Sana derler ki sînesin
Yar yüzüne âyinesin
“Küntü kenz”e hazinesin
Bilmem ki sen nesin gönül
Diye başlar gönül ile söyleşmeye Hak âşıklarından Osman Hulûsi Efendi. Sînede taşıdığımız hazineye, gönle seslenir. Ey gönül, sen öyle sîne deyip geçilecek bir varlık değilsin. Çok kıymetlisin. Öyle ki Yar’in yüzüne âyine sensin. Hakk’ın âşıkları Cemâl’in güzelliğini sende seyreder. Sen o güzelliğe ayna olacak değerde, parlaklıkta, göz kamaştırıcı tezyînattasın.
Vaktiyle Şeyh Galip muhteremin, Divan şiirinin son muhteşem kaleminin de veciz bir şekilde bir beytinde ifade ettiği gibi:
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
dediği gibi… Ey insan, sen âlemin, kâinâtın özüsün. Kıymetini bil, zâtına hoşça bak. Bu kâinâtın, âlemlerin gözbebeği olan âdemsin sen.
Şöyle devam ediyor âşık: Sen “ Küntü kenz”e hazinesin. “Küntü kenz” ifadesi, bir kudsî hadise işaret eder. “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim.” der Rabbimiz. İşte bu sır, bu hazine, müminin kalbinde gizlidir. İşte gönül, böyle bir sırra, hazineye ev sahipliği yapar âdetâ. Cilalanmış kalplerde, aşk ile temizlenmiş gönüllerde bu hazinenin pırıltıları görülür.
Şeyh Hamid-i Velî’nin, daha yaygın bilinen adı ile Somuncu Baba’nın torunlarından olan Osman Hulûsî Efendi Dîvanı’ndan bu mısralar… Divan şiirinin 20. yüzyıldaki örneklerinden olan Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî adlı eserindeki gazel, ilahi, kaside, rübâî türlerinden şiirleriyle; mutasavvıf, şair kişiliğini tanıyoruz Osman Hulûsî Efendi ‘nin.
Somuncu Baba’nın, gönüller sultanı atasının dedesinin izinden gidip kendini insanlığa hizmete vakfetmiştir Hulûsî Efendi. Yazdıklarıyla, mektupları, şiirleriyle; örnek ahlâkıyla, gerçek tasavvufun, insanlığa hizmet olduğunu göstermiştir.
Şimdi, bize bizi anlatan, varlığımızdaki insan cevherini farkettirip yücelere taşımayı murad eden şiirinin mısralarından feyz almaya devam edelim.
Gâh Tanrı’nın has kulusun
Gâh mâsivâlar dolusun
Gâh uslusun gâh delisin
Bilmem ki sen nesin gönül
Gönül değişken bir varlık. Bir bakıyoruz mâsivâ ile yani dünyevî hevesler, hırslar ile dolup taşıyor. Hakiki mânâsını unutuveriyor. Bir de bakıyoruz, ulvî mânâlara dalıp has kullardan bir kul oluyor. Koca derviş Yunus’un da ilahisinde dediği gibi:
Hak bir gönül verdi bana
Ha demeden hayran olur
Bir dem gelir şâdân olur
Bir dem gelir giryân olur
Bir dem geliyor şâd olup neşe ile doluyor, bir dem geliyor gözleri yaşlı bir hüzün timsâli oluyor insan. Yunus’un da nice Hak âşığı gibi hassas bir kalbi var. Rikkatle, incelikle, kâinâttaki her hâle hayran olup mest ü hayrân dolaşıp duruyor.
Derler ki “kalp” kelimesi, “inkılâb”, yani değişmeyi ihtiva eder. Hâlden hâle dönüşen, inkılâb edendir kalp. Gâh uslu gâh deli oluşu ondandır zâhir. “Bilmem ki sen nesin gönül “ der şair. Bu sırrı çözmenin yolunda şaşkın, hayrân kalıverir.
Gâh müşgîn zülfe bestesin
Gâh gonca-i gül- destesin
Gâh ümîdsiz bir hastasın
Bilmem ki sen nesin gönül
Mecâzî aşka dalan gönül, misk kokulu zülfe bağlanır. Onun peşinden zincire vurulmuş köle gibi gezer. Gâh kendisi, bir gül destesinin goncası olur. Vakt gelir de ümitsiz bir hasta oluverir. Tâkâtinden birer birer düşer, mecalsiz kalır. Âh sen hangisisin gönül?
Şahbâz-ı Kudse lânesin
Şem´-i ruha pervanesin
Bir âşık-ı dîvânesin
Bilmem ki sen nesin gönül
Sen o mukaddes, mübarek, kutlu kuşa bir yuvasın. Ona mekan, mesken, yuva sensin. Ruhun ateşi etrafında dönen pervanesin. Dîvâneler dîvânesi bir âşıksın. Âh gönül! Bilmem ki sen hakikatte nesin? Bir sır, bir güzellik, bir tükenmez hazinesin… Biz dahî sırrına erenlerden olmak dileriz.
Vesselâm.