt ile Mülakat  
    İhsan Kurt ile Mülakat  
  • Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)
    Muzaffer Deligöz ile Mülakat (1)

YAZARLARIMIZ

Mehmet Nuri Yardım
Mehmet Nuri Yardım
Eklenme Tarihi: 16 Şubat 2021, Salı 03:05 - Son Güncelleme: 16 Şubat 2021 Salı, 03:09
Font1 Font2 Font3 Font4
Dede Korkut ve Osman Hoca’nın İlginç Rüyası

 

 

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okurken şükürler olsun ki dünya çapında kıymetli hocalarımız oldu. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ndeki o hocalar öğretmekten zevk alan, öğrencilerine emanet gözüyle bakan müstesna ilim adamlarıydı. Mehmet Kaplan, Muharrem Ergin ve Faruk Kadri Timurtaş başta olmak üzere o mümtaz hocalarımızın çoğu fani dünyadan beka âlemine göçtü. Ama eserleriyle ve yetiştirdikleri talebelerle yaşamaya devam ediyorlar.

 

O güzide hocalarımızdan -Allah uzun ve sağlıklı ömür versin- biri de Prof. Dr. Osman Fikri Sertakaya’dır. Osman Hocamız, bölüm koridorlarında konuştuğumuz ve amfilerde dikkatle dinlediğimiz değerli muallimimizdi. Uzun yıllar Türkiye’de Türkoloji çalışmalarının merkezi ve kalbi olan Millî ve Milletlerarası Türkoloji Kongre’lerinin Muharrem Hoca ile birlikte iki mimarından biriydi, önce Genel Sekreteri, sonra da Genel Başkanı oldu. Sosyal medya hesabı bulunan ve burada öğrencilerine birikimini aktarmaya devam eden aziz hocamızın bugünlerde bir eseri çıktı. Bilge Kültür Sanat Yayıncılık’tan kültür hayatımızın istifadesine sunulan eserin ismi, Dede Korkut Kitabı Üzerine Araştırmalar ve İncelemeler. Güzel bir resimle süslenen kapakta Dede Korkut konuşuyor: “Sarı giyimli Selcen Hatun Kanturalı’ya demiş: / Tartanda bir ok-ile (yiğit seni) namlar idüm / Demrensüz (bir) ok ile yiğit seni sınar idüm”

 

Osman Hocamız, vefalı duruşuyla bize örnek oluyor: Eseri üç hocası Ahmet Caferoğlu, Orhan Şaik Gökyay ve Muharrem Ergin’in aziz hatırasına ithaf etmiş. Takdimde, 2006 yılında yayımladığı Dede Korkut Kitabı Dresden Nüshasının “Giriş” Bölümü adlı eserinin sunuşuna yönlendiriyor ve orada Dede Korkut ile tanışmasının ilgi çekici hikâyesini bize anlatıyor, okuyalım:

 

“Dede Korkut hikâyeleri ile ilk tanışmam, 50’li yılların başlarında, daha ilkokula başlamadan önce kız kardeşim Oya ile birlikte, Kerkük göçmeni olan anneannemden dinlediğimiz Depegöz hikâyesinin Türkmencesi ile başladı. Dede Korkut hikâyeleri ile ikinci olarak orta öğretimde okuduğumuz Nihad Sâmi Banarlı’nın edebiyat kitabında karşılaştım. Yardımcı kitabımız da Suat Hizarcı (Cevdet Kudret)’in Varlık Yayınları arasında çıkan Dede Korkut Kitabı adlı küçük boy çalışması idi. Dede Korkut hikâyeleri ile üçüncü buluşmam ise üniversite ikinci sınıfta oldu. Hocamız Muharrem Ergin, üzerinde doktora çalışması yaptığı bu metni bize ders olarak okuttu. Dolayısıyla ben Dede Korkut’u hocam Muharrem Ergin’den öğrendim diyebilirim.”

 

Hepimizin Dede Korkut ile tanışmasının bir hikâyesi olabilir ama Hocanın asıl bundan sonra anlatacağı ve üstleneceği önemli misyona kulak vermeli ve can kulağıyla dinlemeliyiz: “Uzun meslekî yıllardan sonra ilmî çalışmalarını 80’li yılların ortalarında tamamlayan hocam Muharrem Ergin, bir gün beni çağırarak bana vasiyette bulundu. Önce Dede Korkut’un kendi kitabında yayımladığı yazmaların fotoğraflarını ‘Bu fotoğrafları Dresden’den Ahmet Caferoğlu hocamız almıştı. Bana o verdi. Ben de kitabımda yayımladım. Şimdi ben de bu fotoğrafları sana veriyorum. Bu da Ettore Rossi’nin bana gönderdiği Vatikan yazmasının fotoğraflarıdır.” diyerek bana verdi. Yine kendi doktora tezinin transkripsiyonunun el yazılı orijinallerini de verip “Düşündüğün Türkoloji Müzesi’ni bir gün kurarsan, bu metni de müzeye koyarsın.’ dedi ve ilave etti. “Dede Korkut mühim metindir. Bundan sonraki çalışmalara sen de katılmalısın.”

 

Osman Hocamız, bu tavsiye ve vasiyetten sonra Dede Korkut üzerine araştırma ve incelemeler hazırlamaya başlar. Kitaptaki ilk makale: “Dede Korkut Kitabı’nın Vatikan Nüshasının Latince, Arapça, Farsça ve Türkçe Metin Dışı Kayıtları”. Aziz hocamızın bir Türkçe uzmanı olarak bu konulara vâkıf olduğu zaten biliniyor. Bana asıl dikkat çekici gelen husus şudur ki, Caferoğlu’ndan Dede Korkut emanetini alan Muharrem Hocamız bu yadigârı kime teslim edeceğini biliyor. Onlarca uzman arasından Osman Hocayı seçiyor ve bu kutlu görevi ona veriyor. Şairimiz diyor ya: “Bir meşaledir devredilir elden ele.”

 

 

GÖRÜLMEMİŞ RÜYALAR

 

Eserin 18. Bölümünde “Görülmemiş Rüyalar” başlığı dikkatimi çekiyor. Bu ilgi çekici kısım, bir rüya meselesini anlatıyor. Giriş kısmı şöyle:

 

“Kalın oğuzun hanımları, begleri, kızları ve yiğitleri!

 

Ölmüşüm! Bir melek elimden tuttu ve beni iki kapının önüne getirdi. Sağdaki kapının önünde güler yüzlü heybetli bir melek, soldaki kapının önünde korkunç yüzlü heybetli bir melek vardı. Beni götüren meleğe ‘Bu melekler kimlerdir? Adları nedir?’ diye sordum. Melek; ‘Sağdaki meleğin adı Rızvan, soldaki meleğin adı ise Mâlik’tir. Sen Rızvan’ın kapısından gireceksin. Seni içeride karşılayacaklar.’ diye cevap verdi.”

 

Hayatımda okuduğum en güzel rüyalardan biri Osman Hocamızın bu gerçeğe yakın düşü. Türkoloji dünyasının dev isimlerinin yâd edildiği rüyayı seyretmeye devam ediyoruz:

 

“Sağ yönümde oturanlara baktım. Türkiye’nin Dede Korkut araştırıcıları başta Kilisli Rifat olmak üzere Mehmed Fuad Köprülü, Ahmet Caferoğlu, Orhan Şâik Gökyay, Muharrem Ergin, Faruk Sümer, Bahaeddin Ögel, Cahit Öztelli, Aydın Oy ve diğer Korkutşinaslar, sıra ile, oturuyorlardı. Orhan Şâik Gökyay ile Muharrem Ergin’i el ele görünce şad oldum. Hocam Ahmet Caferoğlu’nun ise, bana bakarken gözlerinin bebeği gülüyordu.

 

Sol yönümde oturanlara baktım. Ne göreyim. Azerbaycan’ın Dede Korkut araştırıcıları başta Emin Abid olmak üzere E. M. Demircizade, Hamit Araslı, Abbas Zamanov, Şamil Allahverdi Cemşidov, Ferhad Ramazanoğlu Zeynalov, Samet Elizade, Aydın Mirsalehoğlu Memmedov ve yanında Tatar Türklerinden Ethem Rahîmoğlu Tenişev, Türkmen  Türklerinden Halık Guseynoviç Köroğlu ve Ahmet Bekmuradov, Kazak  Türklerinde Ebubekir Diyaveiç Divayev ile  diğer Korkutşinaslar, sıra ile, oturuyorlardı. Aydınımla göz göze geldik. O beni gördü, güldü. Ben onu gördüm, ağladım.

 

Artık önümde ak sakallı ve nur yüzlü bir kişi, Dedem Korkut kalmıştı. Oğuz töresince sağ dizimi dokuz kere yere vurarak selam verdim, baş eğdim. Dedem Korkut gelip elimi tuttu. Beni yerden kaldırdı ve ‘Hoş gledin Oğlum Osman, safa geldin’ dedi.

 

Dedem Korkut’un arkasında yere şâmî günlük dikilmiş, göğe ala sayvan asanmış idi. Bin yerde ipek halıca döşenmiş, kürsiler konulmuş idi. Ortada, büyük bir taht üzerinde Hanlar Hanı Bayandar Han oturuyordu.  Sağ yanındaki tahtlarda Salur Kazan ile Burla Hatun sol yanındaki tahtlarda Derse Han ile Derse Hanun Hatunı oturuyorlardı.

 

Derse Han ile Hatunu’nun arkasında Boğaç Han ile Kanturalı, Bayandar Han’ın arkasında Bamsı Beyrek, Salur Kazan ile Burla Hatun’un arkasında Kıyan Selçük ile kardeşi Kıyan Busat vardı. Onların arkasında Bay Bora, Bay Biçen, Kazılık Koca, Aruz Koca, Yanglu Koca, Yapağılı Koca, onların arkasında Kara Güne, Kara Budak, kulağı altın küpeli Yegenek, ve Oğuz’un delileri olan Deli Domrul ile Deli Dondar, onların arkasında Banı Çiçek, Sarı donlu Selcen Hatun, Kısırca Yenge, Boğazca Fatma başta olmak üzere kırk ince belli kız, onların arkasında İç Oğuz’un ve Taş Oğuz’un hanımları, begleri, kızları, yiğitleri saf tutmuşlar idi.”

 

Osman Hocamız rüya görmüyor, âdeta Türk tarihini bir boydan bir boya gezip dolaşıyor. İsmi zikredilenler bizim unutulmaz yiğitlerimiz, vazgeçilmez kahramanlarımız.

 

Metnin devamında daha pek çok isim var. Sadece bu rüya için bile olsa bu eser alınır, okunur.

 

Sonlara doğru Osman Hocamız Dede Korkut’un huzuruna varır ve bundan sonrasını yine ondan dinleyelim:

 

“Dedem Korkut’un elini öpüp, hayır duasını aldım. Geri geri gidip yere dokuz kez diz vurdum. Kendi kendime, Beyrek ağzı ile, ‘Düğünümüz kutlu olsun! Düğümüz kutlu olsun.’ diyordum.”

 

Eh ne kadar güzel olursa olsun her rüyanın bir sonu vardır. Uyanırsınız, gözlerini yeniden kapayıp rüyaya devam etmek istersiniz ama artık nihayete ulaşmışsınız. Osman Hocamız da nitekim bunu anlatıyor daha sonra:

 

“Eşim Ayşe Gül’ün sağ omuzumu tutup beni sarstığını hissettim. Bana ‘bunca yıl uykunda hiç konuşmadın. Şimdi kendi kendine konuşuyor, ‘düğünümüz kutlu olsun! düğünümüz kutlu olsun!’ diyip duruyorsun. Hayırlar ola!’ dediğini duydum. Ben de ‘düşümde Dedem Korkut ile konuştum’ diye cevap verip rüyamın devamını görmek üzere tekrar uyumuşum.”

 

Rüyanın devamını söylemeyeceğim, sizi biraz da merakta bırakmak istiyorum aziz okuyucular. Eseri alıp okumanızı istediğim için teferruata girmiyorum. Sadece şu kadarını söyleyeyim ki aziz hocam Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya, bu rüyasını Bakü’de III. Uluslararası Dede Korkut Kolokyumu’nun Açılış Töreni’nde, Slayvan Üniversitesinin konferans salonunda bulunan ‘kalın Oğuzun hanımları, begleri, yiğitleri, kızları’na hitaben anlatıyor. Tarih ise 20 Haziran 2009. 

 

Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya Hocamızdan çok konuşulacak bir eser daha geliyor. Türkiye’mizde ve belki de dünyada herkesi ilgilendirecek bu kitabın doğumu pek yakın. Takipteyim aziz okuyucular ve inşallah o müjdeyi -kısmetse- size önce ben vereceğim.


» YAZARIN DİĞER YAZILARI


BU YAZIYLA İLGİLİ YORUM YAZIN