Yazarların genelde unutulmaz kedi hikâyeleri vardır. Romancı ve hikâyeci Afet Ilgaz da o talihli kalem erbabındandır. Hikâyeleri ve romanları ile sevilen yazar, İz Yayıncılık’tan çıkan Yarım Kalan Devrim kitabında bize kedi severliğini şöyle anlatıyor:
“Balkonda iki yavru kedi, bizim Mırık’ın, sansarlara kaptırdığımız dört kediden kalan iki yavrusu, birbirlerine sarılmış olarak uyuyor ve rüzgâr efektiyle bu görüntünün içinde yer alıyorlar. Ben her sene bu Mırık’ın yavrularını İstanbul’dan buraya, buradan İstanbul’a taşır dururum. Onu kısırlaştırmaya bir karar verebilsem!.. İşte burada da, eski adamlık kendini gösteriyor, buna bir türlü karar veremiyorum ama apartmanda kedi beslemekten ve onun çeşitli problemleriyle her an yüz yüze gelmekten de artık bıktım.”
Merhametli olan yazarımız rahmetli Afet Ilgaz’ın aynı kitapta bir başka yazısı var ki, adı “Tabiatla Savaşmak”tır. Romancımız bu sayfalarda, günümüzde kedi sevenlerin azalmasından duyduğu üzüntüyü, geçmişte can dostlarımızla yaşanılan hayatın güzelliğini tasvir ederek dile getiriyor. Afet Ilgaz’ın yazı şöyle başlıyor:
“Şimdi kedi sevenler azaldı. Benim çocukluğumda ve hatta gençliğimde, kedileri sevmeyen yahut onlardan korkanlar tek tüktü. Çünkü o zaman evlerin bahçeleri vardı. Kediler barındıkları evde zahmet oluşturmazlardı. Avlar ve evin yemek artıklarıyla beslenirlerdi. Özel kedi mamaları ve kumları yoktu. Şimdi kedi sevenlerin çoğunluğunun geliştirdiği bir önlem var kedilere karşı. Bu da sevgiden ve merhametten kaynaklanıyor, işe onların gözüyle bakarsanız: Kedileri kısırlaştırıyorlar.”
KINALI KEDİNİN HİKÂYESİ
Afet Ilgaz, daha sonra “kınalı kedi” diye adlandırdığı sevimli kedisini, can dostunu anlatırken bizi de o merhamet ortamına taşıyor:
“Benim kınalı kedi daha düne kadar küçük bir kediydi ve boğazından başka bir şey düşünmezdi. Şimdi arada bir, fırsat buldukça kaçıyor. Kedi sever bir komşu tarafından da bulunup getiriliyor. Her kaçışında da badem gözlü oluyor. Arkasından üzülüyor ve onu bir daha azarlamayacağıma kendi kendime söz veriyorum ama gene azarlıyorum.
En son defa getirdiğinde, kedi sever bir komşum, onu da, kendi kedileri gibi kısırlaştırmayı teklif etti. Bir baytar arkadaşı vardı ve bu işi çok çabuk hallederdi. Hatta ilk gün, benim kedi, eğer bakamayacaksam, onun evinde de yatabilirdi.
Ben bu teklifi birkaç kere bertaraf etmiştim ama en son getirdiğinde söylediği bir cümle dikkatimi çekmişti. Çünkü bu cümle, sıradan bir ‘kedilik’ durumu üzerinde konuşma değil, ideolojik bir tarafı da olan bir hükümdü.
Komşum son derece akıllı, epeyce dindar, sağduyulu bir kadındır. Bu yüzden söylediklerini yabana atamadım. Beni ikna etmek için:
‘Biz doğayla savaşmıyor muyuz?’ demiş ve birçok örnekler saymıştı. Bunu söylemesi için ben de çanak tutar gibi olmuştum ama ne yapayım ki kedinin zahmetsizliğini özlediğim kadar bu konudaki gerçek düşüncem de oydu.
‘Tabiata müdahale olur!’ demiştim.
Komşum gerçek bir kedi severdir. Her akşam çantasına ciğer doldurarak sokak kedilerini doyurmaya gider. Ayrıca tabii, sokak kedilerini evine getirerek kısırlaştırır, bir süre evinde onlara bakar. Her tarafın aç ve ölü kedilerle dolu olduğunu söylerken gerçek bir keder duyduğundan eminim. Kendi evinde de sokaklardan topladığı, bakıp iyileştirdiği ve sonra büyüttüğü dört beş kedisi vardır. Kediler büfelerin, dolapların üstünde kocaman biblolar hâlinde oturur, oynar, zaman zaman bir şeyleri kırarlar ama o sesini çıkarmaz.
Bana verdiği “tabiatla savaşma” örneklerinden sadece en sonuncusuna cevap verdim:
-Denize dalgakıran yaptırırız ama denizi kurutmayız, dedim. Tabiatla savaşmak, kapitalizmin hatta vahşi kapitalizmin tabiata karşı tipik bir duruşudur. Biz Müslümanlar, tabiatla uyum hâlinde yaşarız.
– Yarın öbür gün bir sürü yavruları olunca ne yapacaksınız?
– Allah kerim! Bir çözüm bulunur herhâlde. Sen, (yaşça benden küçüktü ve bana ‘abla’ derdi) bu çabalarında dünyanın bütün kedilerini kurtaracağını mı sanıyorsun? Sümbül Efendi’nin bahçesi kedilerle dolu ve hepsi de fıstık gibi. Yavrular anneleriyle neşe içinde oynaşıyorlar. Herkes yiyecek getiriyor. Civardaki balıkçılar onları besliyor.”
PEYGAMBER EFENDİMİZİ KARŞILAYAN KEDİ
Afet Ilgaz, 12 Haziran 2006 tarihinde kaleme aldığı ve ilgiyle okunan yazının ilerleyen bölümünde, Safiye Erol’un Çölde Biten Rahmet Ağacı kitabından bahsediyor ve Peygamber efendimizden kedi ve atla ilgili duymadığımız bir hadisi naklediyor. Okuyalım:
“O günlerde değerli doktor kardeşim Suat Bey (bir konferans için buradaydılar)’ler ziyaretimize geldiler. Onunla da aynı şeyleri konuştuk.
Suat Bey bir deryadır. Onun tıp bilgisinden ve dini kavrayıştaki geniş ufkundan çok faydalanmışımdır. Hep söylerdi ya, gene söyledi. Kediler günde Tevrat’tan yedi ayet okurlarmış. Ben de onu Safiye Erol’un Çölde Biten Rahmet Ağacı’ndan okuduğum bir hadisi anlattım, Peygamber Efendimiz:
-Beni ahirette ilk karşılayanlar atımla kedim olacaktır.’ demiş.
Pek de emin olmadığım ‘anti kısırlaştırma’ iddiamın Suat Bey tarafından da teyidini duyunca çok rahatladım. Hatta İslamiyet’in hoş karşılamadığı hayvanat bahçelerinden bahsettik. O özgürlükleri dillere destan aslan ve kaplanların, kafeslere mahkûm edilişinde onlara yaşatılan ıstıraptan. Tabiatın, hatta sınırları daha genişletirsek, hayatın dengelerini etkileyen yaratılış mucizelerinden bahsettik.
Samurlara zarar veren bir hayvanın bertaraf edilmesinden sonra onların derilerinin güzelliğinin azaldığı fark edilmiş. Çünkü samurlar kaçarken, kendilerini korurken yani hareket ederken, derilerinin güzelliğini de korumuş oluyorlarmış. İsrail’in veya genel olarak Batı bilimsel zihniyetinin sebzelerdeki ‘zararlıları koruyacağız’ derken onları nasıl azmanlaştırdıklarını ve zararlı hâle getirdiklerini biliriz, bunun için bizim kurtlu elmaların batı pazarlarında nasıl rağbet gördüğünü de. Çünkü kurt, fıtratı bozulmamış meyvede yaşar. Nihayet onu temizler yersiniz ama mahiyeti bozulmuş meyve bir zehirdir.
Ve Suat Bey’in hatırlattığı bir şey: ‘Hayvan beslenen evde, bahçede o kadar çöp olmaz.’
Gerçekten de öyle. Benim galiba İbnü’l Vakt adlı kitabımda bu çöp konusuna ayrılmış iki denemem vardır. Şimdi insanlar çöpe ne kadar merak sardılar! Her şeyi atıyorlar, her şeyi… Artık bitki kabuklarını, yemek artıklarını yiyen hayvanlar yok. Bu yüzden de insanlar bir hayal olan ‘steril’ bir dünya özlemiyle yanıp tutuşuyorlar.”
Afet Ilgaz iyi bir hikâyeci ve romancı olduğu kadar memleket meseleleri hakkında da kafa yoran bir düşünce insanıydı. Ama o sadece insanların dertleriyle hemdert olmuyor, Cenab-ı Allah’ın biz kullarına emanet ettiği can dostlarımıza yani kedilere de sahip çıkıyordu. Ruhu şad olsun, kabri nur dolsun. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı yüksek olsun.