Daha önce sokakta çok az duyduğum çocuk çığlıkları perde perde yükselmeye başladı yine. Sevinç çığlıkları, mutluluk sesleri bunlar… Sokakta oynayan çocuklarımızın haykırması, bağırması, seslenmesi ama hepsi de kuş cıvıltısı gibi sevimli sesler… Hayatı bize hatırlatan küçük ve anlamlı ses parçaları…
Geleceğin büyüğü olacak küçük çocuklar… Sokağımızda gün boyu oynuyorlar. Onların sesleri bana hayatı hatırlatıyor. Sevgiyi, umudu, geleceği muştuluyor. Herkesin hastalıklardan, hastanelerden, mikroptan, salgından bahsettiği bugünlerde bir şifa gibi, bir derman misali geliyor gerçekten bu sesler… Bırakalım çocuklar çığlıklarını özgürce atıversin, kime ne zararları var? Ara sıra pencereyi açıp onları seyrediyorum. Ne güzeller! Hiçbir şeyin farkında değiller üstelik. Ne pandemi onları endişelendiriyor, ne hayat pahalılığı, ne Akdeniz’deki sessiz ve ürkütücü bekleyiş, ne Kafkaslar’daki savaş hâli, ne de okulların kapalı oluşu… Bütün dünyaları o anki oyunları… Ne dünden yana dertleri var, ne de yarına dair korkuları… Serapa saadet devrini yaşıyorlar.
Geçenlerde çocuklar yine keyiflerince oynarken hoyrat ve iğreti bir ses duyuldu. Bir erkeğin bet nağrasıydı bu: “Çocuklar susun!” Bu gereksiz, anlamsız, zevksiz, sevimsiz müdahale üzerine kısa bir durgunluk oldu, ses seda kesildi. Hayat, fetrete girdi sanki. Ben olacakları heyecanla bekliyorum. Bir çocuk kibarca, edeplice ve terbiyeli şekilde cevap verdi: “Peki amca!” Hemen ardından aynı neşve, aynı coşku, aynı heyecan… Durduramazsınız ki, bu ses çağlayanını… Çocuk bu, dinler mi… Durabilir, susabilir mi? Kendi kendime tebessüm ettim. Çocuklar kazanmış, adam hüsrana uğramıştı. Belli ki sineye çekmişti. Kim bilir belki de yaptığından utanmıştı. Düşünüyorum da, çocuklar ne kadar şanslı. Ne kadar bahtlı bir devir yaşıyor balalar. Her biri ayrı bir rüyanın içinde sanki. Dış dünyanın hoyratlıkları, zorbalıkları, kötülükleri onları hiç mi hiç ilgilendirmiyor.
İnsan çocuk çığlıklarını duyunca ister istemez çocukluk âlemine dalıyor bir an. Yaşadığımız o mutlu dönemi hepimiz hatırlamak istemez miyiz? Belki oyunlar farklılaşmış, şekilleri değişmiş ama çocukluk aynı işte, hiç değişmiyor. Sadece oyun araçları, gereçleri farklılaşıyor belki. Ama galiba yarım yüzyıldır Türkiye’de değişmeyen tek nesne top. Meşin topla oynamak… Biz de oynardık 1970’lerde ama tabii ucuz, rengârenk ve naylon toplarla… Aradan yarım asır geçti hâlâ top oynanıyor. Başat oyun demek ki. Sonra diğerleri geliyor. Bir de unutulan oyunlar var tabii. Keşke birileri o eski oyunları da bugünkü çocuklara hatırlatsa… Birdirbir, yakan top, atlamaca ve daha niceleri…
Galiba sosyal hayat, kültürel değerlerimizi öğüttüğü gibi eski çocukluk oyunlarını da kısmen unutturdu bize. Bu konuda araştırmacılara görev düşüyor: Eski oyunları araştırmak ve onları bugüne taşımak gerek. Belki belgelik filmler bile yapılabilir. Hatta sinemaya ve tiyatroya ilham kaynağı olabilir. Bütün bunlar doğru da ama o oyunlar artık yeniden oynanamaz ki… Yine de Anadolu’nun ücra köy ve kasabalarında çocuklarımız kim bilir belki de unutuldu zannettiğimiz oyunları, en coşkulu hâlleriyle ve kan ter içinde oynuyorlardır.
İster eski isterse yeni oyun fark etmez. Oyun olsun yeter ki… Çocukların ilgisini çekecek oyunlar bulunsun ortada. Ve sokakları neşeye boğacak sesleri duyulsun çocuklarımızın. Sokağında çocukların oynamadığı sokaklar neye yarar sanki? Sadece geçip gitmek ve arabayı park etmek için mi bu uzun yollar… Hayır değil elbette. Hayatın cilvesini katmak gerek sokaklara. Bugün için görebildiğim, tek tük geçen seyyar satıcılar hayatı hatırlatıyor bize bir de çocuklar. Pencereden pencereye kadınların seslendiği “Huuu komşu!” dönemleri bitti artık. Sadece arada bir çocuklarına seslenen anne sesleri duyuluyor. Yaşasın seyyar satıcılar, var olsun çocuklarımız…
Sultan Beşinci Mehmed Reşad, vefatından önce Eyüpsultan’da daha önce inşa ettirdiği türbesinin yanına bir mektep yaptırır. Haliç kıyısında mükemmel bir türbe ve yanı başında çocukların devam edeceği bir okul. Rivayet ederler ki Sultan Reşad, su ve çocuk seslerini çok severmiş ve yakınlarına, “Ebedî uykumu su ve çocuk sesi duyarak uyumak isterim.” demiş. 1844 yılında doğan padişah efendimiz, 3 Temmuz 1918 tarihinden bu yana tam 102 yıldır Eyüpsultan’daki türbesinde, kuş sesleri ve çocuk çığlıklarını dinleyerek ebedî uykusunu uyuyor.
Her gün süren ve hiç bitmeyecek muhteşem bir senfonidir çocuk çığlıkları… Varsın biraz gürültü yapsın minikler, varsın dikkatiniz dağılsın azıcık büyükler! Ama kesmeyin çocuk çığlıklarını… Hayatın neşesini bozmayın sakın, güneşin ışıklarını kararmayın. Görmüyor musunuz, çocuklar ve sokaklar birbirlerine ne kadar yakışıyor? Birbirlerini sevenleri ayırmayın. Sokaklar mahzun ve ıssız kalmasın, çocuklar da oyunsuz ve neşesiz… Sokaklar hayat dolu olsun daima. Bu hepimiz için daha iyi olur, inanın…