İnsanlık tarihinin başından beri bireysel ve toplumsal olarak insanlara zararı olan, hâttâ felakete sürükleyen duygu ve hâsılında davranış olarak tezahür eden bir kavramdan bahsetmek istiyorum. Tabiî ki bu olumsuz duygu ve eylem yüzlerce binlerce kez karşımıza çıkmış, anlatılmış, yazılmış, çizilmiştir. İslam literatürüne göre nefsî, bilimsel tabirle psikolojik bir hastalık diyebileceğimiz bu kavram ne kadar çok olumsuz olarak nitelendirilmişse de insan ve insanlığın sorunu olmaya devam etmiş, insanlar bu kerih duygudan kurtulamamıştır. Geçmişten beri her toplumda olduğu gibi içinde yaşadığımız yüzyılda da bireysel kişilik problemleri oluşturan, toplumsal ve sosyal birliğin, beraberliğin, dostluğun, kardeşliğin, hısım-akrabalığın bağlarını zedeleyen, koparan hâttâ bireyleri ve toplumları düşman ederek birbirlerini yok etmeye kadar götüren bu duygu ve davranış kibirden başka bir şey değildir.
Kibir sözlük anlamı olarak; kendini herkesten üstün görme, büyüklenme, gururlanma anlamlarına gelir. Belki de sebebiyet verdiği onca olumsuzluk ve zarardan, hâttâ "El-Mütekebbir" olan Allah'ın cc. yalnız kendine has bu sıfatına göz dikmekten dolayı olmalıdır ki, Allah'ın cc. hoş görmediği, yasakladığı bir davranıştır.
Hiçbir hâliyle kendine yetemeyen, istemsiz olarak acıkan, susayan, hastalanan, engelleyemediği ihtiyaçları hâsıl olan, her yönüyle aciz ve muhtaç olan insanın büyüklenmesi, üstünlük taslaması kadar anlamsız ve yersiz bir davranış da yoktur aslında…
Allah cc. sahip olduğu birçok sıfatının cüz-îsini insana da vermiştir. Bunlar sevgi, şefkat, merhamet, rahmet, koruma, gözetme vb. gibi sıfatlardır. Ama "Mütekebbir" sıfatı yalnızca O'na aittir. Ekber olan, en büyük olan yalnızca O'dur. İşte insan bütün acizliklerine rağmen büyüklenerek tek Allah'a ait olan bu sıfata meyletmektedir.
İnsanı kibre iten muhtaçlığını kabullenememesi, acizliğini bastırma hissidir. Kişinin kibirlendiği unsurlar; zenginlik, soy, asâlet, evlat, ırk, güzellik, makam, mevki, servet, şöhret, ilim, ibadet gibi çok çeşitlidir. Kişiyi kendini üstün görme, hakka razı olmama, insanları küçümseme, aşağılama, zulmetme gibi davranışların yanında Allah'ın cc. bütün emirlerine karşı çıkmaya kadar götürür.
Bu denli kötü olan kibrin etki zincirini şöyle sıralayabiliriz:
Kibrin en büyük zararı bu duygu ve davranışın sahibinedir, yani kişinin kendisine… Kibirli insanın iç huzuru yoktur. Davranışlarıyla insanlara zarar verdiği zulmettiği için vicdanıyla sürekli çatışma halindedir. Üstün görünmek için sürekli yeni doneler bulmak zorundadır. Bu da insanı yalana ve bir çok kötülüğe sevk eder.
Kibirli kişi üstünlük duygusuyla aile fertlerini yönetme isteği duyar. Bu da aile içi huzursuzluğa, geçimsizliğe sebep olur.
Ben merkezli davranış arkadaşlık, komşuluk ve akrabalalık ilişkilerinde olumsuzluğa sebep olur. Büyüklük duygusu kişiyi bencil, huysuz ve yalancı olmaya yöneltir. Çevrenindeki kişiler tarafından sevilmez. Kibirli kişiyle kurulan ilişkiler samimi ve isteyerek değil mecburiyet üzerine olur.
Üstün olmak, yükselmek için diğer insanları aşağılaması, kandırması, ayaklarını kaydırması ve basamak olarak kullanması kibirli insanın topluma verdiği zararlardan sadece bir kaçıdır.
Kibirli kişi inançlı ve kültürlü bir kişi ise ki, bunlar da kibir sebeplerindendir, kibirli davranışlarıyla hem dine zarar verir hem de ilmin değerini düşürür.
Kibir başkalarına karşı üstünlük taslama dolayısıyla üstünlük sağlama, yönetme, sahip olma isteklerini meydana getireceği için, insanlar ve toplumlar arsına nifak, geçimsizlik, çekememe hâttâ düşmanlık tohumları eker. Böylelikle haksızlık, adâletsizlik, zulümler ve de savaşlar ortaya çıkar.
Kişinin iç dünyasında başlayan bu olumsuz duygu büyür, çoğalır, yayılır, toplumsal hâttâ kitlesel bir sorun haline gelerek yıkımlara, kıyımlara sebep olur.
Cehalet; bu denli kötü eylemlere dönüşen bu duygunun en başta gelen sebeplerindendir. Kişinin özellikle Rabbini ve kendini tanıması, bu kötü duygunun başına getireceği afetleri bilmesi, daha nefsinde filizlenmeden bu duyguyu köreltmesi gerekir.
Gelin gizli ya da açık belki de hepimizde bir nebze de olsa bulunan bu duygunun büyüyüp tezahür etmemesi, vâr olanın ortadan kalkması için hakkında söylenenlere bakalım.
Rabbimizin "Allah cc. kibirlenenleri sevmez." (Nahl:23) buyurmasından kibirle en başta O'nun sevgisini kaybedeceğimizi anlamamız gerekir.
Peygamberimizin " Allah-u Teâlâ kibirliyi alçaltır, tevazu sahibini yüceltir." (Taberi) sözüyle bu dünyadaki maddî manevî zararını, başka bir hadiste " Kibirli kişi ahirette Allah'u Teâlâyı gazaplandırır." (Buharî) buyurmasından bu dünyada olduğu gibi âhirette de zarar vereceğini hâttâ yine peygamberimizin " Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete giremez." (Müslim) sözüyle de ahiretimizi mahvedeceğini bilmeliyiz.
Tarihe baktığımız zaman toplumların büyüklük ve üstünlük duygusundan dolayı peygamberlerin peygamberliklerini kabullenmediklerini hâttâ inkâra kadar gittiklerini görmeliyiz.
Az ya da çok içimizde taşıdığımız, bireysel ve toplumsal zararının yanı sıra dünya ve âhiretimizi harap etmeye kadar giden bu duygudan kurtulmak, kibir taşımanın aslında hiç de insanın hakkı olmadığını bilmemize Hz. Ebu Bekir'in " Kibirden sakının. Topraktan yaratılıp yine toprağa dönecek olan, bugün var yarın yok bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsız." sözü yardımcı olur belki…
İlahlık taslayan Nemrud'un bir sivri sineğe yenilişi, bağların bahçelerin, Kârun gibi daha nice zenginlik ve saltanatın yok oluşu kibrin bize ne kadar yersiz ve anlamsız olduğunu hatırlatır belki.
Kötü bir illet diyebileceğimiz bu duygunun ilacı; kişinin aczini bilmesi, tevâzu denilen o yüce duygu ile Hakk katında ve dünyada yücelmesidir.
Ne mutlu Hakk'ı tanıyıp, haddini bilip, tevâzu ile yükselenlere…
“Bir avuç toprak, biraz da suyum ben.
Neyimle övüneyim? İşte buyum ben.” Yunus Emre